12 Eylül 2019 Perşembe

Yeni İrlanda Edebiyatı: Kim Bu İrlandalılar?



Sinead O'Connor


Önce ikinci dönem seçilen cumhurbaşkanları Michael D. Higgins'in kapsayıcı seçim konuşması dikkatimi çekti, bencilliğin ve ayrımcılığın yükselişte olduğu bir dönemde diğerkâmlık ve olabildiğince kapsayıcılık içeren konuşmasıyla ikinci yedi yıllık dönemine başlayan sevimli adamın kim olduğunu merak ettim. 1941 doğumlu politikacı aynı zamanda bir şair ve akademisyenmiş, İrlanda İşçi Partisi liderliğini yaparken cumhurbaşkanı seçilince istifa ederek tarafsız cumhurbaşkanı olmuş ve büyük bir kabulle ikinci dönem de aynı göreve devam edecek.

Ardından kendisinin çalkantılı, mücadeleli ve skandallı protest pop yıldızı kariyeri kadar ağabeyi Joseph O'Connor'un, bizde Can'dan Püren Özgören'in Satıcı ve Sel'den Süha Sertabiboğlu'nun Denizler Yıldızı çevirisini bildiğimiz, aslında on iki kurgu yapıt ve beş kurgudışı yapıtla üretken ve ilgi çekici yazarlık kariyeriyle de ilgilendiğim, Sinead O'Connor'un Şuheda adıyla İslam'a geçmesinin haberi yayıldı, hemen de İslam'ın erkek egemen pratiklerini eleştirip kırmaya girişerek üstelik.

Son olarak, doğal olarak benim asıl ilgimi çeken, Man Booker Ödülü Kuzey İrlandalı Anna Burns'ün Milkman adlı romanına verildi. Belfast doğumlu Burns, bu üçüncü romanını yazarken devletin sosyal yardımlarından yararlanıyormuş ve ödülü aldıktan sonra verdiği röportajlardan birinde ödül kazandığını gerekli kuruma bildirip artık sosyal yardımların kesilmesine imkân vereceğini belirtmişti. Romanı Milkman çok fazla gerilim yüklü bir coğrafyada, kavgaların ve ayrımların doruğuna çıktığı 1970'lerde bir genç kızın, kendisinden yaşça çok büyük aslında kesinlikle bir sütçü olmayan ama sütçü olarak anılan bir istihbarat görevlisi tarafından yakından taciz ve takip edilmesi sürecinde, asıl olarak toplumlarıyla, aileleriyle, erkeklikler ve kadınlıklarla, kimlik ve kavga siyasetleriyle nasıl başa çıkabildiğini ele alıyor. Çok katmanlı, çok temalı bir anlatıyı, kendisine özgü bir mizah ve anlatma şevkiyle kurgulayabilen Anna Burns, ödülle dikkati çekerken edebiyatının hiç de boş olmadığını okura kısa sürede sezdirebiliyor. Son yıllarda Man Booker'a layık görülen metinlerde çok veçheli bir doluluk dikkati çekiyor ve Anna Burns de istisna değil. 

İrlandalılığın, gerek Dublin gerekse Belfast merkezli olsun nasıl bir şey olabileceğini, bu son gelişmelerden sonra daha ciddi düşünmeye başladım. Gerek kendi İrlanda tarihi olsun gerek Britanya'yla ilişkileri olsun, popüler kültürden ve haber akışlarından bana süzülenlerden, sadece çok da net olmayan birtakım izlenimler elde edebilmiştim bugüne kadar. İngiliz edebiyatının en önemli isimleri de kabul edilen Oscar Wilde, James Joyce, Samuel Beckett, Flann O'Brien gibi isimleri elbette biliyordum, ama hiçbirinin külliyatını baştan sona kat etmemiştim, hatta James Joyce'un Ulysses romanının Norgunk'tan Armağan Ekici çevirisinde bir yerlerde kaybolmuş durumdaydım en son. İngilizlerle ortak krallıktan Dublin merkezli İrlanda'nın 20. yüzyılın başlarında, dünya savaşını takiben ayrıldığını, ama Belfast merkezli bir kısmının Kuzey İrlanda adıyla hâlâ Birleşik Krallığa bağlı olduğunu ve orada da Protestanlarla Katolikler, Kraliçeye bağlı olanlarla bağımsızlık yanlıları, düzencilerle isyancılar arasında terör taktiklerinin de kullanıldığı muazzam kavgaların verildiğini biliyordum, ama izlediğim tüm filmlere ve okuduğum tüm kitaplara rağmen genel bir izlenimin ötesine geçemiyordum. Kimi İrlandalı yazar siyasi ve toplumsal kavgaları realist bir arka plan olarak kullanmaktan çekinmeseler de kavga dışı öyküler anlatıyordu (mesela yayına hazırlama fırsatı bulduğum için öyküleriyle tanıştığım ve çok sevdiğim Edna O'Brien'in metinleri gibi). Kimi İrlandalı, 19. yüzyılda yaşanan büyük kıtlık ve peşi sıra başlayan, ama bugün bile bittiği söylenemeyen Amerika'ya kitlesel göçü yazıyordu (Colm Toíbin'in Everest'ten İrem Sağlamer çevirisiyle yayımlanmış ve filmi de olan Brooklyn ya da Colum McCann'in YKY'den Kıvanç Güney çevirisiyle yayımlanmış Transatlantik romanlarında olduğu gibi). Kimisiyse çeşitli müzik ve sahne sanatlarıyla ilgili karakterler ve ilgiler içeren matrak romanlar ortaya koyuyordu (Roddy Doyle'un filmiyle de meşhur The Commitments dahil pek çok romanı ve Joseph O'Connor'un son romanı The Thrill of It All'da ele alındığı gibi). Kimisi de yoksulluğun, yakın dönemdeki dünya borç krizinin ilk vurduğu ülkelerden biri olmanın, işsizliğin toplumdaki etkilerini temalarına yediriyordu (1976 doğumlu Donal Ryan'ın ilk romanı 2012 tarihli The Spinning Heart'ta olduğu gibi).

En iyisi tek tek örnekler aklıma getirerek İrlandalılığı anlamak yerine, topluca örnekler verecek bir yapıta bakmak daha sağlıklı olacak: Granta dergisinin 2016 sayılarından biri, 135. sayısı Yeni İrlanda Edebiyatı'na ayrıldığından, bugünün İrlandalılarının meselelerini ve yazdıklarını bir nebze olsun tanımak mümkün olabilir. Aralarında Coíbin, Doyle, Ryan gibi bahsettiğim isimlerin dışında Kevin Barry, Emma Donoghue, Sally Rooney, Sara Baume gibi 15 farklı ismin öyküleri, yazıları ve şiirlerinin yer aldığı dergi vasıtasıyla, İrlanda'yı ve İrlandalılığı daha iyi anlayacağımı umuyorum. Böylece hem ulusal niteliklerini İngilizlikten ayırıp ortaya çıkartırken nasıl İngilizce'nin en iyi örneklerini ve yapıtlarını verebilecek kadar mükemmelleştiklerini, her an kavga çıkarabilecek çizgide durup nasıl sıkı dayanışma yapabildiklerini, tüm çelişkileri ve depresyonlarına rağmen hayata ve sanata ısrarla devam edebildiklerini anlayabilir, günümüzde cumhurbaşkanı bile şair olan bir toplumdan, kültürden dersler çıkarabilirim belki.

[Kasım 2018]

Hiç yorum yok: