13 Eylül 2019 Cuma

Çağdaş Amerikan Edebiyatında Dünya Komploları: Postmodern Klasikleşince


William Gaddis

2018’de çağdaş Amerikan edebiyatının, bana göre, başyapıtı seviyesinde üç romanı dilimizde yayımlandı: Everest'in Modern Klasikler dizisinden yayımlanan, 1985 tarihli William Gaddis romanı Carpenter’s Gothic’in Şefika Kamcez çevirisi Amerikan Gotiği, Siren tarafından tekrar baskısı yapılan Don DeLillo’nun postmodern apokalips romanı 1984 tarihli Beyaz Gürültü’sünün Handan Balkara çevirisi ve Sel tarafından Emrah Serdan çevirisiyle yayımlanan Jonathan Franzen’ın 2015 tarihli romanı Saflık. Amerikan postmodern komplo edebiyatının önde gelen iki ismi Gaddis ile DeLillo’nun yapıtlarının izinden giden Franzen artık klasik sayılabilecek bir tarzda onlarla hemen hemen aynı temaları ele alıyor: aile, teknoloji, siyaset üçgeninde Amerikalıların (insanların) halleri. İletişim teknolojilerinin bugün geldiği noktada, Julian Asange ya da Edward Snowden gibi internet tabanlı ifşa operasyonları yapan kompleks karakterli gizemli hacker’ları andıran Doğu Alman kökenli karizmatik bir karakter de barındıran Saflık, aslında genç bir kadının büyüme ve kayıp ailesini arama romanı. Gazetecilerin idarenin pis çamaşırlarını araştırma görevlerini artık kendilerinden menkul bilgisayar dâhilerine bırakarak prestij kaybettikleri bir dönemde Amerikan bağımsız gazeteciliği olgusuna da fazlasıyla değinen Franzen, romanının arka planına serpiştirdiklerini çok başarılı bir anlatımla okurlarını kesinlikle huzursuz etmeden veriyor. Romanın baş karakterinin lakabı üzerinden ta Charles Dickens’ın Büyük Umutlar adlı klasik yapıtına ve romanda sık sık referansı verilen Chicago’lu usta romancı Saul Bellow’a uzanabilmek mümkünken, ben nedense Saflık’ı okurken Gaddis’e, ondan da DeLillo’ya gittim.

Gaddis de DeLillo da yolları reklamcılıktan geçmiş Amerikan romancıları. Gaddis 1922 doğumlu, 21. yüzyıl başlamadan önce 1998’de ölmüş. Bizde daha önceden yayımlanan tek romanı, yine Everest Modern Klasikler’den, ölümünden önce yazdığı Agapeye Ağıt. 1960’lar sonrasında Amerikan toplumunun ve siyasetinin iletişim teknolojileriyle nasıl iç içe geçerek garip biçimlere bürüneceğini görüp yapıtlarına aktarmış postmodern bir romancı. Sadece Amerikan Gotiği’ne bakınca, girişimcilik, misyonerlik, ajanlık, basın danışmanlığı gibi çağdaşlaşmış mesleklerin arka planını oluşturduğu bir toplumda, kiraladıkları tenhadaki kendine özgü bir evin içinde, evli bir çiftin ve evin sahibinin diyalogları üzerinden dünyanın komplosunu sıradan insanların dertleriyle harmanlanmış bir biçimde okuyoruz. Hem Gaddis’in bu romanında hem de Franzen’ın Saflık romanında birbirini çağrıştıran pek çok detay var: Gaddis’in kadın kahramanı Liz, zengin bir ailenin mirasçısı, babası ve kardeşleri girişimcilikle şapşallık arasında gidip gelen insanlar, kendisiyse paradan, aileden ve siyasi-ekonomik girişimlerden tiksinircesine uzak durmaya çalışıyor; Franzen’ın romanındaki pek çok güçlü ama garip kadın kahramandan en kendine özgüsü Anabel de zengin bir ailenin mirasçısı, babasının girişimciliğinden kardeşlerinin şapşallığına her şeyden uzak durmaya çalışıyor, özellikle paradan, ailenin endüstriyel günahlarından ve siyasi-ekonomik girişimlerden; Gaddis’in romanındaki evsahibi gizemli antropolog-ajan McCandless, Franzen’ın romanındaki McCaskill ailesinde yankılanıyor sanki; Gaddis’in müthiş bir sertlikle anlattığı vaizlerle politikacıların dünyayı alt üst eden pislikleri, Franzen’ın Doğu Alman özgürlükçü hacker’ının deşifre ettiği dünyanın siyasi pislikleriyle örtüşüyor.
Gaddis’in dünya komplolarını ben çok çeşitli biçimleriyle Don DeLillo romanlarında okumuşumdur. DeLillo 1936 doğumlu, ortak noktaları çok olmakla beraber DeLillo’nun romanları Gaddis’inkilere oranla sanatsal biçemcilikten, kişisel kaotik üsluptan daha azade, daha rafine ve daha ulaşılabilirdir. Yine de ülkemizde çok sayıda romanı çıkmasına ve okurlar tarafından beğenilmesine rağmen, bir türlü yerleşik bir konuma ulaşamaz yayınevleri nezdinde. Halbuki 1992’de bizde Simavi Yayınları tarafından yayımlanan ilk DeLillo romanı Mao II (yıllarca çevirisinin Tomris Uyar’a ait olduğunu sanmıştım, meğer Gülden Şen’e aitmiş) 1991’de yayımlandıktan ve Pen-Faulkner Ödülü kazandıktan hemen sonra dilimize çevrilebilmiş. (Bu romandaki yazar Bill Gray karakterinin ilham kaynaklarından birinin William Gaddis olduğu söylenir.) Bir sonraki DeLillo romanını (yani Beyaz Gürültü’nün ilk baskısını) dilimizde okumak için on yıl beklememiz gerekmişti. Teknolojinin, sanatın, komplonun, uluslararası siyasetin entrikalarının aile, aşk ve dostluk ilişkilerindeki etkileri üzerine kapsamlı ve zekice romanlar yazan Don DeLillo’nun dilimizde daha fazla bulunmasını dilemişimdir her zaman. Amerikalıların son yıllarda özellikle terör saldırıları ve yangın felaketleri esnasında yaşadıklarını andıran, kurgusal gizemli bir felaket esnasında Amerikan ailesinin tavırlarını ve düşüncelerini okurların önüne seren Beyaz Gürültü‘nün Siren Yayıncılık tarafından yeniden yayımlanması, umarım DeLillo’ya olan ilgiyi canlandırır. Yıllardır merakla beklediğim, dostum Sabri Gürses tarafından çevirisi yapılan ama henüz okuruyla buluşmamış The Names romanı ve Mao II Gaddis’in Amerikan Gotiği’yle ilginç yönlerden eşleşen yapıtlardır; bu açıdan öncelikle bu iki yapıtın okura ulaştırılmasının iyi olacağını düşünüyorum. Belki bir gün bu türün abidevi yapıtı Underworld de dilimize aktarılır da Soğuk Savaş’ın alternatif kurgusal bir tarihi anlatısı üzerinden düşünebilme fırsatı bulabiliriz.

[Aralık 2018]

Hiç yorum yok: