21 Temmuz 2019 Pazar

Amerikan Edebiyatının Sıradağları Romanlar


Thomas Pynchon

Edebiyat coğrafyasının yükseltileridir bana kalırsa romanlar. Kimisi insana rahat bir gezinti vaat eden, güzel manzaralar gösteren tepeliklerdir kimisiyse sarp kayalıklardan, vahşi tabiattan, yükseklik korkusundan bahsettiren ulu dağlardır. Yaratıcılarının kariyerleri boyunca kağıtlara topografyasını çıkarttıkları bu irili ufaklı tepelere, dağlara tırmanmak, onları bir ucundan öbürüne kat etmek kimi zaman adamakıllı antrenman, hatırı sayılır bir birikim, yeterli bir donanım ve tırmanış esnasında kaybolmayı göze alacak kadar büyük bir cesaret gerektirir.

Amerikan edebiyatının yaşayan çağdaş ustaları arasından en ulu dağları yaratanlar, eleştirmen Harold Bloom'a göre, Philip Roth, Don DeLillo, Cormac McCarthy ve Thomas Pynchon'dır. Bu isimlerden Philip Roth'un usturuplu çıkılacak, tırmanıştan çok yürüyüş temposuyla kat edilecek çok sayıda irili ufaklı yapıtı bulunduğunu ve nispeten kolay bir güzergah olduğunu söyleyebiliriz; ki bunu dilimize çevrilen yapıtlarının çokluğundan da anlayabiliriz. Don DeLillo zorluk seviyesi biraz daha fazla olan, dilinin zorluğundan çok anlatısının genişliğinden, garip bağlantılarından, şiirselliğinden ve doluluğundan dolayı hatırı sayılır tırmanışlar barındıran bir yazardır; ama tırmanışı imkansız yapıtlar sunmaz. Yeterli sabrı gösteren okur, bir ucundan ötekisine kat edecektir eserlerini; dilimize hâlâ aktarılmamış, neredeyse bin sayfalık Underworld de dahil... Coğrafi konum olarak güneyde yer alan Cormac McCarthy ise sadece İhtiyarlara Yer Yok, Yol ve O Güzel Atlar adlı üç romanının çevrilmesinden de anlaşılabileceği gibi, yaban ve zor bir bölgeye işaret ediyor, aşina olduğumuz metropolden ve kapitalist kültürden çok daha farklı bir altyapı gerektiren bir zorluk sunuyor. Yine de, yakın zamana kadar neredeyse Türkçede hiç katedilmemiş, bu dört isimden en gizemli, en karmaşık, en oyuncaklı olanı Thomas Pynchon'dır.

Postmodern abide


ABD'nin doğusundan, doğduğu New York eyaletinin Long Island'ından başlayıp batıya, bugün yaşadığı Kaliforniya eyaletine kadar, okyanustan uzak düşmeden yaşamış, 1937 doğumlu, çok zeki bir yazar Thomas Pynchon. Ailesinin kökeni 17. yüzyılda ABD'ye göç edip Springfield kasabasını kuranlara kadar gidiyor. Liseyi 16 yaşında bitirip fizik mühendisliği okumak için üniversiteye girer, ikinci sınıfta askerlik görevini aradan çıkarmak için donanmaya katılır, görevini bitirince tekrar üniversiteye, bu sefer İngilizce eğitimi için döner. Zaten lise yıllarında okul dergisine yazdığı öykülerle dehasının kurguda olacağını göstermiştir. Yazdığı öyküleri yayımlatmayı başarır. 1960'larda, muhafazakar Amerikan toplumunu yarıp ortasından çıkan karşıt-kültür hareketlerinden de etkilenerek, bir zamanlar içinde bulunduğu donanma, Boeing (teknik yazar olarak iki sene Seattle ofislerinde çalışmıştır), üniversite, aile, arkadaş ortamlarından gördüğü ne varsa yazdıklarına katarak, yoğun bir roman yazım sürecine girişir. 1963 yılında yayımlanan ilk romanı V. donanmadan ayrılmış eski bir denizcinin bir grup bohemle maceralarını ve sadece V. olarak bilinen birini bulmaya çalışan bir karakterin yolculuğunu ele alır. William Faulkner Vakfı tarafından en iyi ilk roman ödülüne layık görülen Pynchon, daha ilk romanıyla Joycevari ince işlemeli devasa anlatılarla tanınacağını kanıtlayacaktır.

İkinci romanı, sadece bir tepecik olarak görülebilir; ama buna rağmen kat edilmesi çok fazla dikkat, emek ve bağlantı kurma yeteneği isteyen, edebiyat kanonlarında postmodern edebiyatın en önemli örneklerinden biri olarak gösterilen ve bugüne kadar Türkçeye aktarılması ancak bu yıl, Feride Evren Sezer'in incelikli ve özenli çevrisiyle mümkün olabilen bir kitaptır 49 Numaralı Parçanın Nidası.

Nabokov'dan da dersler almış Pynchon, artık Kaliforniya toplumunun bohem ve komplolarla dolu psikodelik zihnini edebiyata yansıtmakta, şoke edici siyasi gelişmeleri yorumlamaya çalışan karakterleriyle muazzam bir okuma ziyafeti sunmaktadır. Hem eleştirmenler, hem okurlar hem de çağdaşları ve sonradan gelen genç yazarlar açısından büyük bir popülariteye ulaşan yapıtlarıyla Pynchon, sosyal ilişkilerini koparmadan medyaya sırtını dönmeyi de tercih eder. Çok fazla yapıt yayımlayan Philip Roth gibi yazarların tersine, bir sonraki romanı popüler kültür, teknoloji ve siyasi gelişmelerle ilgili komplo teorilerinin uçuştuğu, National Book Award'a layık görülen Gravity's Rainbow'u 1973'te, dördüncü romanı Vineland'i 1990'ta yayımlar, bu uzun ara boyunca geliştirdiği bir başka romanı Mason & Dixon da 1997'de yayımlanır, on sene kadar sonra da -2006'da- Against the Day raflara düşer.

Son demlerinde bir anda hızlanan Pynchon, 2009'da Inherent Vice'ı yayımlar. 1970'lerin narkotik Kaliforniya’sında geçen bu dedektiflik romanı, Ateşli GecelerManolyaKan Dökülecek ve Pynchon'ın V.'sinden de ilham alan, merhum Philip Seymour Hoffman'ın döktürdüğü Usta gibi başyapıtların yönetmeni Paul Thomas Anderson tarafından yine Usta'nın (The Master) başarılı oyuncusu Joaquin Phoenix ile birlikte Benicio Del Toro ve Reese Witherspoon'un oyunculuklarıyla sinemaya aktarılır ve geçtiğimiz ay ABD’de gösterime girer. Üstelik medyadan uzak durmasıyla nam salmış, neye benzediğinin okurları tarafından bile bilinmediği ketum Pynchon'ın "cameo" (sürpriz oyuncu) olarak rol aldığı da söylenmekte. Ayrıca 2013'ün sonlarına doğru mahut 11 Eylül'ün birkaç gün öncesinde New York'ta geçen son romanı Bleeding Edge de yayımlanır. Yine komplo teorilerini, hayalet kovalamacaları, dolandırıcılarla ajanların ve teröristlerin iç içe geçtiği karakterleri, popüler kültürün farklı alanlarından referansları birbirine dolayarak, devasa anlatı dağları yaratmaya devam ettiğini kanıtlar Pynchon.

Amerikan edebiyatının bu postmodern abidesinin kaleminden dökülen devasa dil ve anlatı dağlarında daha rahat dolaşabilmek için, Feride Evren Sezer gibi başarılı çevirmenlerin rehberliğine ihtiyaç duymaktayız; aksi takdirde, tek bir kitabının dolambaçlarında bile yolumuzu kaybetmemiz yakın bir olasılık.

[Kasım 2014]

Hiç yorum yok: