John Lanchester
Kalabalık bir dünyada, metalarla çevrili ve her biri kendine özgü karaktere bürünmüş, birbirine benzer ama nüanslarla eşsiz kılınmış mekanların arasında, her kişinin ve her şeyin iletişim değeri hiç de kolay başa çıkılmayacak bir boyuta getirilmiş bir dönemde yaşıyoruz. Herkesin birden çok öyküsü var, her şey hakkında birçok anlatı aynı anda ortalıkta dolaşıyor. Her geçen gün katbekat çoğalan bir dünyada yaşayanlar hakkında yazmak, kimi zaman ister istemez öznelliği azaltıp neredeyse bir akademisyen nesnelliğini gerekli kılabiliyor. Bugünün çoğulluğunu ve keşmekeşini anlatmak için tek bir kahramanın macerası değil, toplumun çeşitli kesimlerinin birbiriyle kesiştiği, pek çok ufak öykü tuğlasıyla örülen romanlar tercih edilebiliyor. Elbette ‘postmodern çoğulluk’ olarak adlandırılabilecek bu çoğulluk yeni değil edebiyatta, ama bazen yapıtların sosyologların kuramlarını testten geçirircesine yazılmasına son dönemde daha fazla rastlar olduk.
Metropolü üreten insanı üreten metropol
Dünyadaki finans krizinin Britanya toplumunun, Londra sakinlerinin farklı kesimleri üzerindeki etkisini anlatmak amacıyla Hamburg doğumlu, Hong Kong’da büyümüş, Oxford’da eğitim görmüş İngiliz yazar John Lanchester, önce Whoops! Why Everyone Owes Everyone and No One Can Pay (Neden Herkese Herkese Borçlu ve Kimse Ödeme Yapmıyor) adıyla bir çalışma yayımlar 2010’da. İki sene sonra ise –krizle beraber kendisine atıfta bulunulması mutlak hale gelen Marx’ın ünlü yapıtını hatırlatan bir ad taşıyan– Capital romanı yayımlanır; aynı konu bu sefer edebiyatla ele alınır. Londra’nın alametifarikası İngiliz briketinden evlerin bulunduğu bir mahallede, emlak piyasasının zirvede olduğu dönemde yaşayanların (İngiliz bankacılar, Banksy’yi hatırlatan modern sanatçılar, Afrika kökenli ümit vaat eden futbolcular, bakkal işleten Müslüman aileler, Polonya veya Macaristan göçmeni tamirci veya bakıcılar gibi çok farklı köken ve sınıftan insanların) çöküş esnasındaki yaşamlarını mizahi sayılabilecek bir dille anlatır Lanchester. Londra metropolünün olimpiyata hazırlandığı yıllarda yaşadığı yükselişin öbür yakasında yer alan küçük insanların trajedileri, panoramik bir anlatımla çağdaş sosyal bilim kuramcılarının yazdıklarını mütemadiyen hatırlatan başarılı bir yansıtma olarak Capital’i dolduruyor.
Enformasyonu üreten insanı üreten enformasyon
Günümüzün popüler konularından biri de, internet iletişimi ve sosyal medya. Hayatları radikal bir biçimde değiştirdiğini gözlemledik internetin. Çoğulluğu sağlayan, anlatıların paylaşılmasına yarayan, enformasyonu aktaran iletişim ağının kurulması, ABD ve müttefiklerinde, Kaliforniya’daki üniversiteler ile askeri tesislerdeki bilgisayarların birbirleriyle iletişime geçirilmesiyle gerçekleşmişti; ancak Fransa’nın kendine özgü bir deneyimi olarak, vatandaşlara açık Minitel’i vardı, 1982’den beri. Bu açıdan genç Fransız yazar Aurélien Bellanger, La Théorie de l’information (Enformasyon Kuramı) adlı ilk romanında Fransa’nın özgün sosyal medya sürecini, küresel süreci de göz ardı etmeden, anlatının içine yedirilmiş kuramsal bilgilerle gözler önüne sermeyi seçmiş. Bilgisayar temelli iletişim platformu patronu Pascal Ertanger’nin 80’lerden itibaren Minitel’in yarattığı olanakları, cinsel içerikli hizmetlerin getirdiği kazancı kullanarak adım adım nasıl internet sosyalliğini geliştirdiğini okuyoruz Bellanger’nin kitabında.
Meselenin toplumsal, ticari, teknik, politik ya da ekonomik yanları üzerine yorumlarda bulunmaktan da çekinmemiş Bellanger; elbette Deleuze, Baudrillard, Virilio, Derrida gibi zamanının önünde, özgün entelektüel koşulların yetiştirdiği kuramcıların yapıtlarını da kat eden günümüz yazarının, ele aldıklarının felsefi veçhesini boşlamasını düşünemeyiz bile. Aslında böylesi konular eskiden bilimkurgu kapsamı içinde kabul edilirdi (William Gibson’ın, Neal Stephenson’ın romanları gibi), spekülatif olarak algılanırdı, ama artık o spekülatif çağda yaşıyor olmalıyız ki, neredeyse tarihi bir anlatı olarak kurgulanıyorlar romanlarda. Sanırım Michel Houellebecq, spekülatif düşünceler üretmeyi ve neredeyse kuramsal bir bakış açısıyla olup bitenleri anlatmayı günümüz Fransız edebiyatında uygulayan önemli bir örnek; Bellanger’de Houellebecq’in dümen suyunda yazmaya atılan gençlerden biri olarak (romanından önce Houellebecq üzerine bir kitap da yazmış) insanı öznelikten uzaklaştıran, diğer nesneler arasında bir nesne haline getiren koşulların anlatısını sunuyor.
[Mart 2013]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder