Nedendir bilinmez, çok küçük yaşlarda peşine düşülür yuvarlak nesnelerin, topların. Babadan oğula geçen genetik bir durum mudur acaba top tepmek? Artık sadece oğlan çocuklarının değil, kız çocuklarının da topla çok fazla haşır neşir olduğu bir çağda yaşıyoruz ve spor tüm insanların erişimine açık (cinsiyet eşitliği mücadelesinde kadınları kıstırmaya devam eden rejimlerde daha kötü bir tablo göze çarpabilse de). Top tepilen yaşlardan bilinçli olarak sporla uğraşılan yaşlara geçerken pek çok kişi futbolu seçiyor, hem seyir için, hem icra etmek için, hem de kültürel birikim adına. Futbolun kültürü, tıpkı endüstrisi gibi, 21. yüzyılın alt-kültürleri arasında, dini kökenli olanlar haricinde, belki de en kapsamlısı ve tüm dünyayı kat eden, en küreseli. Doksan dakikalık tek bir maçın kimi zaman milyonlarca insan tarafından aynı anda seyredildiğini, alelade bir lig maçında bile aynı anda on binlerce kişinin stadyumu doldurduğunu ve sıradan bir futbolcunun yıllık gelirinin muhtemelen üst düzey bir yazarın yaşam boyu elde edeceği bir gelire denk olduğunu düşününce, futbol topunun insan hayatında kitaptan çok daha fazla yer kapladığını teslim etmek gerekiyor.
Yine de futbol topuyla kitap kesinlikle birbirinin ikamesi değildir ve çocukken de yetişkinken de aynı çantanın içine hem kramponlar hem de kitaplar konabilir. Mesela ilk olarak çizgi romanlarla başlanabilir: Internazionale’de futbola başlayan, Barcelona’ya transfer olduktan sonraki maceralarını Belçikalı Raymond Reding’in çizdiği Şimşek Santrafor Kai (Eric) Castel ya da Japon manga çizerlerinin hikâyelerini anlattığı Kaptan Tsubasa ve arkadaşlarıyla. Seksenlerin başında Türkiye’de evlere Milliyet Çocuk dergisiyle giren bu tür futbol çizgi romanları, bilgisayar oyunlarıyla ve televizyon yayınlarıyla da birleşerek pek çok zamane yetişkininin hayal dünyasını somut hedeflerle doldurmuştu. Halit Kıvanç’ın ya da Orhan Ayhan’ın sesinden ve kaleminden çıkan efsanevi maç anlatımları da tutkuyu ateşliyordu muhtemelen, tıpkı Panini yapıştırmaları ya da sakızlardan çıkan veya gazeteler tarafından verilen oyuncu fotoğrafları ve takım kadrolarının posterlerinin yaptığı gibi.
Futbol Menkıbeleri
Tıpkı azizler veya kahramanlar gibi, pek çok çocuğun takipçisi olduğu futbolcular ortaya çıktılar zamanla, sıradan bir sporun kültleşmesi sürecinde. Günümüzün azizleri, kimi zaman yetenekleriyle, kimi zaman başarılarıyla, kimi zamansa trajik hayat hikâyeleriyle eninde sonunda hagiography literatürünü (aziz menkıbeleri yazınını) oluşturuyorlar. Türkiye’de dar bir çerçevede kalan futbol okurluğu, Avrupa ülkelerinde pek de azımsanmayacak bir kitle anlamına geliyor ve dolayısıyla futbolcu biyografileri İtalya’da ya da İspanya’da ve tabii ki Britanya’da rahatlıkla yayımlanabiliyor, ses getiriyor ve çoğu zaman kültürü ve takipçilerini geliştirmekte faydalı oluyorlar. Türkiye’deki basına genelde magazinsel yanlarıyla gündem olan bu tarz kitaplar, aslında bu küresel sporun iç yüzünü göstermesi açısından da önem taşıyorlar.
İspanya’da yayımlanmış futbol kitapları arasında bugünlerde en çok ses getirenlerinden biri elbette dünyanın en iyi aktif futbolcusu olarak kabul edilen Lionel Messi’nin Leonardo Faccio tarafından yazılmış biyografisi. Kai Castel’in eski takımı Barcelona’da son yılların en başarılı futbol takımının hücum hattının dinamosu olarak şimdiden efsaneleşen Arjantinli Lionel Messi, 10 yıldır Barcelona’yı içerden takip eden bir yazar tarafından tüm yönleriyle aktarılmış ve hâlâ futbola çocuksu bir hayranlıkla inananlar için ideal bir örnek ortaya çıkmış. Ancak son günlerde İspanya’da en çok satan futbolcu biyografisi, Barça’nın ve Messi’nin en önemli rakibi Real Madrid’in kalecisi Iker Casillas’ın geçtiğimiz ay raflara çıkan, LaHumilidad del Campeón (Şampiyonun Tevazusu) adıyla gazeteci Enrique Ortego tarafından kaleme alınan hayat hikâyesi. Madrid’in altyapısında futbola başlayan, İspanya milli takımında da kaleyi koruyan ve son yıllarda dünyanın en başarılı kalecisi olarak kabul edilen Casillas’ın gerçekten ne kadar tevazu sahibi bir sporcu olduğunu önceden de biliyorduk zaten.
İtalya’daysa son günlerde en çok satan futbol kitabı, geçtiğimiz seneye kadar Messi’nin takım arkadaşı olan, ama sisteme uymadığı (ya da biyografisindeki iddialara göre teknik direktör Guardiola’yla anlaşamadığı) sebebiyle AC Milan’a transfer olan (daha önceden de Juventus ve Internazionale formalarını giymiş), eski Yugoslavya’nın dağılmasından sonra İsveç vatandaşı olarak yeteneklerini sergileyen Zlatan Ibrahimoviç’in David Lagecrantz’la yazdığı Io, Ibra adlı biyografisi. Portekiz’de, Ibra’nın eski, Messi’nin şimdiki teknik direktörü Guardiola’yla Casillas’ın ve Real Madrid’in teknik direktörü, Türkiye’de de televizyon reklamlarında oynatılacak kadar sevilen Jose Maurinho’nun karşılaştırıldığı bir kitap, yine çok satan raflarında yer alıyor: Mourinho Versus Guardiola, Juan Carlos Cubiero ile Leonor Gallardo’nun kaleme aldıkları çalışma, sahalardaki iki başarılı ve radikal biçimde farklı sistemi de karşılaştırıyor.
Efsanelerin Yanında Trajediler
İngiltere, dünyaya futbolu kazandırmış olmasının yanı sıra, takipçilerin futbolu entelektüel olarak da ele aldıkları ülkelerden biri. Elbette magazin de ön planda, ama edebiyatçılarından da (Nick Hornby, David Peace, Tim Parks, vs.) anlaşılabildiği gibi yazarlar ve okurlar açısından önemli. İngiliz futbol kitapları çok satanlar listesinin başında şu sıralar Kırmızı Şeytanlar olarak anılan Manchester United takımının bu yaz futbolu bırakan efsanevi oyuncularından Paul Scholes’un Scholes: My Story adlı biyografisi yer alıyor. Yine aynı takımda senelerce birlikte top koşturduğu arkadaşı Gary Neville’in Red: My Autobiography adlı kitabı da çok satanlar listesinde. İngiltere’de çok okunan biyografilerden biriyse, son zamanlarda gittikçe artan trajik hikâyelerden biri üzerine: 2009 yılında intihar eden Alman kaleci Robert Enke’nin hayat hikâyesi A Life Too Short (Çok Kısa Bir Hayat) adı altında Ronald Reng tarafından kaleme alınmış.
Yüksek irtifalı mesleklerden biri olan futbolda son yıllarda oyuncuların yıprandıkları ve kimi zaman kendilerini çok zorladıkları için sağlık krizleri geçirdikleri (sıkı bir Dostoyevski okuru olan Gennaro Gattuso’nun kör olması veya Milanlı parlak futbolcu Cassano’nun beyin sarsıntısı geçirmesi) ya da kendilerine zarar verdikleri (çok yakınlarda İngiliz eski futbolcu ve teknik adam Gary Speed’in intiharı) artık sık karşılaşılan ve bilinen yan etkiler. Üstelik bu trajik durumlar Avrupa’da, yüksek paralar karşılığında ve rahat koşullarda futbol oynayanlarda bile hasıl olabiliyor. Yoksul ülkelerden ve bölgelerden gelip neredeyse köle gibi algılanan, başarılı oldukları takdirde konforlu, başarısız oldukları zamanlardaysa sefalete geri gitme tehdidi altındaki futbolcuları tahayyül bile etmek güç.
Son yıllarda aşırı ısınan bir ekonomi oluşturan futbol endüstrisi, ülkemizde olduğu gibi şike soruşturmalarıyla ve şiddet yasalarıyla gerçek çirkin yüzünü göstermekte. Bir zamanlar çizgi romanların da etkisiyle toprak sahalarda hayranlık duydukları oyuncuların adlarını sayıklayarak top koşturan çocuklar, büyüyünce neredeyse birer mücahit gibi taraftarlaşan, birer çete üyesi gibi yolsuzlaşan, birer iş adamı gibi hukuka ve maliyeye gömülen insanlar haline geldiler. Belki yeniden kramponların yanına kitapları koyduğumuz zamanlara geri dönmenin vakti gelmiştir.
[Ocak 2012]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder