19 Temmuz 2019 Cuma

Ahlaki Yargıları Sınayan "Ağaçlardaki İnsanlar"


Hanya Yanagihara

Her gün karşılaştığımız, yolda yan yana geldiğimiz, dersimize giren, aynı binada oturduğumuz, belki de yakından akraba olduğumuz birisinin, ahlaki olarak netameli bir durumdan suçlandığını ve hatta hüküm giydiğini duyduğumuzda, ne hissederiz acaba? Sosyal medyada bol keseden harcadığımız “ahlaki yargılarımız” ne kadar yerindedir? Suçlamaktan zevk aldığımız insanların yerine her an biz de geçemez miyiz?

Edebiyatın en sevdiğim yanlarından biri, klasik iyi-kötü rollerinin ötesine geçip, her türlü karakterin içyüzü hakkında düşünme ve anlama fırsatı veren yapıtları barındırması. “Karşıt-kahraman” diye kuramsallaştırılan anlatıcılar ya da karakterler vasıtasıyla olayların farklı yorumlanabileceğini ve ahlaki yargıların hiç de kolay verilemeyeceğini gösterebiliyor. Yazarı tarafından iyi kurgulanan, dolu dolu canlandırılmış bir "iğrenç adam" (David Foster Wallace mantığında), vaazların ötesinde, insanı daha iyi tanımamıza vesile oluyor.

Pasifik asıllı New Yorklu yazar Hanya Yanagihara'nın The People in the Trees (Ağaçlardaki İnsanlar) adlı romanında, son yıllarda karşılaştığım en netameli karakterlerden biri üzerinden uygarlığın ikilemlerine göz atma fırsatı buldum. Bayan Yanagihara, Condé Nast Travelerdergisinin editörlerinden... Yirmi yıl önce Vintage Yayınevi'nin halkla ilişkiler departmanında çalışırken yazmaya başladığı ilk romanını bu sene yayımladı. Muhtemelen yirmi yıl boyunca demlendiğinden olsa gerek, oldukça olgun ve hiçbir acemilik içermeyen bir anlatıyla, pek sürükleyici olmayabilecek bir konuyu çok katmanlı ve okuru içine alarak ortaya koymuş.

Modern insanın yağması: İlkel insanın ölümsüzlüğü


Roman bir otobiyografi; kurgusal bir karakter olan Nobel Ödüllü Doktor Norton Perina'nın, bir bakıma kendisini aklamak için yazdığı özgeçmişini, yine kurgusal meslektaşlarından biri yayına hazırlamış. Aklamak için diyorum çünkü Perina ömrünün son demlerinde üvey çocuklarına tacizden dolayı suçlanmış, hapse atılmış (kitabın girişindeki gazete kupürlerinden öğreniyoruz doktorun suçunu).  Hayatını ve Tıp Nobel Ödülü'nü borçlu olduğu keşfini nasıl yaptığını, sonrasında da neden kendince "haksız" yere suçlandığını açıklamak için hapishanede kaleme almış otobiyografisini. Mikronezya adalarına 1950'lerin başında yapılan antropolojik bir inceleme gezisine katılan Perina, adada buldukları "Dreamers" olarak adlandırılan, mental açıdan çökmüş ancak fiziksel olarak kırklarında gösteren bir grup insandan hareketle "ölümsüzlüğün" sırrına vâkıf olunabileceğini keşfeder. Uygarlık açısından bakir, kabile yaşantısının sürdüğü, huzurlu ve uyumlu bir orman halkının, Gılgamış'a taş çıkaracak biçimde anlatılan bir mitle uyumlu olarak, yakınlardaki bir gölde yaşayan kaplumbağaların etlerini yetişkinlikten yaşlılığa geçiş için yapılan özel bir törende yediklerini ve böylece bedensel olarak ölümsüzlük denebilecek bir ömür kazandıklarını gözlemler. Ancak bu ömre, alzheimer'ı andıran bir mental gerileme eşlik etmektedir ve iki yüz yılın üzerine çıkan bazı "yerlilerin" bedenlerinin mükemmel sağlığına rağmen zihinsel olarak ottan farklı olmamaları, mucizenin pırıltısını azaltmaktadır.

Romanın çok katmanlı yapısında, insanoğlunun ölümsüzlük hırsı, en hafif katmanlardan... Daha çok antropolojik bakış açısıyla "ilkel" dünyayı keşfedip sömürmeye çalışan "modern" insanın eleştirisine yönelik katmanları daha güçlü. Akademik dünyada sivrilmek, daha iyi bir konum kazanmak ve bilim kahramanı olmak için kıyasıya rekabet eden insanlardan biri olarak Perina, hırsı doğrultusunda keşfettiklerini uygar insanlıkla paylaştıktan sonra kendi yükselişiyle paralel olarak "cennet" adanın ilaç şirketleri tarafından nasıl sömürüldüğünü, kutsallığının ve özgünlüğünün ortadan kalktığını, pastoral ölümsüzlüğün ve birlikteliğin yerini steril laboratuvar ve bakımevi ortamları alınca "denek insanlarının" daha da "bitkiselleştiğini" asıl mevzunun yanında bizimle paylaşıyor. Perina'nın çok fazla olan günahlarından belki de en önemlisi, şahit oldukları mahrem törenleri başkalarıyla paylaşması ve sürdürülebilir bir ritüelle ömürleri tükenmeyecek olan "kutsal kaplumbağaların" endüstriye açılarak bir çırpıda tüketilmesine sebep olacak "hırsızlığı" gerçekleştirmesi. Kendi çıkarı doğrultusunda modern insan önüne geleni yağmalamaktadır ne de olsa ve bunun için ödüllendirilir bile.

Anti-kahramanın aynasında biz günümüz okurları


Yanagihara'nın Perina'sı büyük ölçüde Philip Roth'un Mickey Sabbath (Sabbath's Theater) ya da Coleman Silk (İnsan Lekesi) gibi unutulmaz karakterlerini hatırlattı bana. Roth, modern toplumda bireyin kendi "mutluluğu" ya da "hazzı" doğrultusunda yaşadıklarını nasıl meşrulaştırdığını, aslında herkesin memnun olduğu bir "sözleşmede" neden bazılarının dışarıdan işe karışarak kişileri "sapkınlıkla" yargıladıklarını ve ahlaki yargıların katılığının hakikatle alakası olup olmadığını sorgular durmadan.

Öğrencilerinden birine sarkıntılık yaptığı için gençliğinde başı belaya girmiş kuklacı Sabbath'ın metresinin ölümünden sonra yetmişlerinde çaresizce yeniden cinsel/ruhsal tatmin döngüsünü kurma hikayesini ya da kendisi de siyahi kökenli olmasına rağmen "beyaz üniversite profesörü" rolünü oynamak zorunda kalan Silk'in siyahi öğrencileri "aşağıladığı" iddiasıyla üniversite toplumundan dışlandığında kendisini ve "beyaz yalanlarını" nasıl savunduğunun anlatısını andırıyor, Perina'nın "ilkel cinsellik normlarını" tekrarlarken yaşadığı/yaşattığı sodominin "modern insanlar" tarafından yargılanmasının haksızlık olduğuna yorulabilecek otobiyografik çığlığı.

Günümüz romanının bu tarz "iğrenç adamlarını" okurken cazibelerine kapılmamak da güç oluyor. Empatimiz zorlanıyor ve satır aralarında kişisel hırslarını dizginlemekte güçlük çektiklerini hissettiğimiz bu itirafçılara, gizliden gizliye hayranlık duyabiliyoruz. Yine de kahramanlıklarından ve yüceltilmelerinden daha önemlisi, bu tarz karakterlerin anlattıklarının ve bize gösterdiklerinin kendi çokyüzlülüklerimizi, ahlaki yargıçlığa soyunma heveslerimizi ve tam tersi noktada nasıl kendi hırslarımız ve tatminlerimiz için bol kılıflı bir yaşam tutturduğumuzu yüzümüze vuruyor olması.

[Ağustos 2014]

Hiç yorum yok: