1991’de, gösterişli sex, drugs & rock’n’roll müziklerinden insanın gerçekliğini daha yakalayan, “depresyon hırkalı” alternatif bir müzik anlayışına geçilmişti. Bunu sağlayan en önemli albüm ise, bugünlerde yenilenmiş baskısı raflara düşecek olan Nirvana’nın Nevermind albümüydü. Gençliğin ruhunu ve angst’ını, ailelerin gözü önünde uslu kılınmaya çalışan çocukların kıvranmalarını ve ikilemlerini dile döken Kurt Cobain ve arkadaşlarının müziği, pek çok şeyi değiştirdi.
Yirmi yıl sonra, tablo gözümüzde çok daha iyi canlanabiliyor. O zamanlar parlayanların zamanla nasıl söndüğünü, o zamanlar sönenlerin alttan alta nasıl yanmaya devam ettiğini daha iyi anlıyoruz. Doksanlarda pek çok müzikal yayının yapıldığı (6:45’in John Lennon, Jimi Hendrix, Janis Joplin kitaplarıyla yayın hayatına atıldığı; Rock dergilerinin on binlerce insan tarafından takip edildiği; Stüdyo İmge’nin, Roll’un, bugün hâlâ Blue Jean’in gençliği sadece dinler olarak değil okur olarak da etkilediği) ülkemizde; son yıllarda müzik basını ve yayınları da, çok sağlam bir zeminde değil aslında. İnternetin olanakları haber almaya dayalı basını çökertti, okurları basılı yayınlardan uzaklaştırdı. Dünyadaki eğilim tam olarak benzeri yönde değil buna karşılık, hatta müzisyenler yazmaya yönelince yayın piyasası oldukça hareketlendi. Ülkemize ağırlıklı olarak edebiyatçı müzisyenlerin yapıtları geliyor (Leonard Cohen, Nick Cave, Patti Smith, Bob Dylan, Jim Morrison, vs.) ama biyografiler de yavaş yavaş sökün etmeye başlayabilir (şimdilik sadece Ozzy Osbourne’un biyografisi geçen sene Pegasus Yayınları’ndan raflara düştü).
Glam Falls, şatafatın sonu
ABD ve Britanya yayıncılığında işler farklı. Sırf bu sene yayımlanan ve kimisi oldukça ses getiren biyografilere bakalım: Rolling Stones grubunun tüm arızalarına ve insanı tüketen alışkanlıklarına rağmen dimdik ayakta olan gitaristi Keith Richards’ın James Fox’la yazdığı Life; Aerosmith grubunun geçtiğimiz sene ayrılan çirkin/güzel solisti Steven Tyler’ın yazdığı Does The Noise In My Head Bother You? A Rock ’n’ Roll Memoir [Kafamdaki Ses Sizi Rahatsız Mı Ediyor?]; personalarının arkasında hâlâ rock yapmakta olan Kiss grubunun eski gitaristi Ace Frehley’den No Regrets [Pişmanlık Yok]; glam rock müziğinin en gösterişlilerinden Motley Crüe’nün elemanlarından The Dirt - Confessions of the World's Most Notorious Rock Band [Pislik – Dünyanın En Şöhretli Rock Grubundan İtiraflar]; yine aynı gruptan Nikki Sixx’in solo kitabı The Heroin Diaries: A Year in the Life of a Shattered Rock Star [Eroin Günceleri: Dağılmış Bir Rock Yıldızının Yaşamından Bir Sene]; Van Halen grubunun solisti Sammy Hagar’dan Red: My Uncensored Life in Rock [Kırmızı: Rock İçindeki Sansürsüz Yaşamım]; tam olarak aynı döneme ait olmasa bile, Californication kavramını yaratan Red Hot Chili Peppers grubunun solisti Anthony Kiedis’in Larry Sloan’la yazdığı Scar Tissue [Yaralı Doku] ve daha başkaları.
Kitapların adlarından anlaşıldığı üzere, rock yıldızları günah çıkarıyorlar. 60’larda gençliğin özgürleşmesi ve ticarileşmesiyle el ele gelişen müzik endüstrisinin eğlenceye, partiye, hazza yönelik damarının yıldızları bunlar. Meseleleri nadiren varoluş meselesi aslında. Ağırlıklı olarak Amerika’nın banliyö kasabalarında, lojmanlarında yetişen çocukların ellerine geçirdikleri gitarlarla, davullarla bir araya geldikleri, zamanlarını müzik yaparak geçirdikleri, ruhlarını müzikle sağalttıkları, dünyaya uyarıcıların, sakinleştiricilerin, cesaretlendiricilerin, kayıtsızlaştırıcıların etkisiyle baktıkları bir evrenden çıkan yıldızlar. Başka müzik türleri gibi protest değil, daha çok parti ve gösteri müziği yapıyorlar ama kimi zaman protest olarak da algılandıkları görülmüştür. Elvis Presley’in kalçalarından yola çıkılmış bir haz hareketi olarak da algılanabilir bu tarz bir rock’n’roll, bu nedenle de mottosu sex, drugs & rock’n’roll.
Dökülen yıldızlar
Bu itirafnameler, tabii müzik ve kitap endüstrilerinin iştahını da kabarttı. Endüstrinin kelle avcıları yıldızların tozlarının peşine düştü: Önümüzdeki dönemde mesela Britanyalı yayımcılar başta David Bowie olmak üzere, Eric Clapton’un, Sting’in peşindeler. Amerikalılar Guns ‘N’ Roses’ın elemanlarını sıkıştırmaktalar, ki içlerinden Steven Adler gibi dökülenler oldu. Dave Mustaine gibi metal yıldızlarından da anılarını yazanlar söz konusu. Endüstrinin eskilerinden Paul McCartney, Pete Townshend gibi isimler de bu furyadan nasibini alıyor. Müziğin okurları kendilerini gösterdikçe, raflarda ve dosyalarda saklı pek çok müzisyeni de yakından tanıma imkânı bulabiliriz.
70’ler ve 80’lerde yıldızlaşan bu isimler, 90’larda yerlerini daha gerçekçi, içinde daha fazla isyanı, tepkiyi, varoluş çırpıntısını barındıran çok sesli, tarzlı, capcanlı bir müzik piyasasına bıraktı. Aslında aynı yıllarda farklı müzikler de söz konusuydu, ama ana akım rock bu türe sıkışmış gibi gösteriliyordu. Kitleye sunulan buydu en azından. Punk, progresif, reggae, caz ve başka pek çok tür üzerinden başka hikayeler de anlatılabilir tabii. Ama 90’lar muhtemelen kitlesel müzik endüstrisi için büyük patlamanın, türlerin iç içe geçmesinin, alternatif türlerin ortaya çıkışının ve rock yıldızlarının sona ermesinin onyılıydı. Bugün geldiğimiz noktada binlerce ve hatta milyonlarca küçük parçadan oluşan bir müzik endüstrisi söz konusu.
Keep On Rocking In A Free World
Yine 91’e dönecek olursak, bugün benim içinde dahil olduğumu bir kesimi oldukça etkilemiş, yıldızlarını dökmüş ve kendi psikolojisi üzerine düşünmeye yöneltmiş bir grubun, hala faaliyetlerine devam ettiğini görürüz. Nirvana ile birlikte grunge akımının öncülerinden ve işin ilginci bugün hiç dağılmadan hâlâ faal yegane grubu Pearl Jam... Onlar da buhranlarını müzikle, sözlerle dışa vuruyordu; onlar da sıradan, sokaktaki berduş gibi gözüküyorlardı; onlar da endüstrinin içinden geçmişlerdi, ama nedense Eddie Vedder ve arkadaşları asla şöhretle yıldızlaşmadılar, abartmadılar, kendilerini tüketmediler. Dingin bir görüntü çizdiler zamanla, endüstriyle mücadele ettikleri oldu, sonra sakin sakin kendilerini dinleyicilerine ait kıldılar. Kitlenin ilgisi geçtikten sonra bile yüz binlerce sadık dinleyicileri kalmıştı. Bugünlerde Pearl Jam Twenty kutlamaları sürüyor: Sıkı dostları yönetmen Cameron Crowe, yirmi yıl boyunca Pearl Jam turnelerinden, röportajlarından ve başka sürprizlerden mürekkep bir belgesel kurguladı, Eylül ayından itibaren gösterime girecek; aynı dönemde aynı adlı bir kitap da raflarda yerini alacak, 91’in güzel gruplarından birinin yaş döngüsünü kutlayacağız bu şekilde. Rock yıldızı, rock insanına dönüşmüş olacak yeniden.
[Eylül 2011]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder