Bildiğimiz Sabitfikir'in sonu geçen sene gelmişti, ama geçmiş Sabitfikir yazılarını da elbirliğiyle ortadan kaldırmaya karar veriyor yazarlar. Ben hazırlıksız yakalandım, kendi adıma emeğimi bir çırpıda ulaşılmaz kılma kararını veremedim. Harıl harıl yazıları bloguma aktarmaya çalışıyorum sadece. Kavga insanı olmadığım buradan da belli.
Margaret Atwood
Sakin ya da telaşlı, sürdürdüğümüz hayatlarda genellikle nerede olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve nereye gittiğimizi biliriz.
Etrafımızdaki insanlarla birlikte sürdürdüğümüz ilişkilerde nasıl anlaşacağımızı ve anlaşamayacağımızı da biliriz. Bazı beklenmedik ihtimaller ortaya çıkabilir elbette, ama genellikle aşinayızdır olup bitenlere. Ta ki bildiğimiz dünya bir gün birdenbire değişene kadar.
Kadere sert bir darbe: Bir felaket, bir kıyamet. Bildiğimiz dünyanın sonu. O güne kadar geçerli olan kuralların, koşulların artık bir anlam ifade etmediği, etrafımızdaki herkesin önce şaşkınlıkla, sonra panikle, ardından uyum kapasiteleri doğrultusunda hareket etmeye başladığı yepyeni bir düzen. Kimileri hazırlıklı, kimileri ne olup bittiğini bile anlayamıyor. Yıkıntılar, çıkıntılar, kayıplar, fırsatlar, sarsıntılar, kaçışlar, kavgalar, kimi zaman bir anlığına bile duraklamak mümkün olmuyor, kimi zaman tüm dünya durmuş, aceleye ne gerek var...
Bildiğimiz dünyanın sonu, edebiyatın popüler konularından biri aslında. Kadim yazıtlarda, dini metinlerde, kabile anlatılarında en sık işlenen tema: Kimi zaman işgal olur, kimi zaman tufan; kimi zaman günahların bedelidir, kimi zaman insanlığın kurtuluşu. Geçmişte olan gelecekte de olacaktır şiarıyla kahinler nöbet tutar, geceleri loş ışıkta ellerinde kalemler, insanlığın yükselişini ve yıkımını uzun uzadıya yazmaktadırlar. Halk arasında elden ele ya da dilden dile dolaşır bu yazılanlar, anlatılanlar. İnsanların kimisi tedirgin olur, çeki düzen verir kendisine; kimisi fırsat bulur, başkalarını tahakküm altına almak için; kimisi kulak asmaz, kendilerine daha fazla inanmaktadırlar; kimisi bozum olur, panik yaşar, daha yıkılmadan yok olmuştur bile. Bildiğimiz dünyanın sonundan bahseden metinler bile bildiğimiz dünyanın sonuna gelmemizi sağlayabilir böylece, yapımıza sinmiştir çoktan kıyametin vahyi.
Modern yazar çok sever kıyamet kurgusunu. Hele bilim-kurgu yazınında kalem oynatanları, büyük bir iştahla yıkımın ve dirilişin ipliklerini örerler.
Ellerinde sayısız imkan vardır insanoğlunun yıkılışı, dünyanın yok oluşu için: Dini metinlerdeki vahiyler bir yana, nükleer savaş, global ısınma, teknolojinin çöküşü, ekonomik buhran, salgın hastalık, astronomik felaket, dünya dışı varlıkların işgali, küresel savaş, topyekûn devrim. Aslında bugün herhangi bir haber kanalını bir saat izleyen ortalama bir izleyici kıyamet haber bültenini izliyormuş gibi hissedebilir. Hayal gücü oldukça gelişmiş yazarların incelikle mekanizmasını kurdukları anlatıları okumaya gerek var mıdır ki?
Kıyamet anlatıları, aslında önce felaketin, ardından da dirilmenin anlatılarıdır. Bildiğimiz düzenin yok olmasını ve yeni düzenin tesis olmasını okuruz. Kıyamet labirentindeki kahramanların nasıl düzlüğe çıkacağını ya da hangi hesaplaşmalardan geçeceğini öğreniriz böylece. Bir yandan da kişisel felaketlerimize de ışık tutar, ne de olsa her birimiz her an kendi kişisel dünyamızın bildiğimiz halinin sonuna geldiğimizi hissettiren bir sarsılma yaşayabiliriz. Büyüme aşamasıdır bu, yetişkinleşmemizi sağlayan ve artık kendi gücümüzün yettiğince dünyamızı yeniden kurmamızın vaktinin geldiği andır. İlişkilerimizde, sağlığımızda, yaşam alanımızda, gelecek beklentilerimizde artık rolümüzü almanın vakti gelmiştir. Felaket sonrası kıyamet vakti.
Dünyayı yok ettikten sonra ne yapabiliriz egzersizleri
Kendi kişisel felaketimi 99 depreminde yaşamıştım. O zamanlar milenyum döngüsünde bekleniyordu edebiyattaki kıyamet. Şimdi her gün bildiğim dünyanın bir parçası değişiyor ve kıyamet 2012’de gelecek deniyor. O günlerden bugüne bilim-kurgunun kıyamet edebiyatına hem de (Margaret Atwood’un deyimiyle) ustopik düzenlere merakım had safhaya ulaştı. Dini anlatılarla ilgilenmiyorum, ne de olsa onlar biz insanlara pay bırakmayacak kadar mükemmel kurgular oluşturmuşlar ve okur olarak zihnimizi yormamızı değil, hazırlanmamızı öneriyorlar. Ama insan yazarların kurguladığı sayısız metin, her bir felaket/kıyamet senaryosunda okur merakımı kamçılıyor.
Kimisi henüz dilimize aktarılmamış, kimisi ise raflarda bulunabilen son yılların popüler kıyamet yapıtlarından birkaç örnek vermek, başka okurlara da kendi kıyametleri üzerine düşünme fırsatı açısından faydalı olabilir:
2011’in sonlarına doğru yayımlanmış Survivors: A Novel of the Coming Collapse (Hayatta Kalanlar: Yaşayan Çöküntünün Romanı) Amerikalı yazar James Wesley Rawles’ın ekonomik çöküntü ertesi koşullarda yaşamı kurguladığı bir yapıt. Aslında 1990’larda yayımladığı Patriots: A Novel of Surviving in the Coming Collapse (Yurtseverler: Yaklaşan Çöküntüde Hayatta Kalmanın Romanı) adlı başka bir romanı daha var Rawles’ın. İki romanı arka arkaya okumak, sıradan Amerikalı’nın zihninde çöküş ve ertesi dönemin kurgusunun nasıl değiştiğini bize gösterebilir.
2009’da Margaret Atwood da yeni bir kıyamet romanı yazmıştı: The Year of the Flood (Tufan Yılı). Yıllar önce Dost Körpe çevirisiyle Oğlak Yayınları’ndan da yayımlanmış olan Antilop ve Flurya Atwood’un ikinci bilim-kurgusu, ilk kıyamet metniydi ve genetik manipülasyon sonucu laboratuvar ortamında oluşturulan bir mikrobun yarattığı kıyameti anlatıyordu. Yeni kitabı aynı topraklara döndüğü ve kıyamette ayakta kalmanın olasılıkları üzerine tekrar düşündüğü bir yapıt. Her iki romanında da toplum kurgusu okuyana çok aşina geliyor.
Douglas Coupland, neredeyse iki yapıtından birinde bildiğimiz dünyanın sonu meselesiyle ilgilenen Kanadalı yazar, 2010’de yayımlanan son romanı Player One: What Is to Become of Us (Birinci Oyuncu: Bizden Biri Olan) adlı yapıtında da eko-felaket (ekonomik ve ekolojik) esnasında bir havaalanı bekleme salonunda durum değerlendirmesi yapan beş farklı karakterin gözünden kıyameti aktarıyor.
Henüz Türkçe’de yayımlanmamış, ama bir gün mutlaka yayımlanması gereken bir yapıt, Fransa’nın huysuz dahisi Michel Houellebecq’in 2005’te yayımladığı sondan bir önceki romanı La Possibilité d’une île genetik kopyalamanın kıyametin anahtarlarından biri olabileceğini sezdirdiği bir yapıttı. Adanın olasılığı insana dair karamsarlığın tipik anlatılarından biri aynı zamanda. Günümüz hedonizminin çarpacağı duvarları göstermekten fazla zevk alıyor Houellebecq.
Türkçe’ye Ufuk Duruman çevirisiyle aktarılmış, April Yayıncılık tarafından yayımlanmış El Yapımı Dünya adlı 2008 tarihli yapıtında James Howard Kunstler, türlü felaketlerden nasibini almış dünyada, New York yöresindeki yeni potansiyel primitif yaşam koşullarından tablolar aktarıyor.
[Mart 2012]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder