16 Temmuz 2019 Salı

Nobel Edebiyatının İnceliği mi, Bilimkurgunun Popülerliği mi?


Alice Munro

Öncelikle Britanyalıların, sonra Amerikalıların ve nihayetinde dünyanın her tarafından insanın göçtüğü, ABD’nin kuzeyindeki ikinci yeni dünya, NATO’nun iletişim merkezi (Marshall McLuhan’a da çok şey borçlulardır herhalde), ABD’nin mülayim tersi, bir zamanların Nova Scotia’sı, Alice Munro sayesinde Nobel’lenmiş, ama Margaret Atwood sayesinde de daha popüler okurların haritalarına kazınmış, benim için bir gizem ülkesi Kanada.

Kanada bu sene edebiyatın parladığı bir ülke olduysa, bunda Ontario’dan Alice Munro’nun büyük payı var. Neredeyse sadece öykü yazmış, seksenini devirmiş bir dişi çınara, tam da yazından emekli olmaya karar verdiği senede, Nobel Edebiyat Ödülü’nün layık görülmesi şık bir hareket oldu ve biz okurlara öykünün, incelikle örülen minyatür evrenin değerini hatırlattı.

Ayrıca domestik bir yaşamın, ailenin, arkadaşların, sevgililerin inceliklerini okumaya çağrı oldu. Tesadüfen Munro’nun edebiyatını daha iyi tanımak için edindiğim 2006 baskısı The View From Castle Rock adlı öykü kitabı da, İskoç göçmeni atalarının peşinden Munro’nun yaptığı araştırmalardan hareketle yazdığı öykülerden oluştuğu için, neredeyse derebeylik topraklarından yeni dünyaya göçen çoban/şairlerden hareketle Nova Scotia’nın kurulması hakkında bol bol okuyup araştırma yapma imkanı da buldum. Doğduğu topraklarda kendisine yer bulamayan ince ruhlu insanların göçerek oluşturduğu Kanada’dan kim bilir daha nice yazarlar çıkacaktır. Mesela, her ne kadar Japonya’daki tsunami felaketi sonrasında kurgulanmış A Tale For The Time Being’le Booker adayı olsa da, Japon melezi Kanadalı yazar Ruth Ozeki... Munro’nun öykülerinde sergilediği zarafeti, Ozeki de sergiliyor.

Bilimkurgu, alternatif distopyalar, twitter yıldızlığı


Ama benim gönlüm, 21. yüzyılda kendisini neredeyse tamamen bilimkurguya, alternatif distopyalara, twitter yıldızlığına kaptırmış Toronto’dan Margaret Atwood’a daha dönük. 2003’te Türkiye’de Antilop ve Flurya adıyla tanınan distopya üçlemesine başlayan Atwood’un, nihayet ikinci kitabı Tufan Zamanı Dilek Şendil çevirisiyle Doğan Kitap’tan yayımlanırken, üçüncü kitabı Maddadam’ı da İngilizce baskılarından okuma imkanı bulabildik. Bildiğimiz dünyanın bu üçlemede girdiği haller, hem bilgisayar tabanlı popüler kültürün kabalığını hem de Kanada’nın incelikli ruhunu yansıtan, ilginç bir melez yapıt aslında. Düz bilimkurgu yazarlarının çok daha kolay ve okunabilir şekilde anlattıkları meseleleri, Atwood, kendine özgü bir edebiyatla ele alınca, beynimizin hem entelektüel kısmı hem de sanatsal kısmı hayli hayli çalışmaya başlıyor. Kendi ülkelerinde hüsrana uğramış devrimcilerin, radikallerin, alternatif hayatı hayal edenlerin göçtüğü Kanada’nın, bir de koloni geçmişi eklenince, Atwood’un dünyasındaki ilginç tipleri oluşturduğunu söyleyebiliriz: Bilimsel gelişmelere, dinsel dinginliğe, doğaya dönüklüğe, cinsel özgürlüklere, sömürüden hoşnutsuzluğa sahip karakterlerin, dünyanın yıkımı ve yeniden yapımı sürecinde yaşadıkları, bizim gibi eski dünyanın göbeğinde yaşayan okurlara bile bir kıyamet provası yaptırabiliyor.

[Ocak 2014]

Hiç yorum yok: