Gezi Parkı için protestolar başlayıp ülke adamakıllı çalkalanmaya başladığında yazmıştım bu yazıyı. Tam da Ballard'ın daha sonradan Süha Sertabiboğlu çevirisiyle Sel'den Öteki Dünya adıyla yayımlanacak romanını okuduğum sıralarda ortalık karışmıştı. Bu türden protestoların bu topraklarda alerjik reaksiyon yarattığı çok aşikâr. Halbuki tüm modern metropollerin tarihi bu türden halk hareketleriyle doludur, illa devrime varmasına gerek yok. İnsanların sıkışmışlıklarını bir yerde tepki göstererek belirtmesi hiç de garip değildir.
J. G. Ballard
Alışveriş merkezinin yapılmasıyla mahallenin çarşısı, küçük esnaf çok büyük oranda maddi kayıp yaşayacak. Futbol takımının taraftarları çatışacak. Ulusalcılar bayraklı tişörtleriyle yürüyüşler yapacak. En sonunda halk ayaklanması gerçekleşecek ve o zamana kadar müdahale etmemiş polis ayaklanmayı bahane ederek mutenalaştırılması beklenen mahallelere acımasıza girecek. Tanıdık geldi, değil mi? Ama İstanbul’u anlatmıyorum, J.G. Ballard’ın ölmeden önce tamamladığı son romanı, henüz dilimizde yayımlanmamış Kingdom Come romanının özetini geçiyorum.
Metropol: Çıldıran bir mikrokozmos
Metropol o kadar karışık bir nüfusa sahip, birbirine o kadar ince ipliklerle bağlanmış bir bohçadır ki, hangisini sökmeye başladığınızın pek de önemi olmadan tüm iplikler bir anda atmaya başlayabilir. Milyonların görünüşte uyum içinde yaşadıkları metropol, aslında farklı ekstremlerde insanların birbirleriyle karşılaştıkları, birbirlerini yargıladıkları ve müthiş bir rekabetle ilişki kurdukları bir mikrokozmostur. Metropolde biriken huzursuzlar, farklı sebeplerden yaralanmış, örselenmiş, üzülmüş ve öfkelenmiş olabilirler. Mahallelerinde saygısızlığa uğramış, engellenmiş, insanlarını yitirmiş ve hatta yaşam alanlarından çıkarılmış olabilirler. Alışveriş yerine yağmayla ve hileyle ellerindekileri kaybettikten sonra başkalarına karşı aynı yağma ve hile taktiklerini kullanmaya yeltenmiş de olabilirler. Metropoller yüzyıllardır kaynamaktadır ve kimi zaman buhar çıkarıp sinyal verirler, artık metropolün idaresi insanlarını idare edememektedir, başka çareler bulunması gerekecektir.
Tüm metropoller an gelir çıldırırlar; bahane yoksulluk olabilir, baskı, neo-liberal politikalar, metropol idaresinin ve polisin şiddeti ve haksızlığı olabilir. Metropoller çıldırdığında önlerine geçmek zordur, taşan bir nehrin önüne geleni kapıp götürmesi gibi, insanlar da önlerine geleni kapıp götürürler. Hele kalabalıklara set çekmeye çalışanlar basiretsiz davranıyor, işin ciddiyetini anlayamıyor ya da bile bile birtakım politikalar uyguluyorlarsa, çılgınlığın boyutu her adımda daha da artar. İnsanların durulmalarını beklemek çok güçtür ve metropol insanları, hangi mahalleden geldiklerine göre, tepkilerini kurumlara, binalara, görevlilere, araçlara ve diğer insanlara yöneltirler. Müthiş bir çatışma ortamı, kimin neyi savunduğunun, ideolojisinin, niyetlerinin ne olduğunun toza dumana karıştığı, herkesin kim vurduya gidebileceği, mikro bir sürü çarpışmanın, haksızlığın, günahın yaşandığı günlerin yaşanmasına sebep olur. Metropollerden yayılan enerji, artalanlara da ulaştığında, ülkeye yayıldığında hikaye başka boyutlara tırmanır; Nika isyanından Paris komününe, İspanya iç savaşından Hitler Almanya'sına, İran devriminden Suriye iç savaşına metropol çılgınlığının nasıl sonuçlara varacağının örnekleri tarihte doludur. Ama işte insanoğlu aymazlığıyla tekrarlamaktadır başka zamanların ve başka yerlerin aptallıklarını.
Eski kimliklere neo-cila: Tüketici egosu
Yeni zamanın metropol isyanları nasıl olabiliyor, ne gibi bileşenlere sahipler? Ballard’ın romanında kurgulanan atmosfer iyi bir örnek, kendi yaşadığımız gibi: Tüketici reflekslerine sahip, bireysel hedonizmi ön planda tutan, egolarının kısıtlanmasından hoşlanmayan, tüketim-öncesi siyasi, dini ve hatta pagan değerleri neo- önekiyle yenileyen, kendisine benzemeyenlerden nefret eden, gururunu yücelten kitle sportif faaliyetlerinde ve siyasal mitinglerle yürüyüşlerde çarpışanları destekleyen, komplo teorilerinin aklıselimin önüne geçtiği, medyatik liderlerin peşinde gitmeyi tercih eden, içinde muazzam bir kaos barındırıp toplumsal düzeni bir çırpıda yıkabilen, polisi kendisine özel güvenlik görevlisi haline getiren, tüm hayatı bir rezidans - AVM - mabet (dini, kültürel, sportif, siyasi) çevrimine sıkıştıran insanlardan ibaret kimine cennet, kimine cehennem. (Bu çemberin içinde mazlum da, muktedir de farklı oranlarda az önce saydığım özelliklerden nasipleniyor, en azından Ballard’ın romanında.)
Ballard’ın kurguladığı isyan tablolarına aşina okur, Kingdom Come’da (Krallık Gelir) zirvesine ulaşmış bir kaos görecektir. AVM’de devrim, eğlence programlarıyla ünlü televizyon yüzünden siyasi parti lideri, devrimin ortasında hangi cepheye ait olacağına karar veremeyen tipik Ballard başkarakteri, durmadan yönü değişen toplumsal tablolar ve eylemlerin arkasındaki siyasi motifler. Günümüz toplumlarında, tüketimin sosyalizmden çok faşizme yol açacağını iddia eden romanıyla Ballard, metropolün psikocoğrafyasını da hatırlatıyor: Yabancılarla aynı mahallede yan yana oturmak istemeyenler, normal şartlarda, içinde bulundukları bu duruma gergin de olsa tahammül gösterirken, kaos esnasında ortaya taşlı sopalı bir tahammülsüzlük çıkar, çünkü insanın içinde her daim kendi türünün peşinde gitmek isteyen bir avcı-canavar beklemektedir.
[Temmuz 2013]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder