tag:blogger.com,1999:blog-31790612703510515702024-03-06T02:52:33.525+02:00Okur Musunuz?Yazıları, kitapları, dergileri, gazeteleri, fotoğrafları, resimleri, filmleri, müzikleri, sanatı, insanları, hayvanları, davranışları, duyguları, zihinleri, rüyaları, hayatı...Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.comBlogger203125tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-90278631906379150832022-04-18T15:52:00.000+02:002022-04-18T15:52:10.535+02:00Covidin zihnime ettikleri<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjx57y3AuMrWe14x2dmF2-cG95v9ioGJOeJWWff-YLAB6JPk4jbyldu5Xg66RhY4yNK5ifC08Pq_weLYHhsvk7waZ6PaIdgCoKo5k2R21YAIJIBd3MMmPR647fj6hPnwOz2TPwG2X_RfRnqIEcPcWO3Vmy4FyD1MAdikfre0HXtchOmMy8G7Gpskt2e/s760/Ionesco.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="450" data-original-width="760" height="189" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjx57y3AuMrWe14x2dmF2-cG95v9ioGJOeJWWff-YLAB6JPk4jbyldu5Xg66RhY4yNK5ifC08Pq_weLYHhsvk7waZ6PaIdgCoKo5k2R21YAIJIBd3MMmPR647fj6hPnwOz2TPwG2X_RfRnqIEcPcWO3Vmy4FyD1MAdikfre0HXtchOmMy8G7Gpskt2e/s320/Ionesco.jpeg" width="320" /></a></div><div style="text-align: center;"><i>Yalnız Adam</i>'ın yazarı Eugene Ionesco</div><p>Son yıllarda üzüntülü ve telaşlı zamanlarda bile çalışmaya devam ettim. Çok değişik konulardaki kitapları arka arkaya ya da aynı anda yayına hazırlamak durumunda kaldım. Çeşitli yazılar veya söyleşiler için değişik ve zorlu kitapları okumaya çalıştım. Gündelik hayatımı ve ailemle, eşimle ilişkilerimi ihmal etmeden, yetebildiklerime yetmeye uğraştım. Uzun süre boyunca bu ve benzeri mecralarda eskisi kadar ses çıkartamaz olmam, tüm bunlara zar zor yetebilmemden kaynaklanıyordu. Babamın vefatını, dünyanın hastalığını, çevre felaketlerini, beklenmedik afetleri, idarenin saçmalıklarını, ekonominin zorluklarını, bildiğimiz dünyanın külliyen değersizleşmesini yaşarken aynı zamanda onlarca farklı konuda, farklı orijinal dilden çevrilmiş, farklı yazarın kitabını yayına hazırlamaya devam ettim. Durmaksızın ağır konular veya ağır üsluplarla boğuşmak durumunda kaldığım söylenebilir: Franz Kafka'dan Hermann Broch'a, Virginia Woolf'tan John Berger'a, Joseph O'Connor'dan Colm Tóibin'e, Fernando Aramburu'dan Pascal Mercier'e, Alessandro Baricco'dan Tahar Ben Jelloun'a bir sürü çağdaş edebiyatçının metnini yayına hazırlama hedefiyle okudum son iki yılda, <i>Bilim Kurgu ve İntihar</i>'dan <i>Zulmün Tarihi</i>'ne çok iç açıcı olmayan konulardaki zorlayıcı metinler de cabası. Tüm bunları zaman zaman psikolojik patlamalar eşliğinde katettim, diyebilirim. Hem gündelik hayatın hem de önümdeki metinlerin yoğunluklarına dayanmakta sık sık zorlandım ama bir biçimde her seferinde ucuna dokunabilmişimdir, birkaç istisna hariç. Her şeye rağmen hiçbir zaman metin okumakta ve anlamakta pek zorlanmadığımı, en buhranlı zamanlarımda bile bir süre zihnimi boşaltınca, keyfimi toplayınca metinlerle uğraşabildiğimi gördüm.</p><p>İşte covidin son deliği burada ortaya çıktı. İki yıl boyunca bir biçimde uzak durmuşken Mart sonu, Nisan başı resmi olarak yakalandım ben de. Bedensel olarak, mahut çarpıntı krizlerimden birine biraz uzun süreyle maruz kalmamdan dolayı acile gitmem haricinde, çok da mühim bir sıkıntı çekmedim. Ama zihinsel olarak, belki de ilk defa, o dönemde okuduğum metinleri anlamlandırma konusunda müthiş zorlandım. Tam o dönemde yayına hazırlamakla yükümlü olduğum Hermann Broch projesinden ayrılmıştım ve ölümle çok ilgili bir John Banville romanı yayına hazırlıyordum. Tesadüfen Ionesco'nun <i>Yalnız Adam</i>'ı ve Barış Bıçakçı'nın sürekli anlatı odağının değiştiği ilk romanı <i>Herkes Herkesle Dostmuş Gibi</i>'yi okuyordum kişisel tercihlerim kapsamında. Muhtemelen zihnimin aşırı yorgunluğu ve covidin ateşli etkisinin de katkısıyla Banville'e, Ionesco'ya, Bıçakçı'ya öfkelendim: Neden basit yazmıyorlar, neden durmadan bilinç akışları, depresif felsefi cümleler, durmadan değişen karakterler ve olaylar yazıyorlar diye. Son aylarda, özellikle savaş da başlayınca, bir-iki kere aşırı üzüntülü haberleri duymama isteğinden kaynaklanan sinirsel patlamalar da yaşamıştım. Ama zihnimin kapasitesini yitirdiğini, bırakın karmaşık metinleri okumayı basit metinleri okumak isteğimin bile kalmadığını sanırım ilk defa yaşadım. Sanırım biraz da korktum bu durumdan.</p><p>Sonra geçti. Ama son yılların koşturmacasını, durmaksızın yayına hazırladıklarımı, yazmak isteyip sadece karalamakta, defterlerimi ve kâğıtlarımı şişirmekte kaldığımı uzun uzadıya düşünmeme sebep oldu. Hayatın kısalığını ve aniden kapasitemizin kaybolacağını çok daha iyi anladım. Dolayısıyla anahtarı çevirdim ve editörlük motorunu şimdilik kapattım. Asıl hedefim olan yazmaya odaklanmaya niyetliyim yine. Bunun için de blogu tekrar canlandırmaya karar verdim. Yazmak iyi gelecektir umarım. Tekrar melekelerimin sağlamlığına itimat ettiğimde editörlüğe de dönerim herhalde. Ama şimdilik sadece kendim için okumak ve yazmak istiyorum. </p><p>Hamiş: Bazen kendime söz veriyorum, artık kırtasiye malzemesi almama ihtiyacım yok, çok fazla defterim, kâğıdım, mürekkebim, kalemim var diyorum, üç gün geçmeden yeni bir defter ve mürekkep alıp getirmiş buluyorum kendimi; dolayısıyla benim açımdan bu tarz tövbe sözlerini tutmak zor olabilir, ama bu sefer direnmek, kendimi tam anlamıyla bir yazara dönüştürmek istiyorum.</p>Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-10285633573224603932022-04-15T11:30:00.002+02:002022-04-15T11:30:23.905+02:00Yahu blog yazısı nasıl yazılıyordu? Amnezyanın üstesinden gelmek<p>En son blog yazımı yazdığımda, ki aslında başka yerde yayımlanan yazılarımı topluyordum, dünyanın hali çok daha katlanılır durumdaydı, bildiğimiz dünyanın sonu hissini gitgide daha yoğun yaşasak da. Dünyanın üzerinden bulaşıcı ve öldürücü bir hastalık geçti, akabinde bir de ölçeğine şaşırdığımız bir savaş başladı dünyanın şaşırtıcı bir bölgesinde, ülkemizde yaşadığımız ekonomik çalkantıları ve çok çeşitli doğal afetleri ve tabii bizim gibi insanlar açısından en iyi politikaları uygulamayan idaremizi de unutmamalı... Tüm bu faktörler biz insanları sarstı, bir kenara fırlattı. Afalladık, ne yapacağımızı şaşırdık, gündelik çarklarımızı çeviremez hale geldik, kimilerimiz hastalandı, hayatını kaybedenler oldu, kimilerimiz borçların altına girdi, çalışma fırsatlarını kaybetti, kimilerimiz kim bilir nelerden geçti. Ben de kendi adıma iyisiyle kötüsüyle bir sürü şey yaşadım, hem özel ve ailesel hayatımda hem de çalışma ve yazma hayatımda. Büyük ölçüde kendimi geri çekmeye çalıştım, çok yoğun çalışmak zorunda kaldığım ama buna karşılık pek de bir şey elde edemediğim zamanlarım da oldu, beni mutlu eden ve kanatlandıran zamanlarım da. Ailemde kayıplar oldu, ailem genişledi. Pek çok kitap okudum, beğendim beğenmedim, etkilendim etkilenmedim. Kitaplar hakkında yazmaktan çok kitap yazmaya heveslendim, profesyonel işlerim izin verdiği ölçüsünde bu hevese rüzgâr bulmaya çalıştım, zaman zaman tüm profesyonel işlerimden kurtularak sadece yazmaya odaklanmaya niyetlendim. Ülkedeki yayıncılık ortamı yazarları, yayın emekçilerini pek de iyi koşullarda yaşar kılmıyordu zaten, şimdi durum büyük çoğunluğumuz için daha kötü. Her şeyin fiyatının kısa sürede iki-üç katına çıktığı bir dönemde, yayıncılıktan ve yazarlıktan kazanılabilecekler neredeyse yarısına indi. Hemen hemen her şeyin, özellikle fiziksel olarak maddi olanların, elle tutulabilenlerin neden bu kadar ölçüsüzce pahalı hale geldiği sanırım ekonomi-politik sorusudur ama hepimiz ister istemez bunu düşünmeye başladık. Kendi halinde idare edebilecek yerleşimlerin ölçeğini büyüttükçe ve halihazırda elimizde olan yaşam alanlarını yaşanamaz ve yıkılıp yenilenmesi gerekenler olarak ilan ettikçe, idarelerimiz sağolsunlar barınma gibi en temel meselelerin bile asla çözülememesini garanti altına alıyorlar. Üstüne bir de muktedirlerin ve muktedirleşmiş idarecilerin her fırsatta körüklediği kavgaların çok sayıda yaşam alanını, yerleşimi savaş bölgesine çevirmesi ve de yerkürenin, gökyüzünün, ateşin, suyun, toprağın kıpırtılarını hâlâ tam olarak anlayamadığımız için gün aşırı bir doğal afetin insanların felaketine dönüşmesi, herkesi yerinden yurdundan edilebilir kılıyor. Tam kendimize bir kovuk bulduğumuzu düşündüğümüz anda savrulup gidiyoruz. Tüm bu bildiğimiz dünyanın sonu sürecinin biteceği de yok üstelik. Artık kavimler olarak değil de topyekün göçüyoruz mekândan ve zamandan. Yarınımızın bugüne benzer yanı çok olacak ama hiç benzemeyen kombinasyonlara da şahit olacağız. Dünümüzden kalanlar hafızalarımızda zaman zaman tazelenecek, yahu bunları yaşamıştık diyeceğiz, hatta kimimiz nostaljik bir ruh haliyle sayıp dökecek şahit olduklarını, eski günlerin güzelliklerini, masumluklarını anlatacak, tabii...</p><p>Dün tam bunları yazmaktayken gelen bir telefon sonrasında yaptığım farklı konuşmalar neticesinde koptum gittim yazacaklarımdan ve bu sabah tekrar bilgisayarımı açtığımda bu yazılanları gördüğümde, devam ettirmeden, kopukluğuyla yayımlamazsam hiç yayımlayamayacağımı, dolayısıyla tekrar yazmaya, tekrar hatırlamaya, tekrar blogda varolmaya yine başlayamayacağımı fark ettim. Her ne kusur varsa affola artık... </p>Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-74192702641864217792019-09-17T09:49:00.001+02:002019-09-17T09:49:50.839+02:00İtalyan Usulü Edebiyat: Premio Strega'yla İtalya'yı Okumak<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQuc1CJD6PKal0pCp7Qxeqf89D3PbsfjnZrxMXlkn-pomwd5xHATJCMopnlLdl3WUVMh5CJDqQmzzw-yIxWI6bSCyry2xhewqrhqmEajFwbXIt6ww7_OFy4W88HFyETw_NFJtjRf4sw50/s1600/domenico-starnone-21813c29-6152-4061-a8fc-a06db11034f-resize-750.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="367" data-original-width="750" height="156" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQuc1CJD6PKal0pCp7Qxeqf89D3PbsfjnZrxMXlkn-pomwd5xHATJCMopnlLdl3WUVMh5CJDqQmzzw-yIxWI6bSCyry2xhewqrhqmEajFwbXIt6ww7_OFy4W88HFyETw_NFJtjRf4sw50/s320/domenico-starnone-21813c29-6152-4061-a8fc-a06db11034f-resize-750.jpeg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
Domenico Starnone</div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;">Geçen yılın son aylarında İtalyan edebiyatının iki çağdaş yapıtı dilimize aktarıldı ve ilgi çekti: Paolo Cognetti’nin <i>Sekiz Dağ </i>romanı Yelda Gürlek çevirisiyle Kafka Kitap’tan ve Domenico Starnone’nin<i>Bağlar </i>romanı Meryem Mine Çilingiroğlu çevirisiyle Yüz Kitap’tan yayımlandı. İlki kırk yaşındaki belgesel de çeken bir yazarın, modern aile ve insan ilişkilerini dağlara götürdüğü, doğal insanın bugünün sert ekonomik koşullarında hayatının ne hale gelebileceğini gösterdiği, 2017’de hem İtalya’da Premio Strega’yı hem de Fransa’da Prix Médicis’nin çeviri kitaplara verilen ödülünü kazandığı bir roman. İkincisi yetmiş beş yaşındaki, bir zamanlar yine Premio Strega’yı <i>Via Gemito (Şikâyetler Sokağı) </i>romanıyla 2001’de kazanmış, son yılların fenomen romancısı Elena Ferrenta’nın aslında eşi Anita Raja olduğu dedikodusu ayyuka çıkmış Napolili yazar Paolo Cognetti’nin 2014’te yayımladığı son romanı. <i>Bağlar</i>’da bir ailenin, bir evliliğin yıllar içindeki çalkantılı seyri hakkında tanıklıklar okuyoruz ve sürpriz biçimde bugünün ekonomik koşullarının kitabın gizli kahramanı olduğunu anlıyoruz. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;">İtalya’nın (ve Avrupa’nın) bolluk ve refah yılları 1960’larda başlamıştı, ama o aşamaya gelmeleri kolay olmamıştı, 1945’e kadar peş peşe gelen savaşlar, ekonomik ve toplumsal buhranlar, sıkı idareler, tekrar savaşlar, ekonomik buhranlar ve sıkı idareler döngüsünde İtalya (ve Avrupa) durmadan genç nüfusunu ideallerin peşinde kaybediyor, farklı idare anlayışlarına bölünün insanlar birbirlerini her fırsatta harcıyordu. 1945 sonrası konjonktürde, Amerikan himayesinde yeniden yapılanan ülke (ve kıtanın bir yarısı) bir biçimde buhran, sıkı idare ve savaş döngüsüne kapılmadan gelişmeyi becerebilmişti ve 1960’lara geldiğinde artık bolluk sıradan insanlarda da hissedilmeye başlanmıştı. 1970’ler sonrasında insanlar biraz da mecburiyetten siyasi kavgaları sıkı bir idare ve neoliberal politikalarla bırakıp pırıltılı medya yayınlarına ve tüketim alışkanlıklarına yönelirken, bu süreci yetişkin olarak yaşayan Starnone romanında bu liberalleşmenin aile ilişkilere etkilerini açılış ve kapanış halleriyle anlatırken, bu süreci çocuk olarak geçiren Cognetti’yse bu liberalleşmeden kaçıp kendisine ve doğaya kapanmaya çalışan insanların yükseliş ve düşüş hallerini anlatmayı seçmiş. Bugün bu refah çıkışı biteli çok oluyor ve bir kuşağın refahıyla başka bir kuşağın imkânsızlıkları arasında gergin bir denge üzerinde devam ediyor ülke.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;">1945 döngüsü sonrasında Roma’daki villalarında edebiyatla ilgilenen dostlarını her pazar günü bir araya getiren bir çift, Maria ve Goffredo Bellonci Amici della Domenica (Pazar Dostları) adıyla bir cemiyet oluşturur ve bu cemiyetin yazar üyelerinin oylarıyla her yıl seçilen bir yapıt 1947’den itibaren Strega likörlerinin sahibi Guido Alberti’nin desteğiyle Premio Strega’yı dağıtmaya başlar. Ülkenin ve edebiyatın gelişimi, ilkini Federico Fellini’nin <i>La Dolce Vita</i>ve <i>8,5</i>’un dahil olduğu başyapıtlarının senaryolarını birlikte yazdığı, müziklerini yapan Nino Rota’nın kardeşi Isabella Rota’yla evli, Antonioni’nin <i>La Notte</i>’sinin de senaryosuna destek vermiş, dönemin ünlü yazarı Ennio Flaiano’ya verilen bu ödülden takip edilebilir. İlk yıllarda sadece İtalya çapında tanınmış eski yazarları seçen ödül jürisi, zamanla Cesare Pavese (1950), Alberto Moravia (1952), Giorgio Bassani (1956), Elsa Morente (1957), Dino Buzatti (1958), Carlo Cassola (1960), Natalia Ginzburg (1963) gibi dünya çapında popülerleşen isimlere ödülü vermeye başlamış. Sonradan belki de bizim İtalyan edebiyatıyla köprümüz zayıfladığından Primo Levi (1979), Umberto Eco (1981) dışında uzun bir süre tanıdık isimle karşılaşmıyoruz ödül alanlar arasında, ama doksanların ikinci yarısından sonraki isimlerden Claudio Magris (1997), Margaret Mazzantini (2002), Sandro Veronesi (2006), Niccolò Ammaniti (2007) bizde de kitaplarını okuduğumuz yazarlar ama son yıllarda ödülü alanlar yine pek bize aktarılmıyor. 2018 Türkiye’de istisnai olarak çok sayıda Premio Strega kazanmış ismin (yukarıda saydıklarımdan Carlo Cassola’nın ve Giorgio Bassani’nin ödül kazanmış kitapları da dilimizde yayımlandı) kitaplarına ulaştığımız bir yıl oldu. Bizzat bu ödülün verildiği ülkedeyse, uzun bir süre sonra ilk defa bir kadına, <i>La ragazza con Leica </i>adlı yapıtıyla Helena Janeczek’e verilmeden önce 2018’de kadınların hakkının yendiği konuşuluyordu. Gerçi son beş yıldır verilen Premio Strega’nın çeviri edebiyat ödülünü Katja Petrowskaja, Annie Ernaux ve Jenny Erpenbeck üç kez kazandığından, İtalyan yayıncılar açısından da kadınların yükselişi kabulleniliyordu zaten (2018’de ödülü Fernando Aramburu’nun aldığını da belirteyim). Yayıncılarımızın ister Ferrante dalgasıyla isterse de ödülleri izleyerek olsun daha fazla İtalyan edebiyatının çağdaş yapıtlarına yönelmeleri, bir ölçüde bize benzer yoksul bir güney Avrupa ülkesiyle eski zengin siyasi ve dini imparatorluklara zemin sağlamış bir devletin karışımı olan modern bir ülkenin bugünkü hallerini daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: Times New Roman, serif;">[Ocak 2019]</span></div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-40220968844979778352019-09-13T11:27:00.001+02:002019-09-13T11:27:56.998+02:00Çağdaş Amerikan Edebiyatında Dünya Komploları: Postmodern Klasikleşince<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzpoUnLxLPXt9eZU7pH4ZzCWCUxOWBuAQOwDV8-pGjIOARhNsin5v0erD0_NETVnGcKYk-saARMW0mDEhffOc6eeVafq9Yq6t6G9qXwIH5MO3ckoYZ5mR0eSDxYQi9edJEJMC4iziMsSs/s1600/William+Gaddis.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="330" data-original-width="550" height="192" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzpoUnLxLPXt9eZU7pH4ZzCWCUxOWBuAQOwDV8-pGjIOARhNsin5v0erD0_NETVnGcKYk-saARMW0mDEhffOc6eeVafq9Yq6t6G9qXwIH5MO3ckoYZ5mR0eSDxYQi9edJEJMC4iziMsSs/s320/William+Gaddis.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
William Gaddis</div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;">2018’de çağdaş Amerikan edebiyatının, bana göre, başyapıtı seviyesinde üç romanı dilimizde yayımlandı: Everest'in Modern Klasikler dizisinden yayımlanan, 1985 tarihli William Gaddis romanı <i>Carpenter’s Gothic</i>’in Şefika Kamcez çevirisi <i>Amerikan Gotiği</i>, Siren tarafından tekrar baskısı yapılan Don DeLillo’nun postmodern apokalips romanı 1984 tarihli <i>Beyaz Gürültü</i>’sünün Handan Balkara çevirisi ve Sel tarafından Emrah Serdan çevirisiyle yayımlanan Jonathan Franzen’ın 2015 tarihli romanı <i>Saflık</i>. Amerikan postmodern komplo edebiyatının önde gelen iki ismi Gaddis ile DeLillo’nun yapıtlarının izinden giden Franzen artık klasik sayılabilecek bir tarzda onlarla hemen hemen aynı temaları ele alıyor: aile, teknoloji, siyaset üçgeninde Amerikalıların (insanların) halleri. İletişim teknolojilerinin bugün geldiği noktada, Julian Asange ya da Edward Snowden gibi internet tabanlı ifşa operasyonları yapan kompleks karakterli gizemli hacker’ları andıran Doğu Alman kökenli karizmatik bir karakter de barındıran <i>Saflık</i>, aslında genç bir kadının büyüme ve kayıp ailesini arama romanı. Gazetecilerin idarenin pis çamaşırlarını araştırma görevlerini artık kendilerinden menkul bilgisayar dâhilerine bırakarak prestij kaybettikleri bir dönemde Amerikan bağımsız gazeteciliği olgusuna da fazlasıyla değinen Franzen, romanının arka planına serpiştirdiklerini çok başarılı bir anlatımla okurlarını kesinlikle huzursuz etmeden veriyor. Romanın baş karakterinin lakabı üzerinden ta Charles Dickens’ın <i>Büyük Umutlar </i>adlı klasik yapıtına ve romanda sık sık referansı verilen Chicago’lu usta romancı Saul Bellow’a uzanabilmek mümkünken, ben nedense <i>Saflık</i>’ı okurken Gaddis’e, ondan da DeLillo’ya gittim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;">Gaddis de DeLillo da yolları reklamcılıktan geçmiş Amerikan romancıları. Gaddis 1922 doğumlu, 21. yüzyıl başlamadan önce 1998’de ölmüş. Bizde daha önceden yayımlanan tek romanı, yine Everest Modern Klasikler’den, ölümünden önce yazdığı <i>Agapeye Ağıt</i>. 1960’lar sonrasında Amerikan toplumunun ve siyasetinin iletişim teknolojileriyle nasıl iç içe geçerek garip biçimlere bürüneceğini görüp yapıtlarına aktarmış postmodern bir romancı. Sadece <i>Amerikan Gotiği</i>’ne bakınca, girişimcilik, misyonerlik, ajanlık, basın danışmanlığı gibi çağdaşlaşmış mesleklerin arka planını oluşturduğu bir toplumda, kiraladıkları tenhadaki kendine özgü bir evin içinde, evli bir çiftin ve evin sahibinin diyalogları üzerinden dünyanın komplosunu sıradan insanların dertleriyle harmanlanmış bir biçimde okuyoruz. Hem Gaddis’in bu romanında hem de Franzen’ın <i>Saflık </i>romanında birbirini çağrıştıran pek çok detay var: Gaddis’in kadın kahramanı Liz, zengin bir ailenin mirasçısı, babası ve kardeşleri girişimcilikle şapşallık arasında gidip gelen insanlar, kendisiyse paradan, aileden ve siyasi-ekonomik girişimlerden tiksinircesine uzak durmaya çalışıyor; Franzen’ın romanındaki pek çok güçlü ama garip kadın kahramandan en kendine özgüsü Anabel de zengin bir ailenin mirasçısı, babasının girişimciliğinden kardeşlerinin şapşallığına her şeyden uzak durmaya çalışıyor, özellikle paradan, ailenin endüstriyel günahlarından ve siyasi-ekonomik girişimlerden; Gaddis’in romanındaki evsahibi gizemli antropolog-ajan McCandless, Franzen’ın romanındaki McCaskill ailesinde yankılanıyor sanki; Gaddis’in müthiş bir sertlikle anlattığı vaizlerle politikacıların dünyayı alt üst eden pislikleri, Franzen’ın Doğu Alman özgürlükçü hacker’ının deşifre ettiği dünyanın siyasi pislikleriyle örtüşüyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;">Gaddis’in dünya komplolarını ben çok çeşitli biçimleriyle Don DeLillo romanlarında okumuşumdur. DeLillo 1936 doğumlu, ortak noktaları çok olmakla beraber DeLillo’nun romanları Gaddis’inkilere oranla sanatsal biçemcilikten, kişisel kaotik üsluptan daha azade, daha rafine ve daha ulaşılabilirdir. Yine de ülkemizde çok sayıda romanı çıkmasına ve okurlar tarafından beğenilmesine rağmen, bir türlü yerleşik bir konuma ulaşamaz yayınevleri nezdinde. Halbuki 1992’de bizde Simavi Yayınları tarafından yayımlanan ilk DeLillo romanı <i>Mao II </i>(yıllarca çevirisinin Tomris Uyar’a ait olduğunu sanmıştım, meğer Gülden Şen’e aitmiş) 1991’de yayımlandıktan ve Pen-Faulkner Ödülü kazandıktan hemen sonra dilimize çevrilebilmiş. (Bu romandaki yazar Bill Gray karakterinin ilham kaynaklarından birinin William Gaddis olduğu söylenir.) Bir sonraki DeLillo romanını (yani <i>Beyaz Gürültü</i>’nün ilk baskısını) dilimizde okumak için on yıl beklememiz gerekmişti. Teknolojinin, sanatın, komplonun, uluslararası siyasetin entrikalarının aile, aşk ve dostluk ilişkilerindeki etkileri üzerine kapsamlı ve zekice romanlar yazan Don DeLillo’nun dilimizde daha fazla bulunmasını dilemişimdir her zaman. Amerikalıların son yıllarda özellikle terör saldırıları ve yangın felaketleri esnasında yaşadıklarını andıran, kurgusal gizemli bir felaket esnasında Amerikan ailesinin tavırlarını ve düşüncelerini okurların önüne seren <i>Beyaz Gürültü‘</i>nün Siren Yayıncılık tarafından yeniden yayımlanması, umarım DeLillo’ya olan ilgiyi canlandırır. Yıllardır merakla beklediğim, dostum Sabri Gürses tarafından çevirisi yapılan ama henüz okuruyla buluşmamış <i>The Names </i>romanı ve <i>Mao II </i>Gaddis’in <i>Amerikan Gotiği’</i>yle ilginç yönlerden eşleşen yapıtlardır; bu açıdan öncelikle bu iki yapıtın okura ulaştırılmasının iyi olacağını düşünüyorum. Belki bir gün bu türün abidevi yapıtı <i>Underworld </i>de dilimize aktarılır da Soğuk Savaş’ın alternatif kurgusal bir tarihi anlatısı üzerinden düşünebilme fırsatı bulabiliriz.</span><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;">[Aralık 2018]</span></div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-69810672161224180712019-09-12T10:47:00.000+02:002019-09-12T10:47:47.828+02:00Yeni İrlanda Edebiyatı: Kim Bu İrlandalılar?<div>
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh6sO8prFSh5EEOJ_yH4TUIpeiwtf1yzkMtnYsdEAW_bateYffpidP22m7MIcxosLPps6oUvyJmzzxaXbLKGYJQzBEAztgsfpxHnZPa1EqAH1QGvBOx0rV_iF7tYmhfTUkKWzNUjPyIktw/s1600/Sinead.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="675" data-original-width="1200" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh6sO8prFSh5EEOJ_yH4TUIpeiwtf1yzkMtnYsdEAW_bateYffpidP22m7MIcxosLPps6oUvyJmzzxaXbLKGYJQzBEAztgsfpxHnZPa1EqAH1QGvBOx0rV_iF7tYmhfTUkKWzNUjPyIktw/s320/Sinead.png" width="320" /></a></div>
<br />
<div style="text-align: center;">
<span style="font-family: times, "times new roman", serif;">Sinead O'Connor</span></div>
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span>
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Önce ikinci dönem seçilen cumhurbaşkanları Michael D. Higgins'in kapsayıcı seçim konuşması dikkatimi çekti, bencilliğin ve ayrımcılığın yükselişte olduğu bir dönemde diğerkâmlık ve olabildiğince kapsayıcılık içeren konuşmasıyla ikinci yedi yıllık dönemine başlayan sevimli adamın kim olduğunu merak ettim. 1941 doğumlu politikacı aynı zamanda bir şair ve akademisyenmiş, İrlanda İşçi Partisi liderliğini yaparken cumhurbaşkanı seçilince istifa ederek tarafsız cumhurbaşkanı olmuş ve büyük bir kabulle ikinci dönem de aynı göreve devam edecek.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Ardından kendisinin çalkantılı, mücadeleli ve skandallı protest pop yıldızı kariyeri kadar ağabeyi Joseph O'Connor'un, bizde Can'dan Püren Özgören'in <i>Satıcı </i>ve Sel'den Süha Sertabiboğlu'nun <i>Denizler Yıldızı </i>çevirisini bildiğimiz, aslında on iki kurgu yapıt ve beş kurgudışı yapıtla üretken ve ilgi çekici yazarlık kariyeriyle de ilgilendiğim, Sinead O'Connor'un Şuheda adıyla İslam'a geçmesinin haberi yayıldı, hemen de İslam'ın erkek egemen pratiklerini eleştirip kırmaya girişerek üstelik.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Son olarak, doğal olarak benim asıl ilgimi çeken, Man Booker Ödülü Kuzey İrlandalı Anna Burns'ün <i>Milkman </i>adlı romanına verildi. Belfast doğumlu Burns, bu üçüncü romanını yazarken devletin sosyal yardımlarından yararlanıyormuş ve ödülü aldıktan sonra verdiği röportajlardan birinde ödül kazandığını gerekli kuruma bildirip artık sosyal yardımların kesilmesine imkân vereceğini belirtmişti. Romanı <i>Milkman </i>çok fazla gerilim yüklü bir coğrafyada, kavgaların ve ayrımların doruğuna çıktığı 1970'lerde bir genç kızın, kendisinden yaşça çok büyük aslında kesinlikle bir sütçü olmayan ama sütçü olarak anılan bir istihbarat görevlisi tarafından yakından taciz ve takip edilmesi sürecinde, asıl olarak toplumlarıyla, aileleriyle, erkeklikler ve kadınlıklarla, kimlik ve kavga siyasetleriyle nasıl başa çıkabildiğini ele alıyor. Çok katmanlı, çok temalı bir anlatıyı, kendisine özgü bir mizah ve anlatma şevkiyle kurgulayabilen Anna Burns, ödülle dikkati çekerken edebiyatının hiç de boş olmadığını okura kısa sürede sezdirebiliyor. Son yıllarda Man Booker'a layık görülen metinlerde çok veçheli bir doluluk dikkati çekiyor ve Anna Burns de istisna değil. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">İrlandalılığın, gerek Dublin gerekse Belfast merkezli olsun nasıl bir şey olabileceğini, bu son gelişmelerden sonra daha ciddi düşünmeye başladım. Gerek kendi İrlanda tarihi olsun gerek Britanya'yla ilişkileri olsun, popüler kültürden ve haber akışlarından bana süzülenlerden, sadece çok da net olmayan birtakım izlenimler elde edebilmiştim bugüne kadar. İngiliz edebiyatının en önemli isimleri de kabul edilen Oscar Wilde, James Joyce, Samuel Beckett, Flann O'Brien gibi isimleri elbette biliyordum, ama hiçbirinin külliyatını baştan sona kat etmemiştim, hatta James Joyce'un <i>Ulysses </i>romanının Norgunk'tan Armağan Ekici çevirisinde bir yerlerde kaybolmuş durumdaydım en son. İngilizlerle ortak krallıktan Dublin merkezli İrlanda'nın 20. yüzyılın başlarında, dünya savaşını takiben ayrıldığını, ama Belfast merkezli bir kısmının Kuzey İrlanda adıyla hâlâ Birleşik Krallığa bağlı olduğunu ve orada da Protestanlarla Katolikler, Kraliçeye bağlı olanlarla bağımsızlık yanlıları, düzencilerle isyancılar arasında terör taktiklerinin de kullanıldığı muazzam kavgaların verildiğini biliyordum, ama izlediğim tüm filmlere ve okuduğum tüm kitaplara rağmen genel bir izlenimin ötesine geçemiyordum. Kimi İrlandalı yazar siyasi ve toplumsal kavgaları realist bir arka plan olarak kullanmaktan çekinmeseler de kavga dışı öyküler anlatıyordu (mesela yayına hazırlama fırsatı bulduğum için öyküleriyle tanıştığım ve çok sevdiğim Edna O'Brien'in metinleri gibi). Kimi İrlandalı, 19. yüzyılda yaşanan büyük kıtlık ve peşi sıra başlayan, ama bugün bile bittiği söylenemeyen Amerika'ya kitlesel göçü yazıyordu (Colm Toíbin'in Everest'ten İrem Sağlamer çevirisiyle yayımlanmış ve filmi de olan <i>Brooklyn </i>ya da Colum McCann'in YKY'den Kıvanç Güney çevirisiyle yayımlanmış <i>Transatlantik </i>romanlarında olduğu gibi). Kimisiyse çeşitli müzik ve sahne sanatlarıyla ilgili karakterler ve ilgiler içeren matrak romanlar ortaya koyuyordu (Roddy Doyle'un filmiyle de meşhur <i>The Commitments </i>dahil pek çok romanı ve Joseph O'Connor'un son romanı <i>The Thrill of It All</i>'da ele alındığı gibi). Kimisi de yoksulluğun, yakın dönemdeki dünya borç krizinin ilk vurduğu ülkelerden biri olmanın, işsizliğin toplumdaki etkilerini temalarına yediriyordu (1976 doğumlu Donal Ryan'ın ilk romanı 2012 tarihli <i>The Spinning Heart</i>'ta olduğu gibi).<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">En iyisi tek tek örnekler aklıma getirerek İrlandalılığı anlamak yerine, topluca örnekler verecek bir yapıta bakmak daha sağlıklı olacak: <i>Granta </i>dergisinin 2016 sayılarından biri, 135. sayısı Yeni İrlanda Edebiyatı'na ayrıldığından, bugünün İrlandalılarının meselelerini ve yazdıklarını bir nebze olsun tanımak mümkün olabilir. Aralarında Coíbin, Doyle, Ryan gibi bahsettiğim isimlerin dışında Kevin Barry, Emma Donoghue, Sally Rooney, Sara Baume gibi 15 farklı ismin öyküleri, yazıları ve şiirlerinin yer aldığı dergi vasıtasıyla, İrlanda'yı ve İrlandalılığı daha iyi anlayacağımı umuyorum. Böylece hem ulusal niteliklerini İngilizlikten ayırıp ortaya çıkartırken nasıl İngilizce'nin en iyi örneklerini ve yapıtlarını verebilecek kadar mükemmelleştiklerini, her an kavga çıkarabilecek çizgide durup nasıl sıkı dayanışma yapabildiklerini, tüm çelişkileri ve depresyonlarına rağmen hayata ve sanata ısrarla devam edebildiklerini anlayabilir, günümüzde cumhurbaşkanı bile şair olan bir toplumdan, kültürden dersler çıkarabilirim belki.</span><span style="font-family: "calibri" , sans-serif;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">[Kasım 2018]</span></div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-11192957501690298592019-09-07T09:49:00.000+02:002019-09-07T09:49:11.742+02:00Sophie'nin Seçimi: Kurban kalmak mı yoksa tekrar hayatı yaşamak mı?<span style="background-color: #fff2cc;">Doğum günümde, 5 Eylül'de, Cumhuriyet Kitap'ta kapaktan anons edilerek bir yazım yayımlandı, ben daha önce yayımlandığını sanıyordum, sürpriz oldu. Son yıllarda Cumhuriyet gazetesinde yaşananlardan sonra Cumhuriyet Kitap'ta kapakta adımın geçmesi beni gönendirmek yerine bir parça utandırdı. Bir de dergiyi karıştırıp yazımı gördüğümde, felaket bir edisyonla kırpıldığını ve okunamaz hale geldiğini anladığımda utancım katmerlendi. Eğer yazıyı dergide okuyanlar varsa, benim elimde olmayan bu felaketten dolayı özür dilerim, ama yazıyı buradan da okursanız kötü edisyonun bir yazıyı ne hale getirdiğini anlayabilirsiniz. Ham haliyle William Styron yazım aslında böyleydi:</span><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj0z8iT1XlucQOzE1B_B0n-9_3xS9qMTvMQl0sCXp1foghwaU5td0lv5z0zahYbG-7Als_7R879Gw9izMVA-zQspOHFfHsdIicCWzsdHWctHToen8oV2QLX_Z1W1wJeX0VoxIBmxyCufEw/s1600/Styron.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="677" data-original-width="1000" height="216" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj0z8iT1XlucQOzE1B_B0n-9_3xS9qMTvMQl0sCXp1foghwaU5td0lv5z0zahYbG-7Als_7R879Gw9izMVA-zQspOHFfHsdIicCWzsdHWctHToen8oV2QLX_Z1W1wJeX0VoxIBmxyCufEw/s320/Styron.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
William Styron</div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;">Amerikan edebiyatının 20. yüzyıla damgasını vurmuş en önemli isimlerinden biri olmasına rağmen dilimizde çok az yapıtı, o da yarım yamalak yayımlanmıştı William Styron'un: Tomris Uyar çevirisiyle depresyon güncesi <i>Karanlık Gözükünce </i>sahaflarda bulunabilir, zamanında öz-sansür işlemleriyle kuşa döndürülmüş Suveren kardeşler tarafından çevrilen ilk <i>Sophie'nin Seçimi </i>versiyonuna, şimdi Kerem Sanatel tarafından gerçekleştirilen gayet başarılı ve cüretkâr çevirisi Doğan Kitap’tan yayımlandığından, hiç bakmamalı bile. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;">A</span><span style="font-family: "Times New Roman", serif;">merikan edebiyatı açısından Norman Mailer, Philip Roth, Saul Bellow, Bernard Malamud gibi isimlerle birlikte anılan, 20. yüzyılın ikinci yarısının erkeksi, dilini sansürlemeyen, tartışmalı konulara girmekten ve pot kırmaktan çekinmeden kallavi romanlar yazanlarından biri William Styron. Yazarın gem vurulamayan diline ve hassas insanları tedirgin edecek cüretkârlığına</span><span style="font-family: "Times New Roman", serif;"> </span><i style="font-family: "Times New Roman", serif;">Sophie’nin Seçimi </i><span style="font-family: "Times New Roman", serif;">iyi bir örnek; ama daha tartışmalı bir romanı Amerikan köleliğini işlediği</span><span style="font-family: "Times New Roman", serif;"> </span><i style="font-family: "Times New Roman", serif;">The Confessions of Nat Turner</i><span style="font-family: "Times New Roman", serif;">, hâlâ çevrilmeyi bekliyor: Siyahların yurttaşlık hakları mücadelesinin en civcivli olduğu dönemde, 1967’de yayımlanan bu roman ilk köle isyanlarından birinin öyküsü; her ne kadar James Baldwin ve Ralph Ellison gibi siyahi yazarların desteğini alsa da, hem beyazlar hem de siyahlar tarafından tepkilerle karşılanmıştı.</span><span style="font-family: "Times New Roman", serif;"> </span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<i><span style="font-family: "Times New Roman", serif;"><br /></span></i></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<i><span style="font-family: "Times New Roman", serif;">Sophie’nin Seçimi </span></i><span style="font-family: "Times New Roman", serif;">Styron’un ustalık yapıtı ve yazdığı son roman, ABD’de 1979’da yayımlanır. Romanda Styron, romanın anlatıcısı Stingo lakaplı genç yazar adayı karakterinde bir bakıma kendisini ele almış ve Stingo hakkında yazdığı her şey doğrudan Styron’un hayatını anımsatır, Nat Turner referansları dahil. II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında, 1947’de yaşanır olaylar ama roman 1979’a doğru kaleme alındığından pek çok detayı tarihsel değişikliklerle bize aktaran bir bilinç de söz konusudur. Bir zamanlar neler yaşandığını ve düşünüldüğünü hatırlarken anlatıcı açıklamalar da yapar, düzeltmeler de getirir. On altı bölümlük romanın pek çok bölümü bağımsız roman olabilecek boyutta ve adeta William Styron’un Amerikan edebiyatındaki komşularına nazire olarak yazılmış. Parodisini yaptığı ya da göndermede bulunduğu yazarlardan benim yakalayabildiklerim arasında Truman Capote, Philip Roth, Thomas Wolfe, James Baldwin gibileri bulunuyor. Ayrıca Freud’dan başlayan ve bir romanda görmeye pek alışık olmadığımız çok kapsamlı bir psikanaliz dökümü de mevcut.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;">Romanın en başında New York’ta bir yayınevindeki çalışma hayatının bağnazlığına ve sıkıcılığına uyamaması nedeniyle kovulan güneyli Stingo’nun Manhattan’dan çoğunlukla Yahudilerin yaşadığı Brooklyn’e geçerek ilk romanını yazmak için yalnız insanların kaldığı bir pansiyona yerleşmesini okuruz. Yazar adayı genç adam tüm roman boyunca bir benzerinin, dengesiz de olsa yüksek enerjili Yahudi dehası Nathan’ın, pansiyondaki komşusu güzeller güzeli Polonyalı Sophie’yle tutkulu ve fırtınalı bir ilişki sürdüren o cazip adamın yerine geçmeye çalışır ama talih bu iki adamı farklı yönlere götürecek, Stingo hayatı yaşamak yerine daha çok hayatı iyisiyle ve kötüsüyle yaşayanların anlattıklarının kaydını tutan biri olabilecektir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;">Ama bu hayat ne hayattır: Sophie Avrupa’yı kasıp kavuran Nazi çılgınlığına kapılmış, soykırım kapsamında insanların imhasının sistematik olarak gerçekleştirildiği kamplarda –üstelik Yahudi değil yüksek Alman kültürü almış bir Katolik olmasına rağmen– mahkûm olmuş, tüm ailesini kaybetmiş güzel bir kadın olarak, hayatını artık Amerikan hafifliğinde yaşamak isterken bir anda dünyanın en cazip âşığıyla en sert sorgucusu arasında gidip gelen, ruh hali durmadan değişen bir adam olan Nathan’a tutulmuştur. Stingo için yazılacak romanlar ve sevilecek kadınlar vardır ama sadece arkadaşlarının, çılgınlığın pençesindeki Nathan’ın ve Avrupa’nın yıkımında bambaşka bir hayatı geride bırakan Sophie’nin marazî ilişkisinin tanıklığını yapacaktır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;">Styron’un yazdığı bir New York romanıdır ama aynı zamanda bir soykırım romanıdır da. Bir yazarın yazma mücadelesini de barındırır, bir yeniyetmenin fantezilerle dolu aşk arayışını da. Amerika’nın damarlarındaki ırk ilişkilerini de irdeler, Avrupa’nın bağrında ortaya çıkmış Nazi canavarlığını da. Avrupa’da olanların Amerika’da da olabileceğini gösterir sanki. Siyahlar, Güneyliler, Yahudiler, Kadınlar, Katolikler, Naziler hakkındaki tüm önyargılar, nefretler, küçümsemeler karakterlerin farklı ruh halleriyle dile getirdikleri bölümlerde büyük bir iştahla canlanır ama kısa sürede yazarın maharetiyle okurun dimağında eriyip gider. Styron’un romanı kolay lokma değildir, her okurun midesi kaldırmayabilir. Ahlakçı tüm yaklaşımları tepetaklak eder, basit bir drama şeklinde insanlık suçlarını vermek yerine dobra diliyle karakterlerinin bilinçlerinin neredeyse psikanalizini yapar, tüm karmaşık yapısıyla ortaya koymaya çalışır. Üstelik her yeni bölümle bambaşka hakikatleri ortaya çıkararak okurun o ana kadar düşündüğü her şeyi buruşturup çöpe atmasını sağlar: Okurun gözünde sadece bu açıdan bile yazdığı roman çok büyük bir yapıt, kendisi de çok mahir bir yazar olacaktır. Sophie’nin seçimi literatürde çok basit bir ikileme indirgenir ama bana kalırsa mesele sadece Sophie’nin seçimi değildir, insanın kurban kılındığında bile yaşayıp yaşayamayacağıdır: Felaketten sonra yaşanabilir mi?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="font-family: Calibri, sans-serif; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif;">[Ağustos 2019]</span></div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-49919684082172999402019-09-05T17:52:00.000+02:002019-09-05T17:52:13.092+02:00Murakami Bahanesi Olsun: Japon Edebiyatında Bilmediğimiz Kimler Var?<span style="background-color: #fff2cc;">Japonca çevirmeni Ali Volkan Erdemir'le yaptığım söyleşi <i>Kitaplık</i> dergisinin son sayısında yayımlandı. Kendisiyle tanışmama vesile olan yazım bir sene önce <i>Diken</i>'de yayımlanmıştı. Başkalarının yazdıkları üzerine yazdıklarımın yeni insanlarla tanışmaya ve yeni yazılara vesile olması mutluluk verici.</span><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgBWSh41rpiYDewYvDLKP7TO3Y6UyhlN_p_7RA5p8f6Z-kZp2xa15YfhesW0ySdMF6Vt3qTPmpMyDdEwvzlZHqXx4iS1NWR54bKyw4vaZlZOkm6vpV-KFUeIuvek-50poEDC9IfzLpfhX0/s1600/Jay+Rubin.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="627" data-original-width="940" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgBWSh41rpiYDewYvDLKP7TO3Y6UyhlN_p_7RA5p8f6Z-kZp2xa15YfhesW0ySdMF6Vt3qTPmpMyDdEwvzlZHqXx4iS1NWR54bKyw4vaZlZOkm6vpV-KFUeIuvek-50poEDC9IfzLpfhX0/s320/Jay+Rubin.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
Jay Rubin</div>
<br />
<div style="box-sizing: border-box; font-family: Merriweather, serif; font-size: 16px; margin-bottom: 26px; padding: 0px;">
Tam olarak Japon edebiyat geleneklerine sıkıştırılamasa da yüzde yüz Japon yazar Haruki Murakami’nin her yeni romanı yaklaştığında içimdeki Japonya merakı nüksediyor. Kesinlikle Murakami’den çok önceye, sanırım çocukluğumun çizgi filmlerine, bilgisayar oyunlarına, elektronik cihazlarına ve sinema yönetmenlerine uzanan bir merak bu. Ama nihai eşleşmesi Murakami’yle oldu 21’inci yüzyılda. Hazır yeni Murakami romanı çıktı çıkacakken katkıda bulunduğu başka bir projeyle Japon öyküsüne, edebiyatına ve kültürüne okur olarak bir ziyaret yapma fırsatı daha buldum.</div>
<div style="box-sizing: border-box; font-family: Merriweather, serif; font-size: 16px; margin-bottom: 26px; padding: 0px;">
İngilizceye Murakami’nin yapıtlarından bazılarının (ve Soseki Natsume ile Akutagava’nın metinlerinin) çevirisini yapan ve Murakami hakkındaki biyografiyi hazırlayan Jay Rubin’in seçkisini yaptığı, Murakami’nin kapsamlı bir önsöz yazarak seçilmiş yazarları biz yabancılara tanıttığı bu güz yayımlanan <span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">‘The Penguin Book of Japanese Short Stories’</span>i edinip okumaya başladım.</div>
<div style="box-sizing: border-box; font-family: Merriweather, serif; font-size: 16px; margin-bottom: 26px; padding: 0px;">
Bizim dilimize doğrudan aktarılan metin oranı az olan bir dilin hüküm sürdüğü kültüre merak salınca insan, ister istemez bildiği diğer dilleri de devreye sokup araştırıyor, daha farklı yazarlara ulaşmaya çalışıyor.</div>
<div style="box-sizing: border-box; font-family: Merriweather, serif; font-size: 16px; margin-bottom: 26px; padding: 0px;">
<span style="background-color: white;">Özellikle derlemeler söz konusu olduğunda, derleyicinin mantığı da bizi farklı boyutlarıyla merak alanımızla tanıştırabiliyor. Jay Rubin derlemesini bazı temalara bölmüş: Japonya’nın Batı’yla ilişkileri, zamanın militer zihniyeti, toplumundaki kadınlarla erkeklerin durumları, doğayla hafızanın ilişkisi, modern hayatın ıvır zıvırları, korkuları ve gerek insan yapısı olsun gerek doğal afet olsun felaketleri…</span></div>
<h4 style="box-sizing: border-box; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 20px; line-height: 1.2; margin: 0px 0px 16px;">
Murakami de bizim gibi uzaktan inceliyor</h4>
<div>
<div style="box-sizing: border-box; font-family: Merriweather, serif; font-size: 16px; margin-bottom: 26px; padding: 0px;">
Toplam 32 yazarın 35 metni yer alıyor bu konular üzerine: Tanizaki’nin bir novellası, Soseki Natsume’nin bir romanından ve Yoko Ota’nın kitabından bir bölümle, Akutagava’nın bir öyküsünden alınan bir parça dışında seçilen metinlerin tamamı öykü. Kitaba önsöz yazan Haruki Murakami’ye ve Jay Rubin’in çevirdiği önemli yazar Ryunosuke Akutagava’ya kıyak geçilmiş, birden fazla öyküleri seçilmiş.</div>
<div style="box-sizing: border-box; font-family: Merriweather, serif; font-size: 16px; margin-bottom: 26px; padding: 0px;">
Murakami önsözünde yazarları tanıtıyor. Kendisine sık yapılan bir eleştiri doğrultusunda, Japon edebiyatına bir bakıma yabancı gözüyle bakarak tıpkı bizim gibi uzaktan bu yazarları incelediğini, ama elbette Japonya’da doğup büyümüş ve (edebiyat hocası ebeveynlerin oğlu) öz be öz bir Japon olarak her birisi hakkındaki öznel hatıralarını ve görüşlerini eklemekten geri durmadığını anlıyoruz.</div>
<div style="box-sizing: border-box; font-family: Merriweather, serif; font-size: 16px; margin-bottom: 26px; padding: 0px;">
Seçilen yazarlar Japonya’nın modernleşme sürecinin başladığı Meiji döneminden bugüne kadar etkili olmuş, ama illaki Japon edebiyatının en büyükleri arasında sayılmayacakların da aralarında olduğu (hatta bazı büyüklerin de olmadığı) bir kadro. Yaşayan 12 yazar var.</div>
<h4 style="box-sizing: border-box; font-family: "Open Sans", sans-serif; font-size: 20px; line-height: 1.2; margin: 0px 0px 16px;">
‘Japonya’nın Tanpınar’ından Kavabata’ya ve Dazai’ye</h4>
</div>
<div>
<div style="box-sizing: border-box; font-family: Merriweather, serif; font-size: 16px; margin-bottom: 26px; padding: 0px;">
Japonya’nın Batı’yla ilişkileri kısmında Tanizaki’nin başlı başına kitaplaşabilecek çok başarılı bir yapıtıyla beraber, Japon modern edebiyatının bir bakıma Tanpınar’ı denebilecek Soseki Natsume’nin ve Kafu Nagai’nin metinleri var.</div>
<div style="box-sizing: border-box; font-family: Merriweather, serif; font-size: 16px; margin-bottom: 26px; padding: 0px;">
<span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">‘Sadık askerler’</span> adındaki militer bölümde en eski doğum tarihli subay yazar Mori Ogai’nin seppuku mektubu yanı sıra çelişkilerine rağmen en başarılı Japon yazarlardan kabul edilen Mişima’nın kurguladığı meşhur bir öyküsü yer alıyor: Bir askeri darbe sonrasında silah arkadaşlarını cezalandırmayı onuruna yediremeyen genç bir subayı eşiyle beraber törensel seppukusu.</div>
<div style="box-sizing: border-box; font-family: Merriweather, serif; font-size: 16px; margin-bottom: 26px; padding: 0px;">
Kadınlarla erkeklerin ilişkilerinin anlatıldığı bölümde aralarında yakın dönemde bizde yeniden yayımlanan <span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">‘Mor Bir Serserinin Gezi Notları’</span>yla bildiğimiz Osamu Dazai’nin yazar kızı Yuko Tsuşima’yla bizde de çok sevilen Banana Yoşimoto’nun bulunduğu beş kadın ve bir erkek yazardan öykü seçilmiş.</div>
<div style="box-sizing: border-box; font-family: Merriweather, serif; font-size: 16px; margin-bottom: 26px; padding: 0px;">
Hafızayla doğanın ilişkisinin irdelendiği öykülerde beş metinden sadece birini son dönemlerin öne çıkan kadın yazarlarından Yoko Ogava yazmış.</div>
<div style="box-sizing: border-box; font-family: Merriweather, serif; font-size: 16px; margin-bottom: 26px; padding: 0px;">
Modern hayatla ilgili öykülerde Mieko Kavakami dışında bilimkurgu yazarı Şiniçi Hoşi dahil dört erkek yazar daha var. Korku öykülerinde en eski yazarlardan adı en önemli Japon edebiyatı ödülüne verilmiş Akutagava ile en genç yazar 1986 doğumlu Savanişi’yle bir erkek yazar daha seçilmiş.</div>
<div style="box-sizing: border-box; font-family: Merriweather, serif; font-size: 16px; margin-bottom: 26px; padding: 0px;">
Depremler, savaşlar, nükleer bombalar, tsunamiler ve nükleer kazaların eksik olmadığı bölümde seçilen yazarlardan üçü kadın, yedisi erkek. Dilimize de çevrilen <span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">‘Nagazaki’</span>siyle Yuiçi Seirai, Nobel ödüllü Yasunari Kavabata ve pek çoğumuzun bayıldığı Studio Ghibli’den Isao Takahata’nın filmi yürek burkan <span style="box-sizing: border-box; font-weight: 700;">‘Ateşböcekletinin Mezarı’</span>ndaki öykünün yazarı Akiyuki Nosama dikkat çekiyor.</div>
<div style="box-sizing: border-box; font-family: Merriweather, serif; font-size: 16px; margin-bottom: 26px; padding: 0px;">
Dünyanın bambaşka coğrafyalarında yaşayanların oluşturduğu kültürlerin yapıtları bugün kolaylıkla elimizin altına gelirken dünyaya bakmaktan kaçınmak içe kapanıp iyice bunalmak anlamına gelir. Mümkün olduğunca dünyaya bakmaya ve görülenleri paylaşmaya çalışmak şart. Başka kültürlerle de nefes alabilmek için. Murakami bahanesi olsun mesela Japon kültürünün.</div>
</div>
<div style="box-sizing: border-box; font-family: Merriweather, serif; font-size: 16px; margin-bottom: 26px; padding: 0px;">
[Ekim 2018]</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-17654122243774682252019-09-01T09:34:00.002+02:002019-09-01T09:34:49.981+02:00Bir Romancının Diline Kapılmak: Javier Marías Beyefendi'nin Yazdıkları<span style="background-color: #fff2cc;">Geçtiğimiz yıl Eylül ayında üçüncü yaşgünün kutlayan <i>Arka Kapak</i> dergisinin 36. sayısında yayımlanmıştı Javier Marías üzerine yazdığım bu yazı. Ne yazık ki Ağustos 2018'de başlayan ekonomik kriz nedeniyle sona eren pek çok yayından biri olmuştu <i>Arka Kapak</i>. Sadece son üç sayısında yer aldım derginin, keşke ömrü ve işbirliğimiz daha uzun olsaydı. Yazının yazıldığı zaman <i>Acı Bir Başlangıç Bu </i>romanı yeni yayımlanmıştı. Birkaç hafta önce <i>Berta Isla </i>da yayımlandı. Bir süredir <i>Berta Isla</i>'yı okuyorum ama hayat araya giriyor, önceki romanları gibi girip içinde kalamıyorum. Bunun Marías'la bir ilişkisi yok ama.</span><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7tuLNkDdScMl3-iifi1wkzv-_sGlR6yp-Nc_d3_1koOD0rMqd_GoSp0sTV_Crzm2qytz9m0q5OK5bOk8i-T4ct7zJhNfTimnaJy6_gcOOVjhkyRL334eoHpc2GJCYQ_XfG7G-_0eTH_E/s1600/marias.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="530" data-original-width="800" height="212" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7tuLNkDdScMl3-iifi1wkzv-_sGlR6yp-Nc_d3_1koOD0rMqd_GoSp0sTV_Crzm2qytz9m0q5OK5bOk8i-T4ct7zJhNfTimnaJy6_gcOOVjhkyRL334eoHpc2GJCYQ_XfG7G-_0eTH_E/s320/marias.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt; text-align: center;">
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">Javier Marías</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">Bir okur olarak kimi zaman bir kitabı elimize aldığımızda ilk cümlesinden yapıtın içine giriveririz ve yapıtı yazan o yaratıcı zekânın bizi alıp götürmesinden duyduğumuz heyecan ile haz karışımından mürekkep bir vecd halinde kaptırıp gideriz. Gerçi elimizdeki popüler bir yapıt değildir, önümüze çıkan cümleler de sürükleyici, kısa ve seri cümleler değildir, tam tersine hiç bitmeyecekmiş gibi gözüken virgüllerle durmadan genişletilen, ara cümleciklerin bile neredeyse paragraflar boyutuna ulaştığı, soluk almadan dalındığında boğulma tehlikesinin söz konusu olduğu, anlatımın tereddütlerle, muğlaklarla, bitimsiz nezaket ve kimi zaman birden patlayan kabalıkla yoğrulduğu, ilk andaki çarpıcılığın ayrıntılarla açıklığa kavuştukça durmadan şekil değiştirdiği bir yapıtla karşı karşıyayızdır. İddialı ve büyük ölçüde mazoşist bir okur olarak böylesi girift, kavisli, spiralleri andıran yapıtlara dalıp hiç içinden çıkamayacakmışçasına, zamanı unutarak okudukça okuma fırsatını bulmak, arada yaklaşıp ne okuduğumuzu soranlara kısa cümlelerle, okuduğumuzun tadını kaçırmadan açıklayamayacağımızın bilinciyle mahcupça gülümseyip anlatamamak, hızlıca bir-iki saçmalık geveleyip tekrar okumaya dalmak bizi yoğun bir mutluluğa boğar, öyle ki elimizdeki romanı bitirdiğimizde, anlatının tüm kıyısını bucağını tek tek dolaşıp aklımızın bastığı ölçüde karanlıktaki kısımlarını aydınlattığımızda, hemen kitabın yazarının kim olduğunu araştırmaya başlar ve başka hangi labirentleri kitaplıkların raflarında bulabiliriz diye harekete geçeriz. İşte elinize alacağınız pek çok Javier Marías metni, özellikle en son Seda Ersavcı’nın çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları’ndan dilimizde yayımlanmış <i>Acı Bir Başlangıç Bu </i>romanı, kesinlikle bu türden heyecanlar uyandıracaktır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">Javier Marías’tan ilk haberdar olduğumda genç bir editör, meraklı bir okur ve hevesli bir yazar adayı olarak yüzyılın başında Orhan Pamuk’la bol bol sohbet fırsatı bulabildiğim bir dönemindeydim hayatımın. Bir gün Marías’tan bahsettiğinde, o dönemler zihnime not ettiğim pek çok önemli isim gibi, bu İspanyol yazarın da isminin peşine düşmüştüm. O yıllarda birkaç genç yazar adayı, yoğun oranda okuyarak dünya edebiyatının yükselen yeni nitelikli yazarlarının peşine düşebiliyorduk: Bernhard ya da Sebald ortak merakımızdı belki, bazılarımızın yolu Murakami’ye çıkmıştı bazılarımız ise David Foster Wallace öldüğünde ağabeyini kaybetmiş gibi üzülmüştü. İşte Orhan Pamuk’a göre Avrupa’nın en önemli isimlerinden biri olacaktı Javier Marías (o yıllarda henüz pek de popüler değildi, Gendaş, Sistem ve Everest’ten birer romanı çıkmıştı), ben de Everest’ten yayımlanmış <i>Ufkun Öte Yanı</i>’nı alıp ne çarpıcı yanı bulunduğunu anlamaya çalışmış, ama açıkçası ilgimi bir Fowles ya da Durrell kadar çekememişti. Muhtemelen bu yanılgımın sebebi ele aldığım kitabın Marías’ın henüz 22 yaşında yayımladığı ikinci romanı olmasıydı, o dönem yayımlanmış diğer iki kitabından biri elime geçseydi, her birinin daha ilk başında o cazip cümleleriyle biz okura yem olarak sunduğu ölen kadınlara ne olduğunu bulabilmek için soluksuz biçimde Marías anlatısına dalar, bizim dilimize daha erkenden daha fazla aktarılması için ben de cürmüm kadar çaba gösterirdim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">Zaman içinde özellikle Metis’ten yayımlanan <i>Yarınki Yüzün </i>üçlemesiyle Javier Marías’ın çağımızın en başarılı, kendine özgü ve uzun uzadıya yazabilen romancılarından biri olduğu anlaşıldı. 21. yüzyılın parlayan bu İspanyol yıldızı, Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanmaya başlayınca da bugün yayımlanan her kitabıyla benim gibi pek çok okurun duraksamaksızın almaya gittiği, çarpıcı ilk cümlelerinden başlayarak uzun uzadıya ve her yeni romanında daha da dolaylı, zokayı yutmuş bir balık gibi dolanırcasına, mazoşistçe zevk almamızı sağlayan, her şeyin sanki ağır çekim akarken anlatıcının yorum üstüne yorum yaptığı, muazzam bir okuma zevki vaat eden bir romancı konumuna yerleşti. Kendi ülkesinde de, yapıtlarının çevrildiği diğer tüm dillerde de, aheste ama istikrarlı biçimde hızlanan bir kabul, beğeni ve hayranlık uyandırdı Marías. Bu başarıyı ve şöhreti kaldıramayacak biri de değil üstelik: Çağdaş İspanya’nın en önemli filozoflarından José Ortega y Gasset’in yetiştirdiği babası Julián Marías, her ne kadar General Franco’nun yarattığı vahim yarılmanın mağdur tarafında yer aldığı, Cumhuriyetçileri desteklediği için önceleri cezalandırılıp ülke eğitim sisteminden dışlansa da, beş oğlunun ve en çok da Javier’in ABD’de yetişmesini sağlayacak biçimde Amerika’nın en iyi üniversite kurumlarında 1970’lere, Franco rejiminin yerini demokrasiye bırakacağı zamana kadar ders verdiğinden, yüksek nitelikli bir göçmen, bir <i>émigré </i>çocuğu olarak hem büyük şahsiyetlerle kolaylıkla tanışmış hem de kendisini yabancılar arasında ve yalnız başına nasıl konumlandıracağını öğrenmiş olmalı. Babası da yazdığı onlarca kitapla, 1964’ten beri Real Academia Española üyeliğiyle ve kazandığı Prince Austrias ödülüyle yeterince şöhreti ve saygınlığı olan Javier Marías, hem yaptığı müthiş çevirilerle (en başta Laurence Sterne‘in <i>Tristram Shandy Beyefendi’nin Hayatı ve Görüşleri</i>, Nabokov, Faulkner, Updike, Henry James, Shakespeare, Stevenson, Conrad gibi isimlerin yapıtları) hem gündelik basında sürekli yayımlanan yazılarıyla hem de kendi küçük yayınevi Reino de Redonda’yla aslında bir ölümlünün edebiyat alanında kazanabileceği saygınlığı yeterince kazanmış olacaktı. Bu faaliyetinin üstüne bir de çok sayıda ödül kazanmasına sebep olan on beş roman ve pek çok öykü ve deneme kitabı yayımlatınca, hiç şüphesiz en spektaküler ve gösterişli İspanyol isimlerinden biri haline gelmiştir. Madrid’de dolaşma fırsatı bulanlar için aşina bir figür olarak heyecanlanma sebebi olabilir. Biz uzaktaki okurlarıysa ancak yeni bir romanı dilimize çevrildiğinde bu heyecanı duyabiliyoruz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: Times, Times New Roman, serif;">İşte bu yeni roman, geçtiğimiz Mayıs ayında yayımlanan, <i>Acı Bir Başlangıç Bu </i>oldu benim için. Her ne kadar kendi yazdığı son romanı <i>Berta Isla </i>olsa da 2014’te yayımladığı bu romanın nispeten çabuk dilimize Seda Ersavcı gibi mahir bir çevirmen tarafından çevrilmesi mutluluk verici. Çoğu zaman olduğu gibi yine bir Shakespeare deyiminden ismini alan roman, pek alışık olmadığımız biçimde önümüze bir ölüm koyarak başlamıyor, ama anlatıcının Sterne’i hatırlatırcasına, elbette çağdaş biçimde, dolaylı ve mütereddit, kendinden emin ama hatıraların Nabokovvari yanlışlığının bilincinde fikir değiştirmeye yatkın biçimde zamanında şahit olduklarının biz okurlara sunulacağının vaadiyle başlıyor. Anlatıcının, popüler bir sinema yönetmeninin yanında, Franco’nun ölümü sonrası dönemde çalışan genç halinin gözlemlerinden ve yaşadıklarından ağır bir faşizmin ardından yeniden canlanan bir ülkede, zamanında birbirlerine ne türden zulümler yapmış olursa olsun, toplumsal yarılmanın her iki tarafında kalan insanların yeniden kavgasız, gürültüsüz ve sakin bir düzen kurabilmek adına neler yapıp nelere katlanabileceğini okuyacağımızı, kesinlikle başlangıçtan anlayamadığımızdan Marías gibi yazarların dolambaçlı üsluplarının akışına kendimizi kaptırmamızın ne kadar da önemli olduğunu belirtmek gerekir burada. Oldukça iyi yazılmış bir metinde yol alarak, 1970'lerin ikinci yarısındaki Madrid’in sosyal hayatı, özgürleşen ilişkileri, sinema ortamından oluşan arka plan üzerinde, genç birinin büyümesini, evli bir çiftin yabancılaşmasını, içsavaş boyutuna ulaşan toplumsal kavgaların hiç akla gelmeyecek inceliklerdeki günahlarıyla çatlaklarını okuyoruz. Üstelik romanı kat ettikten sonra biraz araştırınca Marías’ın aslında bizzat dayısı ünlü B sınıfı filmleri yönetmeni Jesús Franco’nun yanında yaşadıklarından esinlendiğini, belki de babasının saygın akademik karakterinin ciddiyetiyle dayısının pornografik merceğinden yansıyan absürd erotik-şiddetin bir karışımı olarak tüm romanlarını oturaklı bir edebiyatın içine serpilmiş matrak sahnelerle dolu tam da günümüze yaraşır türden bir yazar olduğunu düşünebiliyoruz. İyi bir romancının okuru alıp götüren maharetine kapılmışken açılan bilincimizin altına pek çok küçük aydınlanmayı serpiştirdiği konsantre okuma imkânını sağladığı için Javier Marías gibi yazarları kendi kişisel yıldızlarım olarak görüyorum ve bir okur (ve de hâlâ yazma hevesini kaybetmemiş bir yazar adayı) olarak bu türden yıldızların çoğaldığı bir edebiyat gökyüzünün altında yaşamaktan mutluluk duyuyorum.</span><span style="font-family: Calibri, sans-serif;"><o:p></o:p></span></div>
<br />
[Eylül 2018]Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-89022231950566115392019-08-24T08:17:00.002+02:002019-08-24T08:17:58.863+02:00Güzün Dökülen Yapraklarına Eşlik Edenler<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhSYLbvG_kAAFmd7fMIYGvUvbJOQkEHKcJPSFj4H5vsTfQGPspFNTJDKHZMFtkVrXOx4R3dBrdO6wM7MJIYsDR0W6pDOziGpdhUE8YitPTBUz0bb9SyeTysv3gXsFE-OC7qP18CMQ-drOo/s1600/karl+ove.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="385" data-original-width="685" height="179" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhSYLbvG_kAAFmd7fMIYGvUvbJOQkEHKcJPSFj4H5vsTfQGPspFNTJDKHZMFtkVrXOx4R3dBrdO6wM7MJIYsDR0W6pDOziGpdhUE8YitPTBUz0bb9SyeTysv3gXsFE-OC7qP18CMQ-drOo/s320/karl+ove.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
Karl Ove Knausgaard</div>
<br />
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Sonbahar her nedense pek çok açıdan yeni başlangıçların mevsimi oluyor. Belki de okul çağından kalan bir alışkanlıkla, eylül ayı, hayatımızdaki çarkların yeniden dönmeye başlaması anlamına geliyor. Uzun ya da kısa bir yaz tatilin sonunda, belki yeni kurumlarda belki eski kurumlarda eğitim, iş yeniden yoğunlaşıyor. Yayıncılık için de geçerli bu elbette, bir bakıma “sezon başlangıcı” gerçekleşiyor ve yayınevleri, okurlarına büyük ümitlerle okuyacakları yeni kitaplar sunuyor. Her yıl kimileri için okunacaklar tükenmiş gibi gözüküyor, kimileri için okunacaklar asla bitmiyor ama mutlaka bir-iki heves edilecek, önceden beklemeye geçilecek, yayımlanacağı tarih ajandalara not edilecek kitap bulunuyor. 2018 sonbaharının başında ben de Anglosakson yayın piyasasında yayımlanacağı şimdiden müjdelenmiş yapıtları not etmek istedim.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Geçtiğimiz yıllarda büyük bir hevesle okuduğumuz Karl Ove Knausgaard’ın <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kavgam</em> serisi kitapları İngilizcede, eylül başladığında, nihayet tamamlanmış olacak. 1200 sayfaya yakın <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The End</em>adındaki bu son ciltte Hitler’in <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Mein Kampf</em>’ı üzerine de bir bölüm yer alacakmış. Bakalım Knausgaard’ın kendisini ortaya koyarak edebiyat tarihine geçtiği bu dizi nasıl sonlanacak. Gerçi ben Monokl çevirisini bekleyeceğim, ama pek çok Knausgaard hayranı son kitaba gelmeden çoktan yazarın bir diğer serisini, “mevsimler dörtlemesi”ni İngilizce çevirilerinden okumaya başladı.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Uzun zamandır yeni bir kitabı yayımlanmayan ama çoksatarlar listesinde her kitabıyla kendine yer bulmuş, özellikle <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Uçurtma Avcısı</em>’yla fenomenleşmiş Khaled Hosseini, eylül ayında yine bir mülteci öyküsüyle ama bu sefer çizimlerini Dan Williams’ın gerçekleştirdiği bir çocuk kitabıyla okurlarına ulaşacak. Hosseini, Suriye’nin Humus bölgesinden kaçmaya çalışan bir aileyi anlatısının odağına yerleştirmiş <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Sea Prayer</em> kitabında.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Popüler ve başarılı İngiliz romancı Kate Atkinson’dan eylül ayında İkinci Dünya Savaşı döneminde geçen bir casusluk romanı geliyor. <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Transcription</em> adlı romanda, savaş süresince casus olarak görev yapmış ama savaş sonrasında radyoda “normal” olarak çalışan bir kadının gizemli ve tedirgin edici geçmişinin hatırlatılmasını kaleme almış Atkinson. Bakalım hemen hemen her kitabıyla ödüllere aday olan yazar, bu son romanıyla ne kadar ses getirecek?<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Vladimir Nabokov’un ardından Amerika’ya göç etmiş ve İngilizce yazan en matrak Rus olan Gary Shteyngart’ın yeni romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Lake Success</em> de eylülün merak uyandıran yapıtlarından. Bankada fon yöneticisi olan başkahramanının, zamane Amerika’sında Kerouacvari bir yol macerasına çıkmasını kaleme alan Shteyngart, tüm dünyayı etkileyen bu kültüre Putin Rusya’sından çok daha farklı yaklaşarak olsa da, yine de matrak bir ayna tutacak muhtemelen, daha önceden pek çok kez yaptığı gibi.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Güz Murakami’yle başlar</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Ekim ayını iple çekmemin en önemli nedeni ise, Haruki Murakami’nin <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Killing Commendatore</em> adlı son romanının Philip Gabriel ve Ted Goossen tarafından yapılan İngilizce çevirisinin ulaşılabilir hale gelecek olması... Türkçesinin ne zaman çıkacağını bilemiyorum, ama 21. yüzyıl boyunca yayımlanmış tüm Murakami romanlarında olduğu gibi, ülkemizdeki raflara ilk düştüğünde almaya koşturacağımı biliyorum. Şimdiden sansasyonel haberlerle biz Murakamiseverleri de ısındırıyorlar zaten; yok Hong Kong kitap festivaline kabul edilmemiş, yok <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Muhteşem Gatsby</em>’ye nazireymiş... Nihayetinde tonu oldukça olgunlaşmış Murakami’den kocaman bir roman geliyor.<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Ekimi bekleyen bir başka okur kitlesi de, Jodi Picoult severler. Kişisel olarak henüz hiç uğramamış olmama rağmen Picoult’nun çağdaş okurlar tarafından çok sevildiği sık yayımlanan ve ilgi duyulan romanlarından anlaşılıyor. Yeni romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">A Spark of Light</em>’da Picoult, günümüzde kanıksanmış bir kriz durumunda neler olduğunu kurgulamış: Silahlı bir saldırgan her an herhangi bir mekanı basabilir ve kurşun yağdırıp insanları rehin alabilir. Picoult’nun yeni romanında bu mekan, bir kadın sağlığı kliniği. Üstelik rehine krizinde arabuluculuk yapacak deneyimli polis memurunun kızı da o gün klinikte... Yazarın bu cesur temasının tansiyon kadar dayanışma da içerdiğini belirtiyorlar.<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Yıldızı kuvvetli parlamaya başlamış çoksatar romancılardan biri de Barbara Kingsolver. Aynı zamanda çok ödüllü bu yazarın dilimize daha önceden <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Hayvan, Sebze, Mucize: Bir Yılın Yemek Güncesi </em>adlı kurmaca dışı sayılabilecek, neler yediğimizin üzerine eğildiği yapıtı Seda Çıngay çevirisiyle Bilge Kültür Sanat’tan ve 2010’da Orange Ödülü kazanmış, 1950’lerin Meksika’sında Diego Rivera, Frida Kahlo ve Lev Troçki aşk üçgenini de kapsayan Boşluk adlı romanı Çela Saranga çevirisiyle Pegasus’tan yayımlanmıştı. Önümüzdeki ekim ayında da Unsheltered adlı son romanı çıkacak. Günün koşullarında kendi hayatı tüm çabalarına rağmen dağılan orta yaşlı, çalışkan ve azimli bir kadının, kendisine miras kalan tarihi ama metruk evin geçmişini araştırdığında rastladığı iki ailenin hikayesini kaleme almış Kingsolver.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Ekimin bir diğer sürprizi de, bir önceki romanı bizde Doğan Kitap’tan Omca Korugan çevirisiyle yayımlanmış <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Z: Zelda Fitzgerald</em>’ın Romanı’yla Büyük Buhran öncesi Altın Çağ’a denk gelen Yitik Kuşak Amerikalıların yükselişlerini ve düşüşlerini maharetle yazabileceğini gösteren Therese Anne Fowler’dan gelecek: <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">A Well-Behaved Woman</em>. New York‘un en zengin ailelerinden Vanderbilt ailesinin romanını kurgulayarak buhran yıllarının yükseklerde nasıl yaşandığını kaleme almaya devam ediyor anlaşılan Fowler.<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Kişisel olarak ekim ayında yayımlanacak kitaplar arasından merak ettiğim son kitap, İrlanda edebiyatının çağdaş yıldızı Colm Tóibin’in İrlanda edebiyatının ustalarının babaları hakkında yazdığı incelemeleri barındıran <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Mad, Bad, Dangerous to Know: The Fathers of Wilde</em>, Yeats and Joyce adlı çalışması olacak. Babalarının bu ünlü İrlandalı yazarları nasıl “delirttiğine” bir bakmalı!<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Kasım ayına müjdelenmiş kitaplardan dikkatimi çekenler ise, çarpıcı kitabı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">A Manual for Cleaning Women</em>’in ardından gelen yeni öykü kitabı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Evening in Paradise: More Stories</em> ile Lucia Berlin; dilimize hiç çevrilmemiş Meksikalı yazar Amparo Dávila’nın (Brezilyalı Clarice Lispector gibi) Kafka ya da Poe öykülerini andıran tutku, takıntı, yalnızlık ve korkularla dolu metinlerinden oluşan <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Houseguest And Other Stories</em>’i; uzun zaman sonra tekrar bir dedektiflik romanı yazan matrak Jonathan Lethem’in <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Feral Detective</em>’i; Ian Flemming’in ardından son yıllarda James Bond efsanesinin yaratıcılığını yapan Anthony Horowitz’in Bond’un 007 olmadan önceki maceralarını anlattığı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Forever and a Day</em>’i ve bizim hâlâ Sel’den Emrah Serdan çevirisiyle yayımlanan <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Saflık</em>romanını okuduğumuz Jonathan Franzen’ın yeni düzyazı kitabı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The End of the End of the Earth</em>. Sonbaharın düşen yapraklarının okurlar için yeni kitapların yaprakları olması dileğiyle.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Eylül 2018]</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-19267833019087521202019-08-23T09:30:00.000+02:002019-08-23T09:30:08.971+02:00Yolcular ve Sığınmacılar<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgr4QJ56LPIYeDi8TZ7ffZ507aFJa3pPEiQ0aHu4QhSfNe8vayhyphenhyphen2pw9X0bYDWeaOQ_GiGTi5WHorodEs9GR5c6pdeIktTTywNaQbkkn9iw3DEfhLBpQKtNm2BaKyH1ImmLsh92T_e7sN4/s1600/jenny+erpenbeck.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="394" data-original-width="700" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgr4QJ56LPIYeDi8TZ7ffZ507aFJa3pPEiQ0aHu4QhSfNe8vayhyphenhyphen2pw9X0bYDWeaOQ_GiGTi5WHorodEs9GR5c6pdeIktTTywNaQbkkn9iw3DEfhLBpQKtNm2BaKyH1ImmLsh92T_e7sN4/s320/jenny+erpenbeck.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
Jenny Erpenbeck</div>
<br />
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
20. yüzyılın en önemli eleştirmenlerinden Walter Benjamin, ömrü boyunca çok çeşitli seyahatler yaptıktan (İtalya, İspanya, Almanya, Fransa, Danimarka gibi pek çok Avrupa kentinde bulunduktan) sonra, Avrupa’nın karabasan yıllarında mülteciye dönüşür ve kendisini Amerika’ya atmaya çalışırken, idari kovalamacaların ve izin prosedürlerinin saçmalıkları esnasında kapıldığı bunaltıdan çıkamaz ve Fransa-İspanya sınırındaki Portbou’da kaldığı otelde hayatını sonlandırır. 20. yüzyılın en önemli romancılarından Vladimir Nabokov, Petersburglu burjuva ailesiyle Rusya’daki devrim sürecinde Yalta üzerinden kaçar ve Avrupa’dan Amerika’ya ömrü boyunca pek çok ülkede, farklı dillerde romanlar yazar, dersler verir, sakin bir hayat kurmaya çalışır ve en sonunda İsviçre’de eşi Vera’yla birlikte yaşadığı otel odasında yaşlılığın getirdiği rahatsızlıklar nedeniyle bu hayattan göçer. Dünyanın küçüldüğü 20. yüzyıl, insanlara muazzam hareket imkanları tanırken bir de siyasi ve ekonomik kavgalar nedeniyle insanların köklerinden sökülmesini, yersiz yurtsuz kalarak sürgün vermelerini ve durmadan sınır geçmek için izin almaya çalışıp yalvarıp yakarmalarını sağlamıştır. Dünyanın göbeği niteliğindeki Avrupa’nın eski ülkelerinde başlayan çalkalanma bugün o ülkelerde nispeten azalmışken dünyanın çeperindeki pek çok ülkede insanlar birbirleriyle dalaşmaya ve birbirlerini kovalamaya devam ediyorlar. Bir zamanlar kendileri kavgalara kapılmış veya yurtlarından sürgüne çıkmış ya da yurtlarındaki insanların sürgüne çıkmalarını izlemiş Avrupalılar, şimdi kendi ülkelerine gelenleri, sınırı turist ya da imkanlı olarak aşanların yanı sıra sınırı mülteci olarak ya da imkansız koşullarla aşabilmeye çalışanların hikayelerini izlemek, anlamaya çalışmak durumunda kaldılar. <br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />İnsan hareketliliği ve bu hareketleri düzene sokma çabaları, 21. yüzyılın belki de en önemli edebiyat temalarından biri. Geçtiğimiz aylarda Uluslararası Man Booker Ödülü’nü kazanan Polonyalı Olga Tokarczuk’un 2007 tarihli romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Bieguni </em>(Türkçede 2016’da Alabanda tarafından Neşe Taluy Yüce çevirisiyle <a href="https://www.idefix.com/kitap/kosucular/olga-tokarczuk/edebiyat/roman/dunya-roman/urunno=0000000700295" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Koşucular</em></a> adıyla yayımlandı), bu insan hareketliliği üzerine inşa edilmiş. Zygmunt Bauman’la Italo Calvino’nun bir araya gelip yazabileceği türden çok veçheli bu yapıt düşündürüyor, bilgilendiriyor ve hem yakın coğrafyanın hem de yakın tarihin pek çok küçük noktasına dokunup geçiyor. Uçaklarla, gemilerle, trenlerle yasal yollardan, ister turist, ister seyyah, ister akademisyen, ister yazar gezinenlerin psikolojisi ve halleri üzerine kurgulanmış. Tokarczuk, Polonya’nın çağdaş zamanda yetiştirdiği en önemli yazarlardan biri, ama aslında Jung’un anlayışında bir psikanalist. (Son zamanlarda Doğu Avrupa kökenli psikanalist kadın yazarlar okurların kıyılarına daha fazla yanaşıp sağlam metinler bırakıyorlar, bir tür Julia Kristeva şablonu söz konusu galiba...) Michel Houellebecq’in başrolünde oynadığı 2014 yapımı “Kaçırılma” filminde, yazarın matrak biçimde iddia ettiği gibi, aslında Polonya diye bir ülkenin 1772’den 1918’e kadar mevcut olmadığı bir dünyada milyonlarca Polonyalı ve Polonyalılık varlığını dillerinde ve hayallerinde sürdürmüştü. Dünyanın 20. yüzyıl konjonktüründe dünya savaşı sonrası yeniden kurulan Polonya, 20. yüzyıl boyunca da trajik kaderinden kaçamaz ve önce Hitler, sonra da Stalin politikaları altında katı idareler ve toleranssız cezalandırmalar yaşar, nihayetinde Lech Walesa ve arkadaşlarının “Dayanışma” hareketiyle 1980’lerden itibaren daha stabil vaatler içeren bir idareye yönelir; aslında Varşova’da kurulmuş Doğu Bloğunun dağılmasının ardından NATO ve Avrupa Birliği’ne yanaştıktan sonra, son 15 yıldır da Avrupa Birliği’nin yeni ama istikrarlı bir ülkesi haline dönüşür. Böyle bir Polonya’da 1961’de doğmuş Tokarczuk, ülkesiyle birlikte komünist demokrasiden kapitalist demokrasiye şahit olarak büyüyen, psikolojiyi, edebiyatı ve de siyaseti karakterinde birleştiren, şimdiye kadar 15 yapıtıyla iki kez ülkesinin en önemli edebiyat ödülünü kazanan, övgüye ve dikkate değer bir isim. Yol ve dünya hallerine merak duyanlar için <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Koşucular</em>, biçilmiş kaftan bir yapıt.<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Bugün bir limanda gemimizin hareketini beklerken...</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Bir başka Doğu Bloğu doğumlu kadın yazarın son romanı da geçtiğimiz ay Can Yayınları tarafından İlknur İgan çevirisiyle dilimizde yayımlandı: <a href="https://www.idefix.com/Kitap/Gidiyor-Gitti-Gitmis/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001761862001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Gidiyor, Gitti, Gitmiş</em></a>. Tokarczuk’tan altı yaş küçük olan Jenny Erpenbeck, 1967 Doğu Berlin doğumlu. 1990’a kadar Alman Demokratik Cumhuriyeti olarak anılan Almanya’da tiyatro eğitimi gören, sonrasında birleşmiş Almanya’da müzik eğitimi de alan Erpenbeck, günümüz Alman edebiyatının iyi yazarlarından biri olmakla kalmıyor, aynı zamanda opera yönetmeni. Dokuz yapıtından dilimize daha önceden sadece <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Gölün Sırrı</em> (Helikopter, 2010) aktarılmıştı, ama son yılların parlayan yıldızı olduğundan diğer yapıtlarının da geleceğini umuyorum.<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Gidiyor, Gitti, Gitmiş</em> romanında yeni emekli olmuş, eşini yakınlarda kaybetmiş Doğu Alman kökenli bir edebiyat profesörü Richard karakteri üzerinden Almanya’ya sığınmaya çalışan Afrikalı göçmenlerin yaşadıklarına yaklaşmaya çalışmış Erpenbeck. Kendi ömründe hiç göçmemesine rağmen ülkesinin idare değiştirmesiyle hayatı çeşitli kereler değişmiş Richard, arkadaşlarıyla beraber iyi niyetli çabalarla Afrikalı göçmenlere yaklaşıp bu göçmenlerin Almanya ve Avrupa Birliği idareleri tarafından kabullenilip kabullenmeyeceklerinin incelendiği bir araf/soruşturma sürecinde yaşam öykülerini dinleyerek dertlerini bir nebze dindirmeye çalışıyorlar roman boyunca. Biz okurlara da sınırı aşmak için hakları olmayanların dramlarını, sınırın içinde yaşayan ama sınırı aşanlar hakkında pek de söz hakkına sahip olamayanların reaksiyonlarıyla birlikte ne hale geldiklerini okumak düşüyor. Avrupalıların seyahat imkanları ve haklarıyla Afrikalıların (ve Ortadoğuluların ve belki de tüm üçüncü dünya ülkeleri yurttaşlarının) seyahat zorunlulukları karşılığında imkansızlıkları ve haksızlıklarını gergin, net ve soruşturan bir romanda okuyoruz. Erpenbeck’in üslubu ve Richard karakteri bana Coetzee’yi ve Coetzee’nin entelektüel ama şaşkın akademik karakterlerini fazlasıyla hatırlattı; belki de bilinçli bir şekilde beyaz adamla siyah adamın karşılaşmasının Avrupa versiyonunu Coetzee’den hareketle dile getirmiştir. <br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Bu iki Doğu Avrupa doğumlu ama bugünün Avrupa Birliği vatandaşı olan yazarının yapıtlarını arka arkaya okuyunca, ne kadar çok aynı noktadan geçtikleri anlaşılıyor... Üstelik zamanında Benjamin ve Nabokov gibi isimler de aynı noktalardan geçmişlerdi. Bugün bir limanda gemimizin hareketini beklerken yakınımızdaki seyyahlardan ya da sığınmacılardan hangisinin Benjamin olacağını ve bir biçimde yeteneklerine rağmen hayatının sonlanacağını, hangisinin bir Nabokov’a ya da Tokarczuk veya Erpenbeck’e dönüşeceğini bilebilir miyiz?</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Ağustos 2018]</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-2176775060273533182019-08-21T18:50:00.000+02:002019-08-21T18:50:13.348+02:00Ağlara Yakalanan İnsanların Draması: Sınır<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7jHe4XZAVgHs-0WBHZlsDKpR14M6imqSH9SgEi28elkJdXsGgjrAD7gsmi5llPP39XkZQu8Xi_eLEMWgJF-NZnv1yMLAsaPvxtNiPny9FLPN4Bym414iC76PgkTWMLkFO4iQaRG8Cjr0/s1600/kassabova.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="420" data-original-width="700" height="192" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7jHe4XZAVgHs-0WBHZlsDKpR14M6imqSH9SgEi28elkJdXsGgjrAD7gsmi5llPP39XkZQu8Xi_eLEMWgJF-NZnv1yMLAsaPvxtNiPny9FLPN4Bym414iC76PgkTWMLkFO4iQaRG8Cjr0/s320/kassabova.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
Kapka Kassabova</div>
<br />
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Aslında hepimiz göçmen olabiliriz. Kendi adıma, kısa bir yol kat etmişimdir; 100 kilometre ötedeki endüstri kentinden kalkıp metropole üniversite okumaya geldim, kalış o kalış... Yaptığımın aslında göç değil taşınma olduğunu söyleyebilirsiniz tabii ki, ama kimi zaman bırakalım 100 kilometreyi 30 kilometre bile çok şeyi değiştirebiliyor; mesela Edirne ile Svilengrad arasında yol alacaksanız. Sınır boyundasınız ve sadece farklı bir idareye geçmiyorsunuz, aynı zamanda Avrupa’ya adım atıyorsunuz: Kendisini göçmenlerden uzak tutmaya çalışan ve insanların her şeye rağmen akmaya çalıştığı o hayaller diyarına. Bir zamanlar farklı dinden, dilden, etnik kökenden insanların sınır nedir bilmeden yaşadıkları Trakya’da, şimdi (100 yıl boyunca dökülen kan ve gözyaşlarıyla çizilmiş) katmerli çizgilerle ayrışıyor idareler ve insanlar bu çizgileri geçmek için her yerden akıyor: Afganistan’dan, Irak’tan, Suriye’den... Tarih boyunca insan akışları hiç bitmemiş, insanlar birbirleriyle kısıtlı zamanlarda anlaşmış, er ya da geç birbirleriyle dalaşıp kovalamaya başlamış, kurdukları idareler tarafından sıkıştırılmış, yaşayabilmek için durmadan yer değiştirmişler. Kimi zaman buradan oraya, kimi zaman oradan buraya, şimdi yine buradan oraya gidip gelmişiz. Dün gelenlerin çocuğuyuz, yarın gidenler de çocuğumuz olabilir.<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Trakya’nın ortasındaki yarık sınır etrafında</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Bulgaristan’da doğmuş Kapka Kassabova, 1973’te; komünizmin sıkı idaresi ve Doğu Bloğu ortamı doğrultusunda pek çok Doğu Avrupalı gibi idaresi dağılırken ailesi daha iyi şartlarda yaşayabilmek için Batı’ya göçmüş. Kassabova da Yeni Zelanda’da toprağından, kültüründen, ülkesinden uzakta kaybolmuşluk hissiyle büyümüş. Ailesi aslında Balkan Savaşları döneminde Makedonya‘dan, Ohrid’den gelmiş Bulgaristan’a. Herkesin gelip geçtiği bir coğrafyada doğmuş olmak belki de ebedi bir seyyah gözü ve kalbi vermiş Kassabova’ya ki sadece şiirleri ve romanlarıyla değil, gezi kitaplarıyla da okurlara ulaşıyor. Geçen yıl yayımlanan <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Border: A Journey to the Edge of Europe</em> ile Britanya’da verilen önemli gezi kitabı ödüllerinden Stanfords Dolman En İyi Gezi Edebiyatı Ödülü’nü kazanan Kassabova, yolculuğun sadece tabiata değil tarihe ve insanların hayat öykülerine doğru olduğunu da gösteren çok yönlü bir metin ortaya koymuş.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Üç ülkenin -Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye- sınırlarının kesiştiği Trakya’da dolaşarak sadece gözlemlediklerini değil, kimi zaman hayaletimsi uzamda tarih meleğinin hissettirdiklerini de kitaptaki öyküyü andıran metinlerine katmış. Istrancalar ve Rodoplar, ormanlar, dağlar ve kıyılar Kassabova’nın dolaştığı yerler, ama en çok da doğanın ve toprağın mitleriyle insan hikayeleri: Bulunduğu her yerde sıradan insanlarla tanışıp sohbet ediyor ve ister Bulgar olsun ister Avrupalı, ister Yunan olsun ister Türk ya da Pomak, idaresinden kaçan ya da köyünden kovulan olsun, sınır boyunda nöbet tutan veya kaçakçılık yapan olsun, herkesin bir diğerinden şikayet ederken nasıl da birbirlerine benzediklerini gösteriyor. Bir zamanlar tüm Doğu Bloğu ülkelerinden Batı’ya kaçmak için Berlin’den daha iyi bir yolmuş gibi gösterilen Bulgaristan ile Yunanistan veya Türkiye sınırını korumak için nasıl çaba gösterildiğini, sonradan Avrupa Birliği kapsamında Yunanistan’la sınır savunması gevşese de Türkiye sınırının yine nasıl sıkılaştırıldığını anlıyoruz Kassabova’nın yazdıklarından. Ayrıca her tarafta boşalan köyler ve yeni bir kalkınma hamlesiyle yüzyıllardır az sayıda insanı içine almış yaban ve pagan bir coğrafyanın altını üstüne getirecek projeler söz konusu. <br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Gizemli ayazmalar, çetin dağlar ve koyu ormanlarla dolu Trakya doğası, antik çağdan Osmanlı çözülmesine kadar insanlarına ipeği, gülü, tütünü sunmuş ve farklı dillerde ve inanışlarda da olsa nazarı, büyüyü, mitleri vermiş. Ama ulusalcılık hevesiyle kendisine sıkı idareler kurmak isteyen insanlar, geçen yüzyıl başında Balkan Savaşları’yla ortalığı alt üst edince, o verimli coğrafyada yüzyıllardır kendi köylerinde yaşayan insanlar -Makedonlar, Bulgarlar, Yunanlar, Müslümanlar- farklı idareler arasında köşe kapmaca oynamaya başlamış. Bir cemaatin boşalttığı köye başka bir cemaat yerleşmiş, bir ailenin terk ettiği eve bir başka aile, bir kişinin gömdüğü değerli eşyayı bir başkası çıkarıp kullanmış. <br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Şimdi, bir ölçüde atalarının evlerine, köylerine, topraklarına gidip gelebiliyor insanlar, ama çok yakın dönemde bile idarecilerin sivri zekalı politikaları nedeniyle yine yerlerini ya da hareket imkanlarını kaybedebilirler. Kassabova da hüzünlü kitabını bitirirken er ya da geç hepimizin birer göçmen olacağını öngörüyor; ama bu sefer ekonomik sebeplerle (kitapta anlattığı bazı Yunan ve Bulgar karakterler, yakın zamanda refah içinde yaşamalarına rağmen ekonomik dönüşümler nedeniyle işlerini ve ilişkilerini kaybettiklerini, hatta doğanın derinliklerine çekilip yeniden basit bir yaşam sürmeye başladıklarına örnek oluyor). Yine de ümidi kesmemek, belki de basit yaşama tutunmak, doğaya teslim olmak ve suni kategorik ayrımların ardındakini görmek gerekir; sınırı koruyan da sınırdan geçen de aynı işte...<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Bulgaristan ve sınır hikayeleri etrafında kurgulanmış, son dönemde dilimizde de yayımlanmış çok güzel kitaplar var: Yüz Kitap tarafından Kübra Kelebekoğlu çevirisiyle yayımlanan Miroslav Penkov’un <a href="https://www.idefix.com/kitap/batinin-dogusu/miroslav-penkov/edebiyat/dunya-oyku/urunno=0001719179001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Batının Doğusu: Öykülerde Bir Ülke</em></a> adlı kitap ve Metis tarafından Hasine Şen Karadeniz çevirisiyle yayımlanan Georgi Gospodinov’un romanları (<a href="https://www.idefix.com/Kitap/Huznun-Fizigi/Georgi-Gospodinov/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001690662001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Hüznün Fiziği</em></a> ve <a href="https://www.idefix.com/Kitap/Dogal-Roman-Clz/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001744360001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Doğal Roman</em></a>) Bulgar insanının çağdaş zamanda neler yaşadığına örnek olabilir metinler. Ayrıca Can Yayınları tarafından Melike Öztürk çevirisiyle yayımlanmış Bulgar asıllı Alman Ilija Trojanow’un <a href="https://www.idefix.com/Kitap/Iktidar-Ve-Direnis/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000720846" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">İktidar ve Direniş</em></a>’inde de Bulgaristan’da eski düzeninin varlığında ve yokluğunda muktedirlerin ve sıradan insanın neler yaptığını okumak mümkün. Bir de aklıma -Bulgar olmasa da- hafif büyülü gerçekçi romanı <a href="https://www.idefix.com/kitap/solo/rana-dasgupta/edebiyat/roman/dunya-roman/urunno=0000000380600" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Solo</em></a>’yu (çev. Beril Eyüboğlu, Metis) Bulgaristan üzerine kuran Rana Dasgupta geliyor; sıkıyönetimlere örneklik edecek bir ülke olarak başka diyarların yazarları da Bulgaristan’ı mitleştirebiliyor anlaşılan.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Temmuz 2018]</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-67010645112335134742019-08-21T10:02:00.001+02:002019-08-21T10:02:43.939+02:00Dağılmış Yugoslavya Edebiyatı<i style="background-color: #fff2cc;">Yazının yayımlandığı günlerde </i><span style="background-color: #fff2cc;">Belladonna</span><i style="background-color: #fff2cc;">'nın yazarı akciğer kanserinden aramızdan ayrılmıştı.</i><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDtj4wkLM8H80B-Jo0Ktwqb1qpV3QDm3ruQbK4JlWUBV4EaSJ1YdOypRnuzPje-uKe1XmJckFVIgcsOP_7TfkMe4ljtGjGKVbNVcV_igFMBEXhBLHzgwLbxF753E5RY6nbecU9mNeBwXQ/s1600/dasadrndic-1024x820-1024x820.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="820" data-original-width="1024" height="256" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDtj4wkLM8H80B-Jo0Ktwqb1qpV3QDm3ruQbK4JlWUBV4EaSJ1YdOypRnuzPje-uKe1XmJckFVIgcsOP_7TfkMe4ljtGjGKVbNVcV_igFMBEXhBLHzgwLbxF753E5RY6nbecU9mNeBwXQ/s320/dasadrndic-1024x820-1024x820.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; text-align: start;">Daša Drndić</span></div>
<br />
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Bakir kalmış coğrafyasına, elverişli fiyatlarına, ortaçağ kasabalarını hatırlatan dokunulmamış mimarisine, havasının ve suyunun kattığı lezzetli yiyeceklerine kapılan turistler, zamanında yaşanmış sert idari dönemlerin ve kıyasıya savaşların sonuçları için şöyle bir ahlanıp vahlanırlar, ama sonrasında gidecekleri başka bir yere geçerler. Halbuki orada doğmuş, büyümüş, idarelerin baskısıyla bunalmış, savaşların gazabıyla çok şey yitirmiş insanlar, dünyaya dağıldıkları yerlerde hayatlarının parçalarını toplamaya çalışırlar durmadan, bunu da en çok sanat yoluyla, mesela yazarak yaparlar. İşte Balkan gerçeği, mesela Yugoslav olmak, budur sanki.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Rahmetli babaannem Novi Pazarlıydı. Annesiyle beraber iki kardeş, dayılarını ziyarete gelmişler, geliş o geliş; 1930’larda Türk vatandaşlığına geçmişler, sonraki tüm ömürleri burada geçmiş. Yine de Novi Pazar’da su kenarında yeşillikler içinde babasıyla birlikte elleriyle beslediği geyikleri her zaman anlatmıştır babaannem; sıla hasretinin, memleket özleminin, nostaljinin nispeten iyi yaşamış bir insanda bile ne kadar yoğun olduğunu öğrenmişimdir bu masalsı anlatılarından, bir de Balkan topraklarının ne kadar bereketli olduğunu, yeşil olduğunu. Yakın dönemde kısa bir Karadağ-Kotor tatili sonrasında, hakiki yeşili, dağı ve boyumun uzunluğunun nereden geldiğini anlamış oldum! Dağılan bir ülkenin nispeten hiç yıkım görmemiş (1991-1992 arasında komşu Dubrovnik kuşatmasına katılmış Karadağ askerleri, ama kendi topraklarına kimse girememiş o süreçte) kentlerindeki insanların bile ne kadar sert durdukları dikkat çekerken, coğrafyanın Osmanlı-Habsburg-Romanov imparatorlukları altında, onlarca farklı etnik ve dini farklılıklarla ayrışan milletler arasında yaşanan savaşlardan, idari çekişmelerden, sonrasında gerek Nazilerin gerekse de Tito sonrası basiretsiz sosyalist idarelerin kök söktürücü tavırlarından mustarip insanların ne halde olduğunu daha da merak ettim. Bu nedenle bir zamanlar Yugoslavya’yı oluşturmuş ama şimdi bağımsız devletler haline gelmiş ülkelerden insanların yazdıkları romanlara bakınmaya başladım.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Dağılmanın metaforu bedensel hastalıklar</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Tesadüfen ilk elime aldığım, Karadağ’ın başkenti, bir zamanların Burguriçe’si, Yugoslavya’nın Titograd’ı Podgorica’da benim doğduğum yıl doğmuş Ognjen Spahić’in –Tugay Kaban çevirisiyle dilimize aktarılmış– sert romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Hansen’in Evlatları</em>’nın Dedalus baskısı oldu. Bir ülkenin dağılmasının adeta metaforu olarak, insanın dağılmasını ve lanetlenmiş gibi gözükmesini sağlayan cüzzam hastalığını merkezine alan romanında Spahić, Çavuşesku Romanya’sına yerleştirdiği çöküş esnasında Avrupa’nın son cüzzam hastanesinde geçebilecekleri kurgulamış. Zaten hastalıkları nedeniyle toplumdan dışlanmış insanların, hastanenin kıyısında olup biten tüm gösterilere, çatışmalara, devrilen idarelere bulaşamadan, kendi içlerinde mücadelelerini nasıl verdiğini okurken, her şeyi kenardan ve ortaçağ mimarisinden izleyen bir Karadağlının nasıl hissettiğini düşünmeye çalıştım.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Yugoslavya dağılmasını kısmen içinden izlemiş, Bosna-Hersekli, Saraybosna doğumlu, ama aslen Ukrayna kökenli bir ailenin haşarı çocuğu Aleksandar Hemon, Everest Yayınları tarafından Seda Çıngay Mellor çevirisiyle yakınlarda yayımlanan otobiyografik yapıtı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Hayatlarımın Kitabı</em>'nda, Tito’nun ölümü sonrasında (1980’ler biter 1990’lar başlarken) ülkesinde yaşanan tüm çalkantılar esnasında, gençlerin asıl dertlerinin dünya gençleriyle hemen hemen aynı olduğunu ama buna rağmen nasıl ülkenin parça parça söküldüğünü, daha da kötüsü insanların, -üstelik kendi Shakespeare uzmanı edebiyat profesörü de dahil- eğitimli insanların fırsatını bulduğunda Nazileri aratmayacak kötülükleri büyük bir soğukkanlılıkla işlediklerini yazdığından, bir Bosnalının nasıl hissedebileceğini anlamaya çalıştım. Elbette savaşın hararetli döneminde, soykırım boyutunda katliamların karşılıklı yaşandığı zamanda çoktan Amerika’ya geçmiş Hemon’un yanı sıra, kuşatma altında kalmış, belki de savaşmış bir yazarın yapıtını da okumam, Yugoslavya’nın dağılması trajedisini daha iyi anlamama yardımcı olacaktır.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Bir sonraki okuduğum roman, Burhan Sönmez’e <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">İstanbul İstanbul</em> kitabı için verilen 2018 EBRD Edebiyat Ödülü’nün adayları arasındaki Hırvat yazar Daša Drndić’in <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Belladonna</em>’sı oldu ve böylece bir Hırvatın, sadece dağılma savaşı döneminde değil, sonrasında da Yugoslavlıktan nasıl men edildiğini, elindeki imkanları nasıl kaybettiğini ve aslında bu yaşananların çok önceden, yüzyılın başından beri Balkan insanlarının zaman zaman izlediği “köksökme” politikalarına ne kadar benzediğini okumuş oldum. Drndić’in dopdolu, yoğun romanı tek bir adamın, Andreas Ban adlı bir Hırvat aile babası, yazar, psikanalist, akademisyen, entelektüelin tarihin çarkları dönerken idarelerle insanların parçalanmasının arasından nasıl geçtiğini anlatıyor. İlginç olan, Drndić’in kahramanına tıpkı Spahić’in cüzzamı benzeri bir dağıtıcı hastalık kondurması: Romanın çok büyük bir kısmı, nadir görülse de bir erkeğin de başına gelebilen meme kanserine yakalanmış Andreas Ban’ın tedavisi ve bu esnada şahit oldukları üzerine kurulmuş. Sanırım ülkelerinin dağılmasını düşünürken, bir de bu dağılmaya ivme kazandıran 1986’nın büyük nükleer felaketi Çernobil’den etkilenen tüm Doğu Avrupa ülkelerinin (bizim ülkemiz de dahil olmak üzere) insanlarının başına sık gelen kanser hastalığını, eşleştirebilecekleri bir metafor olarak bulabiliyor eski Yugoslavya’nın çağdaş yazarları. (Hemon’un kitabında da, sonlara doğru çok gergin ve sert bir kanser mücadelesi epizodu var, üstelik yeni kuşağın başına gelen bir hastalık söz konusu; belki de yaşananların tahribatının, gelecek kuşakları da etkileyeceğini anlamamızı istiyordur yazar.)</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Bizim şimdi turist ya da okur olarak ziyaret ettiğimiz, ama milyonlarca insanın sayısız talihsiz durumdan geçtiği, idarelerinin çöküşünün altında kalırken birbirleriyle kıyasıya savaştığı, bambaşka ülkelerde kendilerine yeni hayatlar bulmaya çalıştıkları, sonrasında kendi ülkelerini yeniden inşa etmeye çalışırken yer yer akıllanıp duruldukları, yer yer de tekrar patlayan bir volkan gibi anlık şiddetlerin insanları her daim alıp götürebileceğinin hissedildiği bir yer olduğunu unutmamalı Avrupa’nın en güzel toprakları Balkanlar’daki eski Yugoslav ülkelerinin. Ben eski Yugoslavların neler hissettiğini anlamaya devam etmek üzere Sloven Drago Jančar’ın yine Dedalus tarafından yayımlanan –Sina Baydur çevirisi– yapıtlarını okumaya koyulurken, bir de zamanında Pupa Yayınları tarafından yayımlanmış ama baskısı bitmiş Semezdin Mehmetinoviç’in Saraybosna Blues’unun da (yine Sina Baydur’un Ay Başman’la çevirisi) peşine düşeceğim; peki siz nereye gitmek ve neresinden yaklaşmak istersiniz bu trajik coğrafyaya, edebiyata?</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Haziran 2018]</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-91193112746624639392019-08-20T11:35:00.000+02:002019-08-20T11:35:40.690+02:00Çağdaş İngiliz Edebiyatı Kanonu: Altın Booker Jenerasyonu<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj0RoWb-U1DGhAONNXgLXTcML5H4-sWnuYG2GnYH7J1oYe5YhlC78jpZQLDCyRWasxjBo-csG5CIj-RoFFqDO6RZ5tyni5ifcKX3rkIgP8TZomeN4hm-JwRDqA2r7AA54caFYGWmSE2cUk/s1600/ondaatje.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="163" data-original-width="310" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj0RoWb-U1DGhAONNXgLXTcML5H4-sWnuYG2GnYH7J1oYe5YhlC78jpZQLDCyRWasxjBo-csG5CIj-RoFFqDO6RZ5tyni5ifcKX3rkIgP8TZomeN4hm-JwRDqA2r7AA54caFYGWmSE2cUk/s1600/ondaatje.jpg" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
Michael Ondaatje</div>
<br />
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Her nedense en rahat ve yaygın olarak takip ettiğimiz edebiyat dili İngilizce gibi geliyor bana. Bir zamanlar Fransızcanın belirgin bir ağırlığı varmış, hatta yazarlarımız Fransızca okudukları romanlardan ve şiirlerden hareketle modern edebiyatımızı oluşturmaya başlamışlar. Sonra her ne olduysa, Britanya’nın ve Amerika’nın diliyle yazılmış yapıtlar yaygınlaşmış, bu yapıtları çevirirken geliştirilmiş dil çözümleri de günümüz kuşaklarının diline farkında olmadan ya da kimi zaman özgün çakışmalarıyla sızıvermiş. Herhalde eğitim ve kültür politikalarında yön, ağırlıklı olarak İngilizceye dönünce, ilk dalgası 1950’lerden itibaren ama asıl olarak 1980 sonrasında kitleselleşerek İngilizce diğer rakiplerini (başta Fransızcayı, ama ülkede köklü eğitim kurumları olan Almanca ve İtalyancayı da, ne yazık ki milli eğitim düzeyinde yer almayan ama dünyanın en yaygın Latin dili olan İspanyolcayı da; Rusça ve Arapça dahil farklı alfabeleri olan dilleri de) geride bırakarak kültürümüzün başat yabancı dili haline gelmiş durumda. Küreselleşme paradigması doğrultusunda tüm dünyanın küresel dili olabildiği için de pek çok farklı dilde yazılan metinler açısından bir köprü dil olabiliyor İngilizce (bir zamanlar bu konumda yine Fransızca vardı, unutmamalı).</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
İngilizce edebiyatın önemli ödüllerinden Man Booker, bu yıl 50. yılını 6-8 Temmuz günlerinde Londra’da Southbank Centre’da gerçekleşecek özel bir festivalle kutlayacak ve yıllar boyunca (her ne kadar son yıllarda Amerikalılara da ödül verseler ve bu konuda protestolar yaygınlaşsa da) Britanyalı yazarlara verdikleri ödülleri kazananlar arasından bir kişiye Altın Man Booker ödülünü verecek (daha önceki, 25. ve 40. yıldönümlerinde olduğu gibi Salman Rushdie’nin <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Geceyarısı Çocukları</em>seçilmez umarım yine). Seçim iki aşamalı gerçekleşecek. Jüri olarak seçilen beş isim, her biri kendisine önerilen dönemin ödül kazanan yapıtlarını okuyacak ve seçtiği bir yapıtı önerecek, ardından bir ay boyunca beş altın aday halk oylamasına açılacak ve sonunda 50 yılın altın yapıtı seçilecek. Yazar ve editör Robert McCrum 1970’leri, şair Lemn Sissay 1980’leri, romancı Kamila Shamsie 1990’ları, romancı ve radyo programcısı Simon Mayo 2000’leri ve şair Hollie McNish de 2010’ları gözden geçirecek. Böylece elli yıllık bir dönemde, tam da 1969’dan bu yana küreselleşen dünyanın başat dilinin seçkin yapıtlarının okurlar tarafından gözden geçirilebileceği ve nereden nereye geldiğimizi anlayacağımız aylar geçireceğiz. </div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Percy Herbert Newby’nin dilimize hiç çevrilmemiş Something to <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Answer For</em> romanıyla başlayan, Bernice Rubens, V. S. Naipaul, G ile John Berger, J. G. Farrell, Nadine Gordimer, Stanley Middleton, Ruth Prawer, David Storey, Paul Scott, Deniz, Deniz ile Iris Murdoch’tan geçerek Penelope Fitzgerald’a kadarki ilk on ismi McCrum okuyacak. Dilimize daha fazla çevrilmiş yapıtların bulunduğu bir dönemde William Golding’in <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Geçiş Ayinleri</em>, Salman Rushdie’nin üç “Booker’lısı”, Thomas Keneally, Coetzee’nin <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Michael K. Yaşamı ve Yaşadığı Dönem</em>, Anita Brookner, Keri Hulme, Kingsley Amis, Penelope Lively, Peter Carey ve son Nobellimiz Kazuo Ishiguro’nun <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Günden Kalanlar</em> kitapları Sissay tarafından incelenecek. 1990'ları kapsayan bir listedeyse A. S. Byatt, Ben Okri, Michael Ondaatje, Barry Unsworth, Roddy Doyle, James Kelman, Pat Barker, Graham Swift, Arundhati Roy, Ian McEwan ve ikinci bir romanla Coetzee Shamsie’ye düşüyor. 21. yüzyıl başladığında Margaret Atwood, ikinci bir romanıyla Peter Carey, Yann Martel, DBC Pierre, Alan Hollinghurst, John Banville, Kiran Desai, Anne Enright, Aravind Adiga, Hillary Mantel gibi pek çoğu hâlâ yıldız isimler Mayo tarafından okunacak. Ve çağdaş zamanlarda Howard Jacobson, nihayet Julian Barnes, tekrar Hillary Mantel, Eleanor Catton, Richard Flanagan, Marlon James ve Amerikalılar Paul Beatty ve George Saunders McNish’in payına düşenler olacak. Bakalım İngilizcenin yayıldığı ve bir zamanlar Britanya’ya ait olan topraklarda üretilmiş edebiyatın zirvesine kimi yerleştirecek bugünün jürisi. </div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
“New Elizabethans”</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Tam bu dönemde, mart ayı sonunda 6000. sayısını yayımlayan <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Times Literary Supplement</em> (TLS), bir sonraki hafta da, 200 kişiye gönderdiği bir anket sonucunda hazırladığı, günümüzün en iyi Britanyalı (Britanyalı diye kategorize ettiğimiz tüm bu isimlerin bizde yoğunlaşmış emperyal Britanya’yla ve 20. yüzyıl başından kalmış İngiliz algısıyla hiç alakası olmadığını, post-emperyal ve post-kolonyal dönemin yazarları olduğunu unutmamalı) ve İrlandalı romancıları listesini, yeni İngiliz edebiyatı kanonu önerisi olarak yirmi ismi ortaya koydu. “New Elizabethans” olarak vaftiz ettiği bu listeyi oluştururken her bir katılımcıdan on isim önermelerini isteyen dergiye cevap olarak –tüm liste jürilerinde ve tepkilerinde rastlanabilen– tepkiler de gelmiş: “Hiç kimse hak etmiyor”dan “seçim yapamam”a çeşitli bahaneler kadar, “tek bir isim hak ediyor: Tom McCarthy“ gibi iddialı yanıtlar da söz konusu. Ama büyük çoğunluk düzgün önerilerde bulunmuş olmalı ki, sağlam bir liste elimize geçmiş oldu. En çok aday gösterilen isimlerden oluşan bu yeni Britanyalı ve İrlandalı romancılar, bizim de bir kısmını dilimizde ya da kendi dillerinde hayranlıkla takip ettiğimiz isimler kadar, bir türlü ya da henüz yeteri kadar ilgi göstermediklerimizden de oluşuyor: İlk onda son romanlarında mevsimlerde odaklanan Ali Smith, üst üste ödüllere boğulan Hillary Mantel, en erken yayımlatmaya başlayanlardan ve hâlâ çok genç Zadie Smith, Nobel’ine rağmen başyapıtını henüz vermediği düşünülen Kazuo Ishiguro, ilk romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kız Natamam Bir Şeydir</em>’i kabul ettirmek için çok uğraşsa da sonrasında hızla kabul gören Eimear McBride, İrlanda‘nın yıldızı Colm Tóibín, henüz dilimizde göremediğimiz Nicola Barker, yine neden pek dilimize aktarılmadığını ve bizde tutmadığını hep merak ettiğim Alan Hollinghurst, İrlandalı Anne Enright ve Sebastian Barry, henüz tam olarak keşfedildiğini düşünmediğim Jon McGregor yer alıyor. Sonraki on ismi de verelim: David Szalay, Kevin Barry, Deborah Levy, Tom McCarthy, Sally Rooney, Kamila Shamsie, Claire-Louise Bennett, Rachel Cusk, Gwendoline Riley, Sarah Waters. Londra merkezli yayıncılık dünyasının Britanyalı yıldızları bugün ne ölçüde buradaki okurlar nezdinde kabul görüyor, ne ölçüde kapsam dışında bırakılıyor ve zamanında kapsam dışında bırakılanları tekrar keşfedecek ve dilimize aktaracak yeni yayıncılar ortaya çıkacak mı, zamanla göreceğiz. </div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Mayıs 2018]</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-44218114597136961112019-08-19T10:09:00.001+02:002019-08-19T10:09:15.985+02:00Tuğla Kitapların Dokusuna Saklananlar<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgKhXSVMyrWyecTB75_q3UAInEGfGYgT1-ytjTDQQ8oJX9k6FcqyvpD7LQdyrzZi2G5VyQKzT5jBrN2LdOjhkXUJV4DPQPjCegzGNMB0c0shWsoahw27O04sWhqEctMMuiHCDg12HNZN3s/s1600/enard.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="666" data-original-width="1000" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgKhXSVMyrWyecTB75_q3UAInEGfGYgT1-ytjTDQQ8oJX9k6FcqyvpD7LQdyrzZi2G5VyQKzT5jBrN2LdOjhkXUJV4DPQPjCegzGNMB0c0shWsoahw27O04sWhqEctMMuiHCDg12HNZN3s/s320/enard.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
Mathias Énard</div>
<br />
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Yoğun, iddialı, kalın bir kitabı başından sonuna kat ederken bir okur ne hisseder? Kendisinden önce çevirmen ve editör rahat ilerleyebilmesi için elinden geleni yapmıştır muhtemelen. Yazar ve yazarın editörleri de labirenti kurarken tüm maharetlerini göstermiş, kâh okura tuzaklar kâh okurun takip edebileceği iplikler ya da kırıntıları itinayla yerleştirmiştir. Tuğlaların dokusu, tarzı, yoğunluğu birbirine benzemez, ama bazı okurların bu tuğlalara karşı tuhaf bir merakı vardır. Daha önceleri bu tuğlaların dokusunu sökmeye yönelik seferleri yüce dağlara tırmanmaya benzetmiştim, işte önüme bir tanesi daha geldi ve bir süre boyunca, neredeyse soluksuz biçimde her fırsat bulduğumda okuyarak ilk tırmanışımı gerçekleştirdim.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Mathias Énard'ın 2008 tarihli romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Mıntıka</em>'nın geçtiğimiz yılın sonunda Can Yayınları tarafından -hoş bir tesadüf olarak benim Tarabya'daki güzelim okulumdan mezun- Ebru Erbaş çevirisiyle yayımlandı. Tek bir cümleden ibaret (roman içre bir roman olarak kurgulanmış İntizar'ın hikayesinin anlatıldığı bölümler hariç tutulabilir) devasa bir bilinçakışıyla Énard, Akdeniz havzasının çevresindeki şiddetin, savaşın, anlaşmazlığın yakın tarihini dökercesine dopdolu ve sert bir yapıt ortaya koymuş. Türkiye'de de 2012'de <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara</em> romanıyla Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü'nü kazanacak kadar sevilen, kendi ülkesinde Avusturyalı bir müzik adamı üzerinden oryantalizmin tarihini romanlaştırdığı son yapıtı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">La Boussole</em> ile 2015'te Goncourt Ödülü'ne layık görülen, aynı yapıtın <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Compass</em> adlı çevirisiyle geçtiğimiz yıl Man Booker International Ödülü'nün kısa listesinde aday olan Énard, neredeyse tüm yapıtlarında Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Avrupa arasındaki üçgende dolanıp duran insanları anlatır.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Mıntıka</em>'da da bir tür casus romanı kurgulamış Énard; Hırvat asıllı Fransız bir ajanın bir gece boyunca yaptığı bir tren yolculuğunda zihninde tüm şahit olduklarını ve bildiklerini iç içe geçirerek, kimi zaman alkolün kimi zaman hezeyanların buğusuyla birbirine katarak sayıp dökmesinden bir tür şiddetin kısa tarihine ulaşıyor okur. Yirminci yüzyılın tüm şiddeti, faşizmin perspektifinden, annesi Hırvat bir piyanist ve babası Katolik bir Fransız olan kahramanımızın, önce Yugoslavya'nın dağılma sürecinde neo-Ustaşaların arasında savaşmaya gittiği, sonra Fransa'ya geri dönüp uluslararası ilişkiler eğitimi görmesinin akabinde bir istihbarat teşkilatına girip tüm Ortadoğu'yu alevlendirecek, Arap baharını pişirecek eylemlere kadar Lübnan İç Savaşı'ndan başlayarak en son Suriye'ye kadar nasıl şiddeti körüklediğinin kurgusal bir günah çıkarmasında anlatılıyor. İlginç nokta, bizim bugün romanı Suriye'yi darmaduman eden iç savaşın ortasında okuyor olmamız, ama romanın yazıldığı tarihte henüz Suriye sahnesi hareketlenmemişti; bu açıdan bizim sonradan şahit olduğumuz gelişmelerin aslında birtakım kurumların masalarında hazırlandığını ve hakikaten tek bir yazarın (mesela Énard'ın) bu dökümde kurgulayabildiği gibi, birtakım uzmanlar tarafından şiddetin senkronize edilebileceğini anlayabiliyoruz. Énard'ın seçtiği modernist teknik ve okurun kapılıp gitmesine sebep olan başarılı anlatımı olmasaydı muhtemelen benim gibi pek çok okur böylesi iç kaldırıcı bir dökümü, savaşın tüm vahşetini ve kendisine özgü mantığını izleyerek sıradan insanların nasıl canavarlaştığını okumayı kaldıramayabilir, sürdürmeyebilirdi. Bu açıdan böylesi anlatı oyunları ve tuğlanın karmaşık mimarisinin, aslında okuru anlatılanların şiddetinden bir parça da olsa koruyabildiği, tıpkı Picasso'nun <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Guernica</em>'sı gibi yıkıma ve insanlığın günahlarına bakabilmeyi kolaylaştırdığı söylenebilir. Kendi kişisel labirentleri içinde okurların başkalarının acılarına bir nebze olsun bakabilmesi için bu türden “numaralara” ihtiyaç var açıkçası; aksi takdirde okur kendini kapatır ve kendisine ters düşen hiçbir bakış açısını bünyesine almayabilir - marazi karakteri yoksa tabii. Ancak böylesi yapıtların bir tehlikesi de, tarihin kavgalarını ortaya sakınımsız olarak tekrar tekrar atarak bir biçimde okurlara bulaştırma riski taşıması. Milyonlarca insanı etkileyen şiddetli kavgaların tarihini barındıran yapıtlara rast gelen pek çok okurun, bünyesi bu türden yapıtlara hazırlıklı değilse, kavganın nüvelerinin yer etmesiyle taraflaşmaya başlama riski bulunuyor. Zorlayıcı tekniğin bir faydası da özdeşleşme imkanını bertaraf ederek böylesi bir bulaşmanın önüne geçebilmesi. Daha karmaşık yapıda metinleri çözüp takip edebilen okurların, basit taraflaşmalara sebep olacak bakış açılarının üstüne çıkacağını tahmin ediyorum; dolayısıyla ne basit kurguların ne de kapsamlı tarih çalışmalarının yönlendirmesinden çok daha farklı biçimde böylesi metinlere bakacaklardır.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
</h2>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
</h2>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Raflarımızda bize meydan okuyan yapıtlar</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Kallavi metinler açısından şanslı olduğumuz bir döneme girdiğimizi söyleyebilirim. Son yılların en karmaşık mimarili yapıtlarından biri, Mark Z. Danielewski'nin <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Yapraklar Evi</em> Monokl'un özenli baskısı ve Gökhan Sarı'nın meşakkatli ve hevesli bir süreç sonucunda ortaya koyduğunu tahmin ettiğim çevirisiyle, okkalı bir yapıt olarak raflara yerleşti: Bu labirent metinde kaybolmadan önce sıkı bir hazırlık yapmak gerekir sanırım. Bu esnada Danielewski'nin tuhaf Familiar projesinin kitapları da memleket sathında bu bahaneyle ulaşılabilir hale gelecektir, Gökhan Sarı'nın bu kitaplarla yola devam etmesini dilemek çok mu ayıp olur acaba?</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Yakın zamanda Jonathan Franzen'in son kallavi romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Saflık</em>'ın da (<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Purity</em>) Sel Yayıncılık tarafından yayına hazırlandığını işittim. Elbette klasik bir tarzda, Dickensvari yazan Franzen'in metninde bir labirentte kaybolmak ya da tırmanırken oksijensiz kalmak gibi bir durum söz konusu olamaz. Ama Sel'den Will Self'in son modernist üçlemesinin ilk romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Şemsiye</em>'si de gelmişti zamanında, belki devam kitapları (<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Shark</em> ve <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Phone</em>) Sıla Okur'un tezgahında usul usul dilimizde yeniden dökülüyordur. Böylesi iddialı yapıtların yayımlanınca biz okurlar tarafından edinilmesi, illa hemen okumak için değil de, raflarımızda bize meydan okuyan, bizi kaybolmaya çağıran ayartı nesneleri olarak bulundurmak için de tercih edilebilir; aynı zamanda bu türden yayıncılık cüretine kalkışan çevirmeni ve yayıncıyı desteklediğimizi de gösterebiliriz. Son olarak birilerinin de merhum David Foster Wallace'ın ya da Thomas Pynchon'un tuğlalarına ve de Don DeLillo'nun <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Underworld</em>'üne (belki yayıncısını bekleyen, Sabri Gürses'in <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Name</em>s çevirisi de gelir bir yerden) cesaret etmesini dileyerek, şimdilik kucağımda yavru kedimle <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Yapraklar Evi</em>'ni karıştırmaya devam edeceğimi belirteyim.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Nisan 2018]</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-37186072636333024042019-08-19T10:03:00.001+02:002019-08-19T10:03:12.100+02:00Komplo Şebekeler Tarihinden Sadeliğin Dinginliğine<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjczhz1Cczc3spzJwjBMSvy9UeHnQn_GNSoswIHbtkY3lJmYLn7fGIJhgDez1vzwbGTI5lQG7pxvDrnmA0Uiv5YdvcaKf2RUYuVn66fa5RYVETZqTiMLV-oaEZsDqq2NgnlTvDkdFQd7sA/s1600/ernesto-sabato-750x525.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="525" data-original-width="750" height="224" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjczhz1Cczc3spzJwjBMSvy9UeHnQn_GNSoswIHbtkY3lJmYLn7fGIJhgDez1vzwbGTI5lQG7pxvDrnmA0Uiv5YdvcaKf2RUYuVn66fa5RYVETZqTiMLV-oaEZsDqq2NgnlTvDkdFQd7sA/s320/ernesto-sabato-750x525.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
Ernesto Sabato</div>
<br />
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Kalabalık ve karmaşık bir dünyada olup bitenleri anlamlandırmaya çalışırken, kimi zaman topladığımız verilerin çokluğundan başımız dönüyor ve her şeyi basitleştirecek bazı teorilere teslim olmayı tercih edebiliyoruz: Her şey bir şer kaynağından doğuyor ve gördüklerimizin hepsinin arkasında hep o şer şebekesi bulunuyor! Meşrebinize göre şer şebekenizi seçebilirsiniz, dünyanın çoğulluğunu tekil bir-iki şablonla açıklayabilirsiniz, dünyanın düz olduğunu rahatlıkla iddia edebilirsiniz. Çünkü hayat sizi çok yormuştur, aklınız çok berrak çalışmıyordur, akışa kendinizi bırakmanız rahatlatıcıdır... <br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Şer şebekeleriyle ilgili komplo tarihleri ve gerçekten de tarih boyunca faaliyetleriyle tarihin akışını yönlendirmiş hiyerarşilerle işbirliklerinin örnekleriyle dolu bir çalışma -paranın, emperyal ülkelerin, nüfuzlu bankacıların ve bakanların tarihçisi- Niall Ferguson tarafından yakın dönemde yayımlandı: <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Square and the Tower</em> (Meydan ve Kule). (Kitabın İngiliz versiyonunda altbaşlığı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Networks, Hierarchies and the Struggle for Global Power</em> [Şebekeler, Hiyerarşiler ve Küresel İktidar için Mücadele] iken Amerikan versiyonunda daha örtük bir altbaşlık tercih edilmiş: <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Networks and Power, from the Freemasons to Facebook</em> [Şebekeler ve İktidar, Masonlardan Facebook’a]. Bu farkı nasıl yorumlamalı acaba?) Kişisel olarak bu tarz teorilerle dolu tarih kitaplarından, edebiyat yapıtları haricinde, pek hoşlanmam. Ülkemizde sayısız örneği yayımlanır; ve pek çok “aklı başında” kişinin bile bu türden komplo teorilerini baz alan düşüncelerini ve söylemlerini görüp bir anlığına üzülürüm. Böylesi yapıtların bizi nereye getirdiğine bir baksanıza hem. Ama nedense Oxford ve Cambridge çıkışlı, popüler olmakla beraber düzgün bir tarih anlayışı olduğu izlenimi edindiğim bir tarihçi olarak Niall Ferguson’un, pek çok tarihçinin kaynak eksikliğinden dolayı tarihin akışını etkileyen şebekeleri tarih yazımına alamadığını, ama insanların yazışmalarından ve aralarında kurdukları ilişkilerin kanıtlarından şebekeleri saptamanın mümkün olduğunu öne sürerek böylesi bir çalışmaya yönelmiş olması, benim bile merakımı cezbetti. Ayrıca belki şu şebeke (ya da ağ ilişkileri, yani “network”) nedir, nasıl işler, nasıl anlaşılır gibi konularda biraz pratik bilgiler edinebilirim diye düşündüm. <br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Niall Ferguson’un çalışmasına kadar bu konularla ilgili okuduğum en kapsamlı yapıt, Umberto Eco’nun 1988’de İtalya’da ilk defa yayımlanan <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Foucault Sarkacı</em> romanıydı (maalesef Dan Brown’ın romanlarını hep Umberto Eco’nunkilerle karşılaştırarak küçümsemişimdir, benim ayıbımdır belki de bu). İnsanlık tarihini birbirinin peşi sıra eklenen şeytani komplo şebekeleri olarak anlatmaya meraklı, ama aynı zamanda ileri derecede üçkağıtçı karakterlerle dolu Eco roman(lar)ının çok zevkli ve güzel olmasından dolayı memleket okurlarımız tarafından çok fazla inanıldığını ve gerçeklikle uydurmanın birbirinden ayırt edilmesi konusunda hiçbir zaman pek başarılı olamadığımızdan da her türlü üfürüğün kolaylıkla fırtınaya dönüşebildiğini düşünmüşümdür. Gerçi sadece biz değil, yakın tarih boyunca pek çok ülke ve toplumda üfürükçü şebeke komplolarının pek çok kanlı sahneye yol açtığı da gözüküyor: Eugène Sue’nun romanlarından Ziyon Bilgelerinin Belgesi’ne sıçranması örneğinde olduğu gibi, pireden deve yapılarak yorgan yakılması her daim insan alışkanlığı galiba.<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Bir asırlık bir ustanın bilgelik mirası: Direniş</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Geçen ay yayımlanan Arjantinli usta yazar Ernesto Sabato’nun <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Direniş</em> adlı -yüz yaşında hayatını kaybetmesinden bir süre önce tamamladığı- son yapıtı, tam da tesadüfen daha önceden Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanmış üç romanını (<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Tünel</em>, <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kahramanlar</em> <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">ve Mezarlar</em>, <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Karanlıkların Efendis</em>i) arka arkaya okuduğum bir döneme denk geldi. <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Foucault Sarkacı</em>’ndan çok daha önce, <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kahramanlar ve Mezarlar</em>’da körler örgütü ve <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Karanlıkların Efendisi</em>’nde bugün bildiğimiz tüm gizli örgütler, dünyayı yönetme arzuları, şeytani bağlantılar gibi tam teşekküllü komplo menüsü yer aldığından okurken çok heyecanlanmıştım. Sabato, Eco’dan farklı olarak, çok daha ulvi ve edebi bir kalem olduğundan, insanlığın halleri ve trajedileri hakkında fazlasıyla doyurucu pek çok görüyü de romanlarına serpiştirmiş. Elbette bilimsel formasyonu çok kuvvetli olduğundan (aslında enstitülerde çalışmış bir fizikçi), sosyalist olduğundan (Arjantin’deki kayıpları araştırma komisyonuna başkanlık etmiş) ve de çağının edebiyat ve sanat akımlarına aşırı parodik yaklaşabilecek kadar ilgili olduğundan kaleminden uydurduğu komploları ve şebekeleri okur tarafından gerçeklikle karıştırılmadan büyük bir zevkle okunabiliyor ve tabii Don Quijote sendromundan mustarip okurlar tarafından yine de gerçeklere benzetilebiliyor. (1960’lardan itibaren ve özellikle 1970’lerde dünya çapında bir tür “dünyanın efendileri” sendromu yaşandığı izlenimi veren bir yoğunlaşma var anlaşılan sanatlarda, daha çok da Latin Amerika’da: 1973 yapımı, Şilili matrak kült usta Alejandro Jodorowsky’nin filmi <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">La Montaña Sagrada</em> bir başka örneği bu konunun.) <br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Her şeyin her şeyle, her kişinin de her kişiyle bağlantısı bulunduğunu ve bu ağlar arasında biz insanların ne kadar da küçük, Kafkaesk böcek karakterler olduğumuzu romanlarına konu edinmekle beraber Ernesto Sabato son yapıtında müthiş bir olgunlukla, sadeleşmemizi, daha iyi bir yaşam için yavaşlamamızı, eski değerlerimizi sofuca değil de huzur için sürdürmemizi öneriyle ve sadece en yüksek niteliklere sahip olanların değil de herkesin, çocukların, yaşlıların, hayvanların, hastaların, ağaçların, her şeyin rahat edebilecekleri ve dikkate alınacakları bir dünya arzusuyla nasıl davranabileceğimiz üzerine öğütlerde bulunuyor. Çılgınlık kurgularıyla edebiyat tarihine geçmiş bir bilgeden neredeyse her satırına hayran kalınabilecek bir dinginlik ve bilgelik metni kalması, insanoğlunun ne kadar müthiş bir potansiyeli olduğunu gösteriyor kesinlikle. Anlayamadığımız dünyamızı basitleştirici komplolarla açıklamak yerine bizzat kendi hayatımızı basitleştirip sadelikle hareket etmeyi hepimiz başarmalıyız belki de; işte o zaman kucağımızda kedimiz, yolları çatallanan bir suyun kenarına oturup sakin bir hayat sürebiliriz.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Mart 2018]</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-76202890982622984902019-08-17T17:36:00.004+02:002019-08-17T17:36:48.076+02:002018'in Şimdiden Müjdelenen Yapıtları<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXOmkyxtSd12zj2cg7wjlbhb4cBUUPOmv0VVanTCQDmw88j1hI74qQW4v1PFV9leH20Mr4OEItZ9GiYqQdVkY9f7VwjuU9yDgnMA8tlQ3Q2De4BjCqX80b-v2LVXkF0Rc2hlIOwv3nVs0/s1600/peter+carey.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="164" data-original-width="308" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXOmkyxtSd12zj2cg7wjlbhb4cBUUPOmv0VVanTCQDmw88j1hI74qQW4v1PFV9leH20Mr4OEItZ9GiYqQdVkY9f7VwjuU9yDgnMA8tlQ3Q2De4BjCqX80b-v2LVXkF0Rc2hlIOwv3nVs0/s1600/peter+carey.jpg" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
Peter Carey</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Yeni yıl diye adlandırdığımız takvim dönemine yaklaşırken, yayınevleri, bizi heyecanlı tutmak adına yazarlarının beklenen yapıtlarını müjdelemeye başlar; biz okurlar da, sıkıntılı zamanlarımızda sığınabilmek ve günü geçirebilmek için okunacak yeni kitapların beklentilerine kapılırız. Her ne kadar ardımızda okumadığımız yapıtlardan oluşan koskoca bir kütüphane bulunsa da, sevdiğimiz yazarların yeni kitaplarına ya da ilgimizi çekecek yepyeni yazarlara karşı doyurulamaz bir iştahımız da vardır. İşte “her şeye rağmen” hayatın devam ettiğini hatırlatan, bu türden yeni kitap haberleriyle dolu bir yazı; bu yazıyı yazarken 2018’in ilk ayında oldukça ilerlediğimizden, çıkmış bir iki kitapla başlayalım...<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Geçtiğimiz yıl karaciğer kanserinden kaybettiğimiz Amerikalı <a href="http://www.idefix.com/Yazar/denis-johnson/s=269569#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/clog=269569/parentId=0/price=-1,-1/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Denis Johnson</a>, Jonathan Franzen’in akıl hocası olacak kadar yakın arkadaşı ve National Book Award sahibi önemli bir yazardı. (Türkçede Ayrıntı’dan yayımlanmış <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">İsa’nın Oğlu</em>, <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Melekler</em>, <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Fiskadoro </em>gibi yapıtlarını hatırlayanlar olacaktır. Gönül, dilimize daha yoğun aktarılmasını diliyor elbette!) Öykü türündeki –sadece– ikinci kitabı olan <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Largesse of the Sea Maiden</em>, ölümünden ardından yayımlanan ilk yapıtı oldu... Refah toplumuyla çatışmalı diyarların karşılaştırmasını <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Ne Nedir</em>, <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kral İçin Hologram</em> ve Türkçeye henüz aktarılmayan <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Zeitoun </em>gibi yapıtlarında çokça ele alan Amerikalı <a href="http://www.idefix.com/Yazar/dave-eggers/s=258993#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/clog=258993/parentId=0/price=-1,-1/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Dave Eggers</a>, yine gerçeklerden hareketle kurgu tadında yazdığı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Monk of Mokha</em> ile bu sefer Yemen’de kahve peşinde koşarken Ortadoğu’nun sertliklerini ve kavgalarını okurun önüne seriyor.<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Hemen bu ay, <a href="http://www.idefix.com/Yazar/peter-carey/s=265381#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/clog=265381/parentId=0/price=-1,-1/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Peter Carey</a>’nin Avustralya’daki kimlik siyasetleriyle ilgili romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">A Long Way From Home</em>; <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Harvest </em>ile çok ses getiren <a href="http://www.idefix.com/yazar/Jim%20Crace#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/parentId=0/price=-1,-1/writer=Jim%20Crace/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Jim Crace</a>’in yeni tekinsiz romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Myth</em> ve her yapıtı çıkar çıkmaz peşine düştüğüm <a href="http://www.idefix.com/Yazar/julian-barnes/s=253780#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/clog=253780/parentId=0/price=-1,-1/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Julian Barnes</a>’ın <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Only Story</em>’si yayımlanacak. Ayrıca geçtiğimiz yıllarda Fransa’da çok ses getiren <a href="http://www.idefix.com/yazar/Leila%20Slimani#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/parentId=0/price=-1,-1/writer=Leila%20Slimani/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Leila Slimani</a>’nin <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Chancon douce</em> adlı Goncourt Ödüllü yapıtı da İngilizcede <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Lullaby </em>adıyla yayımlanacak; ama ben sanırım Kırmızı Kedi’nin yayımlayacağını umduğum Türkçe çevirisini bekleyeceğim.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Ölene kadar dans</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Bizde bir tek <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">İntihar Dükkanı</em>’yla (Sel Yayıncılık) bilinen <a href="http://www.idefix.com/yazar/Jean%20Teul%c3%a9" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Jean Teulé</a>’nin yeni kitabı, Fransa’da yayımlanacaklar arasında beni en heyecanlandıranı oldu. Bu sefer, 16. yüzyılın Strasbourg’unda, tüm ahalinin kendilerini ölene kadar dans ettiren bir çılgınlığa kapılmasını ele almış yazar <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Entrez dans la danse</em> yapıtında. Umarım diğer Teulé’leri de bu romanla birlikte dilimize aktarmaya devam eder yayıncılarımız. Fransız polisiyesinin duayenlerinden, bizde sadece Pegasus’tan 2010 tarihli romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Karanlık Kadrolar</em> ve Can’dan –aslında <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kumandan Camille Verhoaven</em> serisinin ikinci kitabı olan– <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Alex</em>’in yayımlanmış olduğu <a href="http://www.idefix.com/Yazar/pierre-lemaitre/s=20949#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/clog=20949/parentId=0/price=-1,-1/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Pierre Lemaître</a>’in, geçtiğimiz yıl sonunda vizyona giren Goncourt Ödüllü romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Au Revoir Là Haut</em>’nun devamı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Couleurs de l’incendie</em>, en merakla beklenen yapıtlardan. Polisiye serileri bizim diyarlarda da çok sevilen yapıtlar oluyor genelde; ama yayıncılarımız keşke biraz daha özenle ilgilense bu yazarla. 2017’de Roman Polanski’nin vizyona giren son filmi <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">D’après une histoire vrai</em>, <a href="http://www.idefix.com/Yazar/delphine-de-vigan/s=19939#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/clog=19939/parentId=0/price=-1,-1/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Delphine de Vigan</a>’ın ödüllü romanından uyarlanmıştı. Yazarın üç romanı bizde Arunas Yayıncılık tarafından yayımlanmış, ama bu yıl en çok beklenen Fransız romanlarından biri, çocukluğun kötü koşullarda nasıl karartıldığını dört sesli anlattığı romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Les Loyautés</em> ve bu iki kitabı da okumak isteriz kendi dilimizde.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Hillary Clinton kazansaydı...</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
En sevdiğim bilimkurgu yazarlarından <a href="http://www.idefix.com/Yazar/william-gibson/s=218594#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/clog=218594/parentId=0/price=-1,-1/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">William Gibson</a>’dan, son ABD seçimlerini Hillary Clinton’ın kazandığı alternatif bir gelecek romanı olan <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Agency</em>, nisan ayında yayımlanacakmış. Bir önceki romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Pheripheral</em>’de farklı zaman katmanları arasında kurulan iletişim ağları en önemli temaydı; anlaşılan yeni romanı da aynı hatta ilerliyor, bu sefer 22. yüzyılın post-apokaliptik koşullarıyla iletişim kuruluyor. İletişim teknolojilerini her daim odağa alan, siber-punk ekolünün gurusu Gibson’ın bu yeni yapıtını beklerken, “oyalanmak” için genç bir yazar olan <a href="http://www.idefix.com/yazar/Chandler%20Klang%20Smith#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/parentId=0/price=-1,-1/writer=Chandler%20Klang%20Smith/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Chandler Klang-Smith</a>’in yeni yayımlanan ilk romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Sky is Yours</em>’u okuyacağım sanırım. Tanıtımlarında David Mitchell, Gary Shteyngart ve Philip K. Dick referansları bolca geçen, büyüme öyküsüyle bilimkurgu ve fantezi öğelerini harmanlayan romanı, ustanın yanında nasıl olacak acaba? Nisan ayında hemen edinebileceğim yapıtlardan biri de, hem futbol hem de Japonya üzerine yazdığı romanlarla popülerleşen, Türkçede de kitaplarından bazılarını Sel Yayıncılık’tan okuduğumuz <a href="http://www.idefix.com/Yazar/david-peace/s=10369#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/clog=10369/parentId=0/price=-1,-1/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">David Peace</a>’in, <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Raşomon</em>’un yazarından esinle kaleme aldığı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Patient X: The Case-Book of Ryunosuke Akutagawa</em> olacak; Japon edebiyatının tarihine de yoğunlaşma fırsatı bulurum belki yeniden.<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Eskiden olsa <a href="http://www.idefix.com/Yazar/chuck-palahniuk/s=258014#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/clog=258014/parentId=0/price=-1,-1/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Chuck Palahniuk</a>’un (1 Mayıs’ta yayımlanacak) <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Adjustment Da</em>y ya da <a href="http://www.idefix.com/Yazar/irvine-welsh/s=241854#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/clog=241854/parentId=0/price=-1,-1/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Irvine Welsh</a>’in <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Trainspotting </em>kadrosuyla devam ettiği <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Dead Men’s Trousers</em> romanlarını da dört gözle beklerdim, ama bu türden yazarlara karşı garip bir soğumam oldu son yıllarda; sebebi içimin geçmesi mi, yoksa aklımın ermesi mi bilemiyorum. Tarihi romanlarıyla ödüller kazanan ama bir türlü okur nezdinde popülerliği yakalayamayan <a href="http://www.idefix.com/yazar/Andrew%20Miller" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Andrew Miller</a>’ın, ağustos ayında<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Now We Shall Be Entirely Free</em> adlı, Napolyon savaşlarını zemin olarak kullandığı yeni romanı yayımlanacakmış. Yakın tarihi, özellikle savaşları romanlarına zemin seçen <a href="http://www.idefix.com/yazar/Michael%20Ondaatje#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/parentId=0/price=-1,-1/writer=Michael%20Ondaatje/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Michael Ondaatje</a>’nin yeni romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Warlight </em>ise haziranda yayımlanacakmış. Yine bir tarihi dönemin üstüne çoksatar haline gelmiş <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Essex Serpentine</em> kurgusunu yerleştiren <a href="http://www.idefix.com/yazar/Sarah%20Perry#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/parentId=0/price=-1,-1/writer=Sarah%20Perry/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Sarah Perry</a>’nin yeni romanı, gotik klasiği <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Melmoth</em>’un çeşitlemesiyse ekimde geliyormuş...</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Knausgaard’ı yargılamayı dört gözle bekliyorum!</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<a href="http://www.idefix.com/Yazar/haruki-murakami/s=261966#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/clog=261966/parentId=0/price=-1,-1/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Haruki Murakami</a>’nin ne zaman yeni bir kitabı yaklaşsa heyecan duyduğumu saklayamam. Murakami çılgınlığı beni de sarmıştı pek çok okur gibi. Henüz Türkçelerinin yayımlanmadığı zamanlarda bulabildiğim her kitabını İngilizce olarak topluyordum. O zamanlardan kalan alışkanlıkla, eğer yeni kitabı önce İngilizce çıkıyorsa ne yazık ki onu alıp okuyorum. İki yıl önce Japonya’da yayımlanmış son romanının, kasım ayında İngilizce çevirisinin <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Killing Commendatore</em>adıyla yayımlanacağını öğrendim; Doğan Kitap da yeni Murakami kitabı müjdesi vermişti; bakalım dört gözle beklediğim Murakami yapıtını ne zaman okuyacağım.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><a href="http://www.idefix.com/Yazar/karl-ove-knausgaard/s=17630#/page=1/sort=groups.group.displayorder,asc/categoryid=0/clog=17630/parentId=0/price=-1,-1/hs=false" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Karl Ove Knausgaard</a> da, Murakami’yi andıran bir çılgınlık yaratan yazarlardan. <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kavgam </em>serisinin beşinci kitabı üzerinde Türkiye’deki yayıncısı Monokl’un maharetli kadrosunun çalıştığını biliyorum, serinin altıncı cildi de ağustosta İngilizce olarak yayımlanacak ve kendi ülkesindekiler dışında tüm dünya da Knausgaard’ın kavgasını anlamış olacak! Çok merak ediyorum, tüm ciltler bittiğinde neyle karşılaştığımıza karar kılacağız: Bir Norveçli’nin nasıl yaşadığına ve yazdığına dair kapsamlı bir belgeselle mi, yoksa daha öte bir yapıtla mı? Bazı yapıtlar kendisini merakla okutur, ama sonunda hüsranla kalır okur (<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Lost</em> gibi desem mi acaba?); bazı yapıtlar ise okurken azap çektirir, ama bittikten yıllar sonra bile tartışmaları okurun zihninde devam eder. Knausgaard’ı bu açıdan yargılamayı dört gözle bekliyorum, son savunmaları da gelsin bakalım(!)</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Şubat 2018]</div>
</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-15169781251545642152019-08-16T19:52:00.001+02:002019-08-16T19:52:25.114+02:00Ödüllerin Işık Tuttuklarıyla 2017<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhRfQnmVGiMKPwHmERYD2JZoYPSXdmSZ_VTbjvbN2pP1vJpYfbqE02GPmKE7LxcELp5giEvxYT1IT5YYkXv_mp2XQ7FivIVCVL1HgaJ0eDAT3A09y2Llwzx49IyWwX73weU0DwvYD-DakI/s1600/colson.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="180" data-original-width="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhRfQnmVGiMKPwHmERYD2JZoYPSXdmSZ_VTbjvbN2pP1vJpYfbqE02GPmKE7LxcELp5giEvxYT1IT5YYkXv_mp2XQ7FivIVCVL1HgaJ0eDAT3A09y2Llwzx49IyWwX73weU0DwvYD-DakI/s1600/colson.jpg" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
Colson Whitehead</div>
<br />
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Kazananlarıyla ve bazen de kaybedenleriyle ödüllerin ışıklarını takip etmek, sanırım gelenekselleştirdiğim bir yöntem oldu; basit ama pratik, belki de bazıları için çok uysal bir okurluğa götürebilecek bir yöntem. Eskiden bu ödüllü kitapların dilimize aktarılması için yıllarca beklerdik, ama bu yılın pek çok ödüllü kitabı, üzerinden çok da zaman geçmeden taze çevirileriyle kitabevlerimizin raflarında da gözüktü; bu açıdan, öncelikle yayıncılarımızı tebrik etmek gerekir. </div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Hemen tüm kitapları YKY’den çıkan Kazuo Ishiguro’ya verilen Nobel Ödülü’nü zikrederek İngiltere’den başlayalım. O taraflardan büyük hevesle açıklanmasını beklediğimiz ödüllerden biri de Man Booker ödülleriydi. Biliyorsunuz, bu isimde iki ödül söz konusu: İngilizce yazılan yapıtlara verileni ve çeviri ödülüyle birleşmiş “enternasyonal” olanı. 2017’de Paul Auster (Türkçeye de çok geçmeden ulaştırılan<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> <a href="http://www.idefix.com/Kitap/4-3-2-1/Paul-Auster/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001724143001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">4 3 2 1</a></em>’le [çev. Seçkin Selvi, Can Yayınları]), Emily Fridlund (<a href="http://www.idefix.com/ekitap/history-of-wolves-3" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">History of Wolves</em></a>), Mohsin Hamid (<a href="http://www.idefix.com/Kitap/Exit-West/Foreign-Languages/Literature-and-Novel/Literature/urunno=0001721182001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Exit West</em></a>), Fiona Mozley (<a href="http://www.idefix.com/ekitap/elmet-1" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Elmet</em></a>) ve Ali Smith’i (yeni “mevsimler dörtlemesi”nin ilk kitabı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Autumn</em>) geride bırakarak Amerikalı George Saunders<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Lincoln in the Bardo</em> romanıyla (<a href="http://www.idefix.com/Kitap/Arafta/George-Saunders/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001688298001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Arafta</em></a>, çev. Niran Elçi, DeliDolu Yayınları) Man Booker’a layık görüldü. Bizde az sayıda kitabıyla tanınan İsrailli David Grossman’ın İngilizceye <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><a href="http://www.idefix.com/ekitap/a-horse-walks-into-a-bar-1" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">A Horse Walks Into A Bar</a> </em>adıyla çevrilen romanı da, bu ödülün “enternasyonal” olanına layık görüldü; Fransız Mathias Énard (<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Boussole </em>romanının çevirisiyle), Norveçli Roy Jacobsen (YKY tarafından yayımlanan <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><a href="http://www.idefix.com/Kitap/Gorulmeyenler/Roy-Jacobsen/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000695975" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Görülmeyenler</a> </em>romanının çevirisiyle), Türkçede <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Karate-Vurusu/Dorthe-Nors/Edebiyat/Dunya-Oyku/urunno=0001720756001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Karate Vuruşu</em></a> adlı öykü derlemesiyle tanıdığımız Danimarkalı Dorthe Nors (<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Spejl, Skulder, Blink</em> romanının çevirisiyle), İsrailli Amos Oz (<a href="http://www.sabitfikir.com/dosyalar/Judas" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Judas</em></a>romanıyla) ve henüz hiçbir kitabı bizde yayımlanmamış Buenos Airesli Samanta Schweblin (<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Distancia de Rescate</em> kitabının çevirisiyle) gibi adaylar arasından...</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />The Rathbones Folio Prize, 2017’de Hisham Matar’ın <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Return: Fathers, Sons and the Land in Between</em> kitabına verildi; diğer adaylar Laura Cumming, China Miéville, C. E. Morgan, Maggie Nelson, Francis Spufford, Madeleine Thien ve Robbin Yassin-Kassab ile Leila Al-Shami’ydi. Bu isimlerden 1976 doğumlu C. E. Morgan’ın<a href="http://www.idefix.com/ekitap/the-sport-of-kings-7" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"> <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Sport of Kings</em></a>’i, yayımlandığı yıl olan 2016’da <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kirkus </em>dergisinin ve Windham-Campbell edebiyat ödülünü kazanmıştı; bu sene ayrıca Pulitzer ve Baileys ödüllerine aday oldu. Madeleine Thien de çokça adaylık alanlardan biri; Çin kökenli Kanadalı yazarın son kitabı, bizde de Hep Kitap’tan Özlem Yüksel çevirisiyle çıkan <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Bundan-Sonra-Her-Sey-Biziz/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001698309001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Bundan Sonra Her Şey Biziz</em></a>, 2016’da yayımlandığında Kanada’da İngilizce alanında Genel Vali ödülüyle Scotiabank Giller ödülünü kazanmış, Man Booker’ı kıl payıyla kaybetmiş, bu yıl da Rothbones dışında Baileys’e aday gösterilmiş.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Önümüzdeki yıldan itibaren Baileys ile sponsorluk anlaşması bitecek olan Women’s Prize for Fiction da, bu yıl Naomi Alderman’ın<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Guc/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001737422001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Güç</a></em> romanına verildi (Misis Kitap tarafından çok yakın bir zaman önce Özden Umut Akbaş çevirisiyle yayımlandı Türkçe’de de). Yukarıda bahsettiğim iki ismin dışında yine Hep Kitap tarafından yakında Begüm Korkmaz çevirisiyle yayımlanmış Nijerya kökenli Ayobami Adebayo’nun <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Benimle-Kal/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001736806001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Benimle Kal</em></a>’ı, henüz hiçbir kitabı yayımlanmamış Linda Grant’ın<a href="http://www.sabitfikir.com/dosyalar/The%20Dark%20Circle" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Dark Circle</em></a>’ı ve bu yıl Gordon Burn ve Goldsmiths ödüllerine de aday olan, henüz bizde hiç kitabı yayımlanmamış 1979 doğumlu Gwendoline Riley’nin beşinci romanı <a href="http://www.idefix.com/ekitap/first-love-60" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">First Love</em></a> Baileys ödülünü kıl payı kaçıran diğer adaylar olmuş. Rothbones adaylarından Francis Spufford’un bizde henüz yayımlanmamış <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><a href="http://www.idefix.com/ekitap/golden-hill" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Golden Hill</a> </em>romanı İngiltere’de ilk romanlara verilen Desmond Elliott ödülünü alırken, ödülü kıl payı kaçıranlar arasında İrlandalı Kit de Waal’in <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Benim-Adim-Leon/Kit-de-Waal/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001680294001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Benim Adım Leon</em></a>olarak Bilge Nur Gündüz çevirisiyle Hep Kitap tarafından yayımlanan romanı da bulunuyordu.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Goldsmiths Ödülü bu yıl <a href="http://www.idefix.com/ekitap/h-a-ppy" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">H(A)PPY</em> </a>yapıtıyla Nicola Barker’a verilirken; Sera Baume, Kevin Davey, bizde önceki neredeyse tüm kitapları Kıvanç Güney çevirisiyle YKY’den yayımlanmış Jon McGregor, Gwendoline Riley ve bizde de Sel Yayıncılık tarafından Sıla Okur çevirisiyle ilk parçası <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Semsiye/Will-Self/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000586047" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Şemsiye</em></a>’nin yayımlandığı modernist üçlemesinin son romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><a href="http://www.idefix.com/ekitap/phone-4" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Phone</a> </em>ile Will Self bu ödülü kıl payı kaçıranlar arasında. 2016’da David Szalay’ın, yakınlarda Hep Kitap tarafından Sevi Sönmez çevirisiyle yayımlanan <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Erkek-Dedigin/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001729458001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Erkek Dediğin...</em></a>’inin layık görüldüğü Gordon Burn adına verilen ödülün bu yılki kazananı da, polisiye yazarı Denise Mina <a href="http://www.idefix.com/ekitap/the-long-drop-4" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Long Drop</em></a> ile oldu.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Umarım yayıncılar, bu yıl beni mahcup ederler</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
ABD’deyse National Book Award for Fiction, henüz hiçbir kitabı dilimize çevrilmemiş Jesmyn Ward’a, 2011 tarihli romanı <a href="http://www.idefix.com/ekitap/salvage-the-bones-a-novel" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Salvage Bones</em></a>’un ardından ikinci kez <a href="http://www.idefix.com/ekitap/sing-unburied-sing-1" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Sing, Unburied, Sing</em></a> romanı için verildi; diğer adaylar Elliot Ackerman, Lisa Ko, Min Jin Lee, Carmen Maria Machado’ydu. Bu ödülü geçen yıl, 2017 içinde Siren Yayınları tarafından Begüm Kovulmaz çevirisiyle yayımlanan ve en popüler çeviri romanlarımızdan biri haline gelen –bu yıl Pulitzer ödülüne de layık görülen– Colson Whitehead’in <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Yeralti-Demiryolu/Colson-Whitehead/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001723351001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Yeraltı Demiryolu</em></a> kazanmıştı; Pulitzer’i de bir önceki yıl, yakınlarda Kafka Kitap tarafından Duygu Akın çevirisiyle yayımlanan Viet Thanh Nguyen’in <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Sempatizan/Viet-Thanh-Nguyen/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001728551001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Sempatizan</em></a>’ı kazanmıştı (her iki ödülle ilgili bir isim de, 2015’te Fortune Smiles ile National Book Award ve 2013’te <a href="http://www.idefix.com/ekitap/the-orphan-master-s-son-a-novel-of-north-korea" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Orphan Master’s Son</em> </a>ile Pulitzer alan Adam Johnson). ABD kitap eleştirmenleri tarafından verilen National Book Critics Awards ise en son Louise Erdrich’in<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><a href="http://www.idefix.com/ekitap/larose-2" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"> LaRose</a> </em>romanına verildi; bu roman aynı zamanda Viet Dinh’in <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">After Disasters</em>, Sunil Yapa’nın <a href="http://www.idefix.com/ekitap/your-heart-is-a-muscle-the-size-of-a-fist" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Your Heart is a Muscle the Size of a Dist</em></a>, Garth Greenwell’in What Belongs to You yapıtlarıyla birlikte PEN-Faulkner ödülünün adaylarındandı, ama Imbolo Mbue’nin <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><a href="http://www.idefix.com/ekitap/behold-the-dreamers-oprah-s-book-club" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Behold the Dreamers</a> </em>yapıtı karşısında hepsinin boynu bükük kaldı... Biliyorsunuz, ABD’de farklı PEN kuruluşları bulunuyor ve çok farklı amaçlarla çok sayıda ödül veriyorlar. Mesela PEN American Center’ın verdiği PEN Çeviri Ödülü bu sene –Tess Lewis’in Almancadan çevirdiği– Maja Haderlap’ın<a href="http://www.idefix.com/ekitap/angel-of-oblivion" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Angel of Oblivion</em></a>’una verilirken; bir önceki yıl yapıtları bizde de yeniden Monokl tarafından Başak Bingöl Yüce çevirisiyle yayımlanmaya başlamış Clarice Lispector’un <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Complete Stories’</em>ini çeviren Katrina Dodson’a verilmişti. PEN Center USA, kurgu alanında Martin Pousson’un <a href="http://www.idefix.com/ekitap/the-black-sheep-boy" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Black Sheep Boy</em></a>’una ödül verirken, çeviri ödülünü Rabee Jaber’in <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Confessions</em>’unu çeviren Kareem James Abu-Zeid’e vermeyi layık gördü; bu kurumdan Yaşamboyu Başarı Ödülü de, televizyon uyarlamalarıyla ve bizde de Doğan Kitap tarafından yayımlanan kitaplarıyla son yılların en popüler ismi Margaret Atwood’a verildi, ki Atwood bir önceki yıl da İngiliz PEN kurumununun PEN/Pinter ödülüne layık görülmüştü.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />İrlanda’da Dublin’de verilen eski IMPAC ödülü (kendi dillerinde Duais Liteartha Idirnáisiúnta Bhaile Átha Chliat ödülü), Dublin Belediye Meclisi tarafından verilen 100 bin euroluk bir ödül ve 2017’de Portekizli José Eduardo Agualusa’nın Daniel Hahn tarafından çevrilen <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><a href="http://www.idefix.com/ekitap/a-general-theory-of-oblivion" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">A General Theory of Oblivion</a> </em>adlı romanına verildi. Bu ödül için bahsi geçen adaylar arasında Mia Couto (<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Confessions of the Lioness</em>), Kim Leine (<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><a href="http://www.idefix.com/ekitap/the-prophets-of-eternal-fjord" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">The Prophets of Eternal Fjord</a>)</em>, Anne Enright (<a href="http://www.idefix.com/ekitap/the-green-road-1" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Green Road</em></a>), Valeria Luiselli (bizde Siren Yayınları’ndan Seda Ersavcı çevirisiyle yayımlanan <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Dislerimin-Hikayesi/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001719180001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Dişlerimin Hikâyesi</em></a>), Viet Thanh Nguyen (<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Sempatizan</em>), Chinelo Okparanta (<a href="http://www.idefix.com/ekitap/under-the-udala-trees-1" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Under the Udala Trees</em></a>), Orhan Pamuk (<a href="http://www.idefix.com/Kitap/Kafamda-Bir-Tuhaflik/Orhan-Pamuk/Edebiyat/Roman/Turkiye-Roman/urunno=0000000624702" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kafamda Bir Tuhaflık</em></a>’ın Ekin Oklap çevirisi), Robert Seethaler (bizde Timaş Yayınları tarafınan Feza Şişman çevirisiyle yayımlanan <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Butun-Bir-Omur/Robert-Seethaler/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000728893" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Bütün Bir Ömür</em></a>) ve Hanya Yanagihara (<a href="http://www.idefix.com/ekitap/a-little-life-3" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">A Little Life</em></a>) bulunuyordu.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Hiç kuşkusuz Avrupa’nın diğer ülkelerinde (özellikle Fransa, Almanya, İtalya, İspanya) verilen pek çok prestijli ödül de dikkat çekiciydi geçtiğimiz yıl. Ne yazık ki bu ülkelerin dillerinden dilimize çağdaş kitap aktarımı İngilizceye oranla çok daha az ve gecikmeli oluyor; umarım yayıncılar bu yıl beni bu konuda mahcup ederler, diyerek bu ülkelerin ödüllerini sayıp dökmeyi başka bir mecraya bırakıyorum!</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Ocak 2018]</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-13763483471936220422019-08-15T12:03:00.003+02:002019-08-15T12:03:49.376+02:00Romancı İncelemeye Kalkışırsa<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgo_6rgTduqm1_p5Ibu9b7U_cBHIGwYLrRfrRDiyE-F-bLTivyZ1qGJEHqxqdXu6i_0TC20pCBMqEi8Gs2DO5nmcTIPaa0sM8AQdCfy-q-Fk4IRhbN2Z8CBZ5SGUMtzF1SxX9YdFZCZeGs/s1600/China+Mieville.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="413" data-original-width="620" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgo_6rgTduqm1_p5Ibu9b7U_cBHIGwYLrRfrRDiyE-F-bLTivyZ1qGJEHqxqdXu6i_0TC20pCBMqEi8Gs2DO5nmcTIPaa0sM8AQdCfy-q-Fk4IRhbN2Z8CBZ5SGUMtzF1SxX9YdFZCZeGs/s320/China+Mieville.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
China Mieville</div>
<br />
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Kendi hayallerini yazıya aktarıp kurgulayarak roman kotarmaya alışmış bir yazarın, günün birinde, merak alanlarını açık edecek biçimde bir inceleme kitabını yazmaya kalkışmasını okur olarak nasıl değerlendireceğime bir türlü karar veremem. Yazarı “tanıdığım” ve öyle ya da böyle yapıtlarıyla ilgilendiğim için mi bu inceleme kitabına yönelirim, yoksa incelediği konuyu ben de merak ettiğim için mi okumaya başlarım, bazen kesinlikle ayrıştıramam. Bilimkurgu tarzında yazdıklarına belli bir ilgiyle yaklaştığım China Miéville’in tam da Sovyet Devrimi’nin yıldönümünde Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Ekim: Rus Devriminin Hikâyesi</em> adlı kapsamlı tarih çalışmasını hangi yönden merak ettiğimi net söyleyemezdim, ta ki yakınlarda ben de son günlerde çok sayıda yayımlanan Sovyet Devrimi hakkındaki kitaplardan birinin son okuyucularından biri olmasaydım... Dolayısıyla artık merakım hakikaten çok detaylı belgelenmiş, üzerinde çalışılmış, tartışmalarıyla birlikte çok geniş literatürü olan bir konuda, ekseriyetle aklını ve hayal gücünü kullanmakla meşhur bir fantazya yazarının farklı ne yazabileceği üzerineydi.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />China Miéville sadece bir bilimkurgu ya da fantastik kurgu yazarı değil. 1972 doğumlu Miéville, Cambridge’deki bir kolejden antropoloji mezunu ve London School of Economics’te Uluslararası İlişkiler bölümünden hem yüksek lisans hem de doktora derecelerini almış, sonradan doktora tezini de “Eşit Haklar Arasında: Uluslararası Hukuğun Marksist Bir Teorisi” adı altında kitaplaştırmış. Postmodern teorilerden üniversitede okurken yaka silken Miéville, tarihin açıklanmasında klasik Marksist teoriye dönmüş ve yeniden Marx’ın tezlerine yönelen akımın içinde yer alıyor. Aktivist yönü de olan Miéville, düpedüz siyaset de yapıp İngiltere’deki Sosyalist İşçiler Partisi’nin üyesi olmuş, parlamento seçimlerinde Sosyalist İttifak’tan 2001’de aday olup seçilememiş, 2013’te de partisinin liderliğini eleştirerek ayrılmış. Ayrıca küresel Sosyalist Birlik üyesi de olan Miéville, Sovyet Devrimi konusunda akademik yeteneklerini de kullanarak kalem oynatmaya ehil, işin içinde bir isim; dolayısıyla yazdıklarını şişireceğini ummuyorum, nüanslarını kişisel olarak anlamakta zorlanacağım biçimde kendi inançlarını da işin içine katacaktır, ama çalışmasının girişinde elinden geldiğince objektif olmaya verdiği söze inanmaktan başka bir şey yapamam okurken.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<a href="http://www.idefix.com/Kitap/Perdido-Sokagi-Istasyonu/China-Mieville/Edebiyat/Roman/Bilim-Kurgu/urunno=0000000371087" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Perdido Sokağı İstasyonu</em></a>, <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Yara/China-Mieville/Edebiyat/Roman/Bilim-Kurgu/urunno=0000000454227" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Yara</em></a>, <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Sehir-ve-Sehir/China-Mieville/Edebiyat/Roman/Fantastik/urunno=0000000408440" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Şehir ve Şehir</em></a>,<a href="http://www.idefix.com/Kitap/Un-Lun-Dun/China-Mieville/Cocuk-ve-Genclik/Genclik-10-Yas/Roman-Oyku/urunno=0000000412382" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Un Lun Dun</em></a>, <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Kraken-Bir-Canavarin-Anatomisi/China-Mieville/Edebiyat/Roman/Fantastik/urunno=0000000567985" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kraken</em></a>, <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Demir-Konsey/China-Mieville/Edebiyat/Roman/Bilim-Kurgu/urunno=0000000637006" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Demir Konsey</em></a>, <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Elcilik-Kenti/China-Mieville/Edebiyat/Roman/Bilim-Kurgu/urunno=0000000712243" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Elçilik Kenti</em></a>ve<a href="http://www.idefix.com/Kitap/Kral-Fare/China-Mieville/Edebiyat/Roman/Fantastik/urunno=0000000323222" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Kral Fare</em></a>; Yordam Kitap tarafından dilimize (nedense dört farklı çevirmenle) aktarılan Miéville romanları. Bilimkurguyu ve fantazyayı kendisine özgü bir biçimde kullanan Miéville, “New Weird” olarak kategorileştirilen bir akıma dahil ediliyor. Üç Arthur C. Clarke ödülü, ikişer Britanya Fantazya ve Fantazya Alanında Locus ödülleri olan Miéville’in <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Zindan ve Ejderha</em> merakı da çok fazla, hatta <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Pathfinder RPG </em>oyununa <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Beş Krallığın Rehberi </em>adlı bir oyun elkitabı da yazmış, <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Perdido Sokağı İstasyonu</em>’nun daha sonradan <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Zindan ve Ejderha</em>’nın yeni oyun kitaplarında oyunu geliştirenlere ilham verdiği de söyleniyor, dolayısıyla yeni kuşağın fantazya maceralarını karşılıklı olarak etkileyen isimlerden biri kesinlikle Miéville.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Teknoloji, büyü, serüven, sokaklarda dolaşmak, yoldaşlık gibi temaların yapıtlarında bol bol bulunduğu yazarın Rusya’da 1917’nin Şubat’ından Kasım’ına kadar olan çifte devrimi yer yer macera romanı tadında, sokaklardaki askerlerin, işçilerin, halkın, devrimcilerin, çarlık yanlılarının, farklı siyasi partilerin manevralarını, entrikalarını da eksik etmeyerek anlatması, sanki yeni kuşağın anlayacağı bir tahayyül seviyesinden tarihi aktarma çabası gibi gözüküyor. Romanesk tabloların da betimlendiği, Tauride Sarayı, Kşesinskaya Malikanesi, Çarın treni, Kronştadt Donanma Üssü gibi farklı sahnelere bakılan, çok sayıda karakterinin devinimlerini aktaran Miéville’in metni, başlangıç olarak okurun zihnine pek çok detay serpiştirir, dönemin atmosferini iyi-kötü verirken etraflıca olup bitenleri değerlendirmek için başka yapıtlara yönelmeyi gerektiriyor. Bilimkurgudan çok fantastik yol maceralarını andıran, St. Petersburg merkezli bir <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Yuzuklerin-Efendisi-Tek-Cilt-Ozel-Basim/JRR-Tolkien/Edebiyat/Roman/Fantastik/urunno=0000000113094" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Yüzüklerin Efendisi</em></a> gibi okumak Ekim Devrimi’ni, benim okur zihnimin bir sapkınlığı olarak da kabul edilebilir tabii!</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px; text-align: center;">
<br /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Bir odadan çıkmadan yapılan bir yolculuk</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Bir roman yazarının kendi merakının peşinden inceleme yapmaya başlamasına bir başka örnek aramak istediğimde, yakın sayılabilecek bir tarihte Everest’ten çıkmış Geoff Dyer’ın <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Zona/Geoff-Dyer/Sanat-Tasarim/Sinema/urunno=0000000625733" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Zona</em></a>’sına,<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Bir Odaya Yapılan Bir Yolculuk Üzerine Bir Film Üzerine Bir Kitap</em>’a ulaştım. Tam olarak ne yazdığını açıklamakta her zaman zorlandığım Geoff Dyer’ın romanlarıyla incelemeleri aslında birbirlerini çok andırıyor ve hiçbirinde okura yardımcı olacak netlikte yazılanları ifade etmeyi beceremiyorum. Bir tür aylak sanat sever halinde sabit kalmış bir isim sanki 1958 doğumlu Dyer: Jim Jarmusch filminden fırlamış gibi; yazmayı çok sevdiği belli, ama iddialı konular seçmek ya da etraflıca araştırmalar yapmak yerine (ki ortaya çıkarttığı sonuçlara bakınca aslında böyle yaptığını da görebiliyorum) çok basit, ufacık konular seçip kendi aklınca durmadan yoldan çıkarak, sanki dağarcığında ne bulduysa ortaya koyarcasına (savsızlık gibi gözüken) savını geliştiriyor her seferinde. D. H. Lawrence üzerine yazamadığı tezi hakkında yazdığı<a href="http://www.idefix.com/Kitap/Bir-Hisimla/Geoff-Dyer/Edebiyat/Anlati/urunno=0000000642490" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Bir Hışımla </em></a>kitabıyla E. M. Forster ödülünü almış Dyer, cazdan John Berger’a, fotoğraftan Burning Man festivaline, Somme muharebesinden Saratoga askeri gemisine ilgilendiği çok sayıda konuda kendisine özgü deneme/inceleme kitapları yazmış, ama aynı biçimde Venedik’ten Paris’e, Veranasi’den Güney Londra’ya pek çok yerde geçen aylaklık deneyimleri barındıran romanlar da yazmış. Tarif etmekte zorlandığım Dyer’ın tüm yapıtlarında ortak olan durum, bir kere başladıktan sonra yazılanları büyük bir keyifle okumaya devam ediyorum, adeta su içmek gibi...</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />İşte <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Zona</em>’da Dyer, Tarkovski’nin, Strugatski kardeşlerin <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Uzayda-Piknik/Arkadi-Strugatski/Edebiyat/Roman/Bilim-Kurgu/urunno=0000000588089" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Uzayda Piknik </em></a>adlı bilimkurgu romanından uyarladığı ama çekimler esnasında bilimkurgu öğelerini tamamen attığı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Stalker </em>filmini okura sekans sekans tekrar izletiyor. Bir filmi izleme deneyiminden sinemanın büyüsüne, varoluşun sorgulanmasına, en derin arzularımızın ne olduğuna, muhtemen her okurun satır aralarında bulacağı her şeye doğru açılıyor... Belki meşhur bölgenin harabe odasında en derin arzu olarak bir köpek yerine paravanın arkasında saklanmış minik bir kedi yavrusu bulunsaydı, İz Sürücü durmadan yola koyulmak zorunda hissetmez, sevgili kedisinin yanında kalırdı bir sonraki sefere.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Aralık 2017]</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-22739284037744657682019-08-13T18:05:00.002+02:002019-08-13T18:05:28.591+02:00Ishiguro'nun Nobeli'nin Işıltısında Japon Edebiyatı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEieDA1DFRryXFxe5Qh2cRQYP1p7tqq_y3wuSDjijazjkGXS-8edenJWcOwLfmz1MbOEokneBMG0khVYITqV2mSg-iaWYa-roKVUu3RQB2jrCAZ5Sbcnik2NiaHMSwV294BZ6UlUKF84e1Q/s1600/kazuo+ishiguro.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="182" data-original-width="277" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEieDA1DFRryXFxe5Qh2cRQYP1p7tqq_y3wuSDjijazjkGXS-8edenJWcOwLfmz1MbOEokneBMG0khVYITqV2mSg-iaWYa-roKVUu3RQB2jrCAZ5Sbcnik2NiaHMSwV294BZ6UlUKF84e1Q/s1600/kazuo+ishiguro.jpg" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
Kazuo Ishiguro</div>
<br />
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Nobel Edebiyat Ödülü’nün biz okurlar için en güzel yanlarından biri –mekanizmasını çok anlamasak da– her yıl dünyanın bir ülkesinden, toplumundan, kültüründen, dilinden bir kişiyi “işaret etmesi”; öncesinde ve sonrasında sosyal medyada ve diğer yayınlarda koparılan gürültü ne olursa olsun, İsveç’teki komite, o yıl kimi layık gördüyse ödüle –sadece kendisi değil, kategorisindeki benzerleri de– gündemimize yerleşiyor. Bazen Türkçeye de çevrilmiş, dolayısıyla zaten bilinen biri Nobelliler kulübüne giriyor, bazen de herkes çok şaşırıyor, hiç duymadığı, dilinde görmediği ya da bir biçimde yakıştıramadığı birine ödül verildiğinden, kısa ya da uzun süre radarına alamıyor bu ismi – belki de almayı reddediyor. Bu sene ödülün Kazuo Ishiguro’ya verilmesiyle rahat bir “gündem” olacağı anlaşıldı: Tüm kitapları dilimize aktarılmış, Yapı Kredi Yayınları gibi geniş dağıtım olanağına sahip bir yayınevi tarafından temsil edilen, okurların ve eleştirmenlerin sevdiği bir isim Ishiguro; dolayısıyla tüm kitaplarının kapağına Nobel ibaresi kondurularak hemen dolaşıma sokuldu.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Bu senenin tartışma hararetini ise, daha çok, yazarın hangi dil ve edebiyatın kapsamına sokulacağı, Japon kabul edilip edilmeyeceği konusunda yaşadık: Her ne kadar Japon anne ve babadan doğmuş olsa da babasının işi nedeniyle tüm ailesiyle birlikte altı yaşından beri İngiltere’de yaşayan, tüm resmi eğitimini –Kent Üniversitesi’nde felsefe ve İngilizce lisansı ve East Anglia Üniversitesi’nde Ray Bradbury ve Angela Carter gibi isimlerin eğitmenliğinde yaratıcı yazarlık yüksek lisansı da dahil olmak üzere– Britanya’da alan bir isim Ishiguro. Üstelik, 1982 tarihli ilk romanının yayımlanmasından sonra Britanya vatandaşlığına geçen, kendi tabiriyle ismini ve görüntüsünü farklı sunsak, yaptığı edebiyatın kesinlikle İngiliz edebiyatı kapsamında görüleceği, sadece İngilizce yazmış Ishiguro, Japon edebiyatının temsilcisi sayılabilir mi? Bir taraftan da Japonca konuşulan bir ev ve Japon gelenekleriyle büyümüş bir anne baba yer alıyor. Hayal edilen ve muhtemelen mitik ve yitik hissedildiği için sıkıca araştırılan Japonya’yı ilk romanlarında anlatısına zemin seçen Ishiguro’nun, karakterinde de yer alan Japon hassasiyeti, zarafeti, bastırılmış şiddeti ve farklı bakış açısının tüm yapıtlarına sızdığını göz ardı edemiyoruz kendi beyanlarından yola çıkarak. Kimi yapıtlarındaki gergin nezaket, belirgin sınıf ayrımı, romanı değerli yapan kilit öğenin anlatının umulmadık yerlerine yerleştirilmesi, ancak sabırlı okurun bu mücevheri bulabilecek olması da bana Ishiguro’nun Japon karakterine bağlı özellikler gibi geliyor. Yine de, bu seneki Nobel Edebiyat Ödülü nevişahsına münhasır birine, bir “melez”e, bir bakıma bir dünya insanına verilmiş oldu.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Ustaların Japon edebiyatı</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Japon edebiyatı, bizim dilimize de her sene yeni örnekleri aktarılan, gittikçe nüfuzunu artıran bir edebiyat. Buna, yine nevişahsına münhasır, ama tamamen Japonca yazan (Ishiguro Japon mantığıyla İngilizceyi kullanırken, o da İngilizce mantığıyla Japoncayı kullanıyor), artık dünyanın en popüler Japon yazarı haline geldiği için Nobel Ödülü’yle taçlandırılmasına gerek olmadığını düşündüğüm, herkesin sevgilisi Haruki Murakami’nin yol açtığını söylemek gerekir. Doğan Kitap’tan yayımlanan irili ufaklı kitapları defalarca baskı yapan Murakami’nin yanında; artık kitaplarının baskısı bulunmayan, 1968’de Japonya adına ilk Nobel’i alan Yasunari Kavabata ya da aynı ödüle 1994’te layık bulunan ve <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Kurbani-Beslemek/Kenzaburo-Oe/Edebiyat/Dunya-Oyku/urunno=0000000655649" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kurbanı Beslemek</em></a> ya da <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Kisisel-Bir-Sorun/Kenzaburo-Oe/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000344234" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kişisel Bir Sorun</em></a> romanlarının Can baskıları dışında yine pek yapıtı dolaşımda bulunmayan Kenzaburo Oe veya son basılan <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Altin-Kosk-Tapinagi/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001722761001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Altın Köşk Tapınağı</em></a> dahil pek çok yapıtı Can Yayınları tarafından dolaşımda tutulan Yukio Mişima, yine Can Yayınları’ndan yayımlanan <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Anahtar/Cuniciro-Tanizaki/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000379169" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Anahtar</em></a>, <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Nazli-Kar/Cuniciro-Tanizaki/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000675040" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Nazlı Kar</em></a> gibi başyapıtları ve son olarak Jaguar Kitap’tan çıkan<a href="http://www.idefix.com/Kitap/Bir-Kedi-Bir-Adam-Iki-Kadin/Cuniciro-Tanizaki/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001714789001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın </em></a>ile <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Naomi-Bir-Budalanin-Aski/Cuniciro-Tanizaki/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000445391" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Naomi</em></a>’si bulunabilen Junichiro Tanizaki ve uzun zaman sonra <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Kumlarin-Kadini/Kobo-Abe/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001702142001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kumların Kadını</em></a>’nın yeni çevirisiyle, ardından da ilk defa yayımlanacak olan<a href="http://www.idefix.com/Kitap/Kanguru-Defteri/Edebiyat/Roman/Fantastik/urunno=0001727214001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Kanguru Defteri</em></a> ile Monokl’un yeniden canlandırdığı Kobo Abe gibi ustaların kitapları basılsa ve okurlar tarafından ilgi çekse de, ne yazık ki çok satabilmeleri ya da sıklıkla tekrar baskı yapabilmeleri mümkün olmuyor. Bunda belki dil meselesi önemli bir etkendir: Hakkıyla çeviri yapabilecek çevirmenler ancak yetiştirilebildiği ve ayrıca yoğun kültürel değişimler yaşayan Japon toplumunun kültürüne Batılıların köprüsü dışında doğrudan ulaşmanın zorluğu düşünüldüğünde, zorlanmadan, bunalmadan ve en önemlisi yanlış yorumlara sapmadan seri halde Japoncadan bırakalım çevirmeyi, okumak bile çok nadir kişiye nasip olacaktır, henüz. (Yanlışlara sapmak derken; bunun en yakın örneği Koreli yazar Han Kang’ın Uluslararası Man Booker Ödülü’nü kazanan <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Vejetaryen/Han-Kang/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000729667" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Vejetaryen </em></a>romanının Deborah Smith çevirisinde yaşandı. Koreli okurlar tarafından İngilizcesi okunurken fark edilen pek çok kritik hatayla dolu çeviri nedeniyle çeviri faaliyetinin yeniden yazımla ne kadar karışmış olduğu sorgulandı geçtiğimiz haftalarda; Türkçeye Göksel Türközü tarafından doğrudan Koreceden aktarıldığı için muhtemelen bahsi geçen hataları bizim okuduğumuz baskısında göremeyiz, ya da görsek de ayırt edemeyiz.)</div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Son dönemde yeni tanıştıklarımız</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Yine de bazı yayınevleri, kimi zaman İngilizce ya da Fransızcadan geçerek, ama giderek artan oranda da doğrudan Japoncadan çevirilerle çok sayıda Japon yazarın yapıtını dilimize aktarıp yayın piyasasının çeşitli noktalarına dağıtıyor. Örneğin son dönemde Doğan Kitap <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Hirsiz/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001711667001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Hırsız</em></a>’la genç kuşaktan Fominori Nakamura’yı, Japonya’nın prestijli ödüllerinden kabul edilen Naoki ödülünü zamanında kazanmış Natsua Kirino’nun <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Tanrica-Gunlugu/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001695892001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Tanrıça Günlüğü</em></a>’nü ve Mitsuyo Kakuta’nın <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Agustosboceginin-Sekizci-Gunu/Mitsuyo-Kakuta/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001690248001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Ağustosböceğinin Sekizinci Günü</em></a>’nü, polisiye yazarı Kanae Minato’nun <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Itiraflar/Kanae-Minato/Edebiyat/Roman/Polisiye/urunno=0000000689416" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">İtiraflar</em></a>’ını da yayımlayarak Japon edebiyatının dilimize aktarılmasına önemli bir destekte bulunuyor. Ayrıca son dönemde Dedalus Kitap’tan Yuichi Seirai’nin <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Nagazaki/Yuichi-Seirai/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001687422001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Nagazaki</em></a>’si, Zeplin Kitap’tan Shusaku Endo’nun (Martin Scorsese tarafından sinemaya da aktarılan) <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Sessizlik/Susaku-Endo/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001686055001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Sessizlik </em></a>kitabı, bir zamanlar Doğan Kitap’tan<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Mercen Kemikler İnci Gözler</em> kitabı çevrilmiş olan İkezava Natsuki’nin bir başka yapıtı Ayrıntı Yayınları’ndan yayımlanan <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Agabeyine-Cicek-Tasiyan-Kiz/Natsuki-Ikezawa/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000727444" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Ağabeyine Çiçek Taşıyan Kız</em></a> romanı, Yoko Ogawa’nın dünyada ses getirmiş ve bizde Pegasus Yayınları’ndan çıkan<a href="http://www.idefix.com/Kitap/Profesor-ve-Hizmetci/Yoko-Ogawa/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000617516" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Profesör ve Hizmetçi</em></a>‘si, Portakal Yayınları’ndan Kazuaki Tanako’nun<a href="http://www.idefix.com/Kitap/Bir-Aklin-Savasi/Kazuaki-Takano/Edebiyat/Roman/Korku-Gerilim/urunno=0001726125001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Bir Aklın Savaşı </em></a>romanı gibi kitaplar rafları doldurdu ve okurlarını bekliyor.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Türkçede gittikçe genişleyen Japon edebiyatına yeniden yoğunlaşmak için bugünlerde ben de Metis Yayınları için Tuncay Birkan tarafından yayına hazırlanmış, çok çevirmenli Sei Şonagon’un <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Yastikname/Sei-Sonabon/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000210945" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Yastıkname </em></a>adlı klasik yapıtını seçtim: 10. yüzyıldan kalan bu yapıt, Japon sarayının nedimelerinden biri tarafından yazılmış bir günlükle adabımuaşeret rehberi arasında gidip gelen, Japon zarafetinin ne kadar derinlere indiğini gösteren çok güzel bir eser. <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Yastıkname</em> ile Kazu Ishiguro romanları arasında on yüzyıllık bir zaman dilimi olmasına rağmen, zarafetin ve estetiğin nasıl kuşaklar boyunca aktarılabildiğini görünce, Japon kültürüne duyduğum hayranlık daha da arttı.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Kasım 2017]</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-33539026362290875922019-08-13T10:34:00.002+02:002019-08-13T10:34:32.623+02:00Yolları Çatallanan Paul Auster<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjhigiNkKEV4qLASTb2oa9Xeyez-L4XiG6pv3Cw-ks9WvQscq9V5ESKPTp0R3f26ol86bbe_GF5Hjtuployw10_dNewZOsgh-rPnImO2XjH80JA3K_ycKnsm6eGs8x49zV10X7BX_dy8E/s1600/paul-auster-thumb-large.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="960" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjhigiNkKEV4qLASTb2oa9Xeyez-L4XiG6pv3Cw-ks9WvQscq9V5ESKPTp0R3f26ol86bbe_GF5Hjtuployw10_dNewZOsgh-rPnImO2XjH80JA3K_ycKnsm6eGs8x49zV10X7BX_dy8E/s320/paul-auster-thumb-large.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
Paul Auster</div>
<br />
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Bir zamanlar yazarların, karakterlerinin yaşamlarını başından sonuna kurgulamakta daha rahat oldukları söylenebilir; diğer bir deyişle, önceden fazla örneği olmadığı için, daha rahat uydurabiliyorlardı! Zamanla çok fazla kitap birikti ve tekrara düşmek istemeyen yazarlar, birtakım oyunlarla daha sanatsal ve şatafatlı metinler ortaya çıkartmak istediler. Ama özellikle son zamanlarda, yazabileceklerinin, ne olursa olsun daha önce yazılmış olanlar gibi yaşam öyküleri olabileceğini anlamaya başladılar gibi görünüyor. Böylesi örnekler, çok uzun zamandır aktif ve profesyonel olarak yazanlar söz konusu olduğunda daha da artıyor. İşte Paul Auster da her zaman yaşam öyküsü metinleri kaleme almayı seçenlerden; üstelik kendisinin de öncülerinden olduğu postmodern oyunları ihmal etmeden. Son romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">4321</em>’de hem postmodern hem de realist olabilmek için seçtiği oyun, paralel ama tıpatıp evrenlerde aynı kişinin yaşam öyküsünü yazmak olmuş. Üstelik tekrarlara düşmeden yapıyor bunu; büyük ailesinden başlayıp sonuna kadar takip ettiği karakteri Archibald Isaac Ferguson’u, farklı sonlara ulaştırıyor. New Jersey’de 1947’de doğmuş (Auster’la aynı günlerde) Ferguson’un büyüme öyküleri, aile bireylerinin trajedileri, gündelik dramları, sanatsal eğilimleri, duygusal ve cinsel gelişmesi, entelektüel merakları, eğitim süreçleri, tarihi koşulları, toplumsal kavgaları, yolculukları ve kariyer seçimleri oldukça kapsamlı, olasılıklı ve kesişimli anlatılıyor; böylece biz okurlar 1950’lerden 1970’lere kadar Amerikan toplumu hakkında çok cepheli ve çok kapsamlı bir belgesel de okumuş oluyoruz.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Bir yazarın, kendi aynası olarak da nitelendirilebilecek bir insanın dört farklı olasılığı hakkında kurgu yapmasını nasıl yorumlayabiliriz? Kişinin oluşumunun, tarihi ve toplumsal koşullara ne kadar bağlı olduğunu mu göstermeye çalışıyordur? Talihin ya da talih diye adlandırdığımız darbelerin insanın hayatını ne kadar farklılaştırabileceğini mi göstermeye çalışıyor? Yolları çatallanan bahçenin insanları farklı güzergahlarda dolaştıracağını, ama zaman zaman da aynı noktalarda kişinin alternatif olasılıklarıyla kesiştireceğini mi anlatmak istiyor? Paul Auster’ın tüm yapıtlarında tesadüflerin, kaderi umulmadık boyutlarda değiştirmesinin örneklerini görmüşüzdür bugüne kadar. <a href="http://www.idefix.com/Kitap/New-York-Uclemesi-Mini-Kitap/Paul-Auster/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000720944" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">New York Üçlemesi</em></a>,<a href="http://www.idefix.com/Kitap/Sans-Muzigi/Paul-Auster/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000064345" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Şans Müziği</em></a>, <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Ay Sarayı</em>, <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Kehanet-Gecesi/Paul-Auster/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000148441" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kehanet Gecesi</em></a>, <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Yanilsamalar-Kitabi/Paul-Auster/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000122684" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Yanılsamalar Kitabı</em></a>pek çok noktasına kondurulmuş baht dönüşleriyle doludur. Bugüne kadar yazdığı en dev yapıt olan 4321’de de tesadüflerin kaderi nasıl değiştirebileceğine dair en kapsamlı kurgusal deneye girişiyor Auster ve tek bir insanın sağa ya da sola gitmek gibi basit bir değişiklikle bile ne kadar farklı yerlere savrulacağını gösteriyor; hatta o kişiyle ilgili tüm insanların da hayatlarının tamamen değişeceğini... <br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Psikanalistin divanındaymış gibi</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" />Kişinin oluşumunda, karanlığa mı yoksa aydınlığa mı yöneleceğinde, kendisini nasıl hissedeceği ve neler yapmayı seçeceğinde etkili olan en önemli unsurun cinsellik olduğu da anlaşılabiliyor Ferguson’un olası hayatlarından. Cinsellikten önce aile ve çevre geliyor, sonra tarihsel koşullar, ruhsal ve entelektüel meraklar, talihin ya da kaderin (bir tür yazının) getirip götürdükleri ve elbette tüm bunları kişinin nasıl yorumladığı. Birtakım belirlenimcilikler ile rastlantısallıklar iç içe katılmış <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">4321</em>’de ve muhtemelen her okur insanın gidişatı hakkında kendi sonuçlarını çıkaracaktır; bu noktada ne kadar Auster’la anlaşırız, ne kadar aynı sonuçlara ulaşırız bilinmez.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Çok iyi bir öykü anlatıcısı Auster, ama kadim öykücülerden değil, daha çok terapi kanepesine uzanmışçasına anlattıça anlatıyor; Kutsal Kitap’tan esinlendiğini hiç sanmıyorum, daha çok psikanalizden ve sinemadan esinlenmiş gibi. ABD’deki Yahudi toplumunun içinden çıkmasına rağmen Yahudilere özgü hikayeler anlatmıyor, Amerikalılara özgü hikayeler anlatıyor daha çok; bu açıdan, Philip Roth’un da ilerisinde (ne de olsa Roth, bazı romanlarını Yahudiler ve Yahudilik üzerine kurmuştu). Entelektüellik ve sanatçılık da Auster’ın karakterleri açısından önem taşıyor: Archibald Ferguson bir olasılığında eleştirmen/gazeteci, başka bir olasılığında şair veya roman yazarı oluyor. Aynı kadına farklı biçimlerde âşık olabiliyor, ama bir olasılığında kadınlar kadar (hatta daha fazla) erkekler de gönül tellerini (ve bedenini) titretiyor. Bazen New York’a uzanıyor bazen Los Angeles’a sıçrıyor, Boston’da da okuyabiliyor; üstelik sadece kendisinin değil, kuzeninin veya yakın arkadaşlarının da eğitim hayatları bambaşka yerlerde konumlanabiliyor.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Amerikan toplumunun gerilimleri de (özellikle ırk bazlı, politik boyutlu) Auster’ın romanında etraflıca yer verdiği meseleler. Kimi zaman kent isyanlarını anlatıyor, kimi zaman öğrenci hareketlerini; bazen olayların kıyısında kalıyor karakterimiz, bazen gazeteci kimliğine bürünüp olayların ve çatışmaların yakın takipçisi oluyor – radikalleşenlere de yer vermiş Auster (Weathermen ya da SDS ya da Black Panther gibi 1960’ların ve 70’lerin önemli muhalif oluşumlarından çokça dem vuruluyor). E. L. Doctorow’un romanlarında ya da <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Forrest Gump</em>’ta olduğu gibi belgesel gerçekçiliğinde oluşturulmuş bir kurguda pek çok tarihe geçmiş detayın arasından geçiyor Ferguson ve arkadaşları büyürken.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
4321 bir başyapıt sayılabilir mi?</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Auster’ın şiirsel yetenekleri haricinde bugüne kadar biz okurlarına gösterdiği her numarası bu yapıtta gani gani var! Hatta şiir yazan Archibald hesaba katıldığında, bildiğimiz tüm Auster’lar kitaba dağıtılmış durumda. Çevirmen, sinemacı, öykücü, romancı, şair, entelektüel, aktivist, akademisyen, bohem sanatçı... Auster’ın her halinin Ferguson’da bir karşılığı var. Önceki romanlarından benzer temaları sıkı okurları bu romanında da bulacak elbette, ama çok daha kapsamlı, açık dilli ve aydınlatıcı biçimde. Paul Auster bizzat kendi hikayesine okurları çekmek yerine şahit olduklarını veya olabileceklerini kurgu bir yapıtta aktarmayı seçtiği için takdir edilmeli ve anlaşılan bu takdir yakınlaşıyor Auster’a: Man Booker Ödülü’nün kısa listedeki altı adayından biri oldu ve bana kalırsa şansı çok yüksek. Romanı yazmayı bitirdikten sonra programı rahatladığı için olsa gerek PEN America’nın özgür ifade grubunun başkanlığına geçti ve siyasal boyutları olan sosyal sorumluluk aldığını da gösteriyor. 1127 sayfalık bu dev romanın daha fazla okura ulaşması için birtakım başarılar elde etmesi, yayıncılık açısından taltif edilmesi de gerekecektir ve bunu Paul Auster gibi birisinden esirgemezler diye düşünüyorum. Türkiye’de çok seviliyor olsa da Auster, Seçkin Selvi’nin leziz çevirisiyle Can Yayınları tarafından yayımlanan <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">4321</em>, cüssesi nedeniyle peynir ekmek gibi değil de, şarküteriden alınacak bir Fransız peyniriymiş gibi tüketilecektir!</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Ekim 2017]</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-8252097956920537602019-08-11T17:11:00.000+02:002019-08-11T17:11:48.320+02:00Diyelim Bir Roman Yazmaya Niyetlisiniz...<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3kcEJuUSdGIUQhVHakkTSA5NbU2K1fKk0ZeR6kSwVFo168C9gHtjWKrGbpn9ejQzjv9yit6s9h0DO6VrhMDd9UDhn3T7xOwToQbyknXaEsVwXEKvK-BeT2TRaAaxDKVQagdWCHUIaChk/s1600/saramago.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="330" data-original-width="620" height="170" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3kcEJuUSdGIUQhVHakkTSA5NbU2K1fKk0ZeR6kSwVFo168C9gHtjWKrGbpn9ejQzjv9yit6s9h0DO6VrhMDd9UDhn3T7xOwToQbyknXaEsVwXEKvK-BeT2TRaAaxDKVQagdWCHUIaChk/s320/saramago.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
José Saramago</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Biz günümüz okurları açısından kitaplarla ilişkiler büyüdüğümüz ortamda gördüğümüz kitaplarla başlıyor, aile kitaplığında, kurum kütüphanesinde, hiç olmadı küçük sınıfımızın camlı dolabında kütüphane kolundaki öğrencilerin her sabah tozunu aldığı ve kime verileceğini bir deftere not ettikleri kitaplarla. Risaleler, incelemeler, romanlar, denemeler, öykü ve şiir kitapları şeklinde türlerine ayrılmış, klasikleri, çocuklar için kısaltılmış versiyonları, farklı çevirileri, modern klasikleri, çoksatarları ile farklı versiyonlarda baskıları bulunabilen milyonlarca kitabın söz konusu olduğunu kısa zamanda öğreniyoruz. Hatta bugün dijital imkânları da göz önünde bulundurunca, çocuklarımızın bizim tanıdığımız formatta bir kitapla hiç tanışmasa da her türlü metni okuyacağı bir cihaza sahip olacaklarını tahmin edebiliyoruz, kitap okumasa bile her gün onlarca kitaba denk metnin arasından geçeceğini biliyoruz. Ama aramızdan sadece bazılarının aklına, belli bir türde, mesela roman türünde, bir kitap yazma fikri düşüyor ve çok azımız gereken sebatı göstererek bir roman taslağına ulaşıyor, bir yayıncıya ulaştırma imkânı buluyor ve öyle ya da böyle ilk romanını yayımlatabiliyor. Her geçen gün artan sayıda romancının yeni yapıtıyla karşılaşsak da, bir zamanlar romanın başat olmadığını, hatta ortada bile olmadığını biliyoruz. </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Dünyadaki ilk romanın 11. yüzyılda Japonya’da, Murasaki Şikibu tarafından yazılan <i>Genji Monogatari </i>olduğu bilgisine ulaşabiliyoruz mesela araştırdığımızda. Bir saray kadını olan Leydi Murasaki şiirler ve günlüğünü yazmanın dışında Genji’nin hikâyesini yazdığında muhtemelen bir roman yazdığını bilmiyordu. Eski Yunan illerindeki trajedilerden Latince satirlere, kutsal kitaplardan epik şiirlere, Sanskritçe metinlerden <i>Hay bin Yakzan</i>’a, Gılgamış’tan <i>Beowulf</i>’a okurların ve dinlerlerin ilgisini bugünkü romanlar ve hatta filmler ya da televizyon dizileri gibi çeken, ama roman kategorisine sokamayacağımız pek çok atası olan romanın, Ortaçağ’daki romans ve novella yazarlarından geçip Rabelais, Honore d’Urfe, Cervantes, Madame de La Fayette gibi isimler tarafından erken örnekleri veriliyor, 18. yüzyıldan itibaren—Ian Watt’ın önemli çalışması <i>Romanın Yükselişi</i>’nde belirttiği gibi—kabullenilmiş bir tür olarak salonlarda edebiyatın belirdiği görülüyordu. İngilizce ilk romanın ne olduğuna dair tartışmalarda Daniel Dafoe’nun <i>Robinson Crusoe</i>’sunu ayrıcalıklı bir yere yerleştiriyorlar, dolayısıyla ilk biz de ilk romanı modern yayıncılık açısından 1719’a tarihleyebiliriz. (Tüm bu ilk metinlerin yazarlarının primitif koşullarda aklına nasıl düştüğü, nasıl yazdıkları ve nasıl yayımlattıkları merak uyandıran bir fikir jimnastiği olarak görülebilir, her okura kendi fantezilerini yaratma fırsatı bırakarak günümüze geçiyorum.)</span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Kişisel olarak, ilk defa üniversiteye başladığım yıl, Orhan Pamuk’un <i>Yeni Hayat</i>’ını okurken, önceden ürkekçe denemelerle başladığım yazabilme halini bir roman yazma hayaline dönüştürmüştüm. Bir üniversite öğrencisinin okuduğu bir kitabın ve âşık olduğu bir kızın peşinden maceradan maceraya sürüklendiği Pamuk’un romanında muhtemelen kendimi bulmuş, benzer bir metni benim de yazabileceğime inanmıştım. O dönemden beri Orhan Pamuk’u ilgi odağımda tutarım ve her metnini okuyarak, bulabildiğim bilgileri toplayarak, hatta tanışma ve birlikte çalışma fırsatı bularak da ideal romancı konumunda incelerim; açıkçası talihliyim ki benim dilimde, benim çağımda, benim kentimde yaşayan ve şahsen tanıştığım biri edebiyat dünyasının yıldızları arasına çıkıp kabul gördü, dolayısıyla kendimi ücra bir coğrafyanın küçük bir dilinin yalnız okurları ve yazarları arasında görmenin ötesine geçip, meraklarımı ve hayallerimi dünyanın her tarafına ulaştırabilme imkânına sahip hissediyorum. </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">On sekiz yaşındaki gençten kırk yaşındaki adama gelene kadar henüz bir roman tamamlayamamış ve yayımlatamamış olmam, kişisel bir hüzün vermekle birlikte, ilk <i>Sineklerin Tanrısı</i>’yla sevdiğim romancılardan William Golding’in 43 yaşında bu ilk romanını yayımlatmış olması, (her ne kadar ilk roman olmasa da) Marcel Proust’un <i>Yitik Zamanın İzinde</i>’ye 39, Robert Musil’in <i>Niteliksiz Adam</i>’a 40 yaşında saplanmış olmaları, José Saramago’nun bildiğimiz haliyle yazmaya 55 yaşında başlamış olması bana hâlâ ümit veren örneklerden. Gençliğimde henüz elektronik iletişim, yaratıcı yazarlık kursları, okur oluşumları, bilgisayarla gündelik yazma pratiği, cebe girmiş cihazlarda anında metin üretmek gibi durumlar yokken heveslendiğim roman yazma çabasını hâlâ dolmakalem ve defterle sürdürüyorum, ama bu yazılar da dahil ben de herkes gibi işe yarar metinlerimi dijitalde oluşturup yayıncıma gönderiyorum. Üniversiteyi bitirmeme yakın, belki ileride işime yarar diye yöneldiğim yayıncılık faaliyeti bana mesleğim olan editörlüğü kazandırdı, yayıncılık dünyasından çok sayıda tanıdığım, arkadaşım oldu ve hatta kimi zaman çalıştığım yayınevlerinin dosya değerlendirme kurullarında görev de yaptım, ama söküğünü dikemeyen terziye dönüştüğümden nihayetinde bu kurullardan uzaklaşmam gerektiğine karar verdim birkaç sene önce. Yine de <i>Sabitfikir</i>için dünyadaki yayımlanan yapıtlara bakmaya devam ediyorum, ilk roman deneyimlerini de bu sayıda incelemeye çalışıyorum.</span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Yazar için ilk roman ilk metin olmayabilir. Pek çok kişi kalemini önce şiirde, denemede, öyküde kullanıyor. Oldukça iyi eğitimli artık günümüz yazarı, üniversitenin genelde dil ve edebiyat bölümlerinde genel lisans eğitimi almakla kalmıyor, doktoraya kadar uzanarak uzmanlaşıyor. (En serseri yazarlardan biri olan Edinburgh’tan “punk” Irvine Welsh bile, seksenlerde üniversitede MBA yapıyor ve tezini yazarken kütüphanede bir de ilk romanı <i>Trainspotting</i>’i tamamlıyor, 1993’te yayımlandıktan sonra sinemaya da aktarılınca külte dönüşüyor ve 30’undan sonra Welsh büyük bir yazara dönüşüyor.) Hiç olmadı yaratıcı yazarlık kursları var, okuma kulüpleri var, yazar rezidansları ve bursları var. Dolayısıyla hem dünyayı etraflıca öğreniyor günümüz yazarı, hem de yazabilmenin ne demek olduğunu, önceden yazılmış olanları, böylece tıpkı bilim gibi edebiyat da üst üste yığılan yapıtlarla gelişiyor, roman önceki romancıların yaptıklarından da süzülerek bugün ortaya çıkıyor. Yabani şekilde hiç roman okumadan veya kalemini önceden bilemeden roman yazmaya niyetlenenler olabilir elbette, ama gelişmiş bir yayın piyasasında kendisine yer bulmaları oldukça güç olacaktır. (Günümüzde özellikle Wattpad gibi uygulamalar vasıtasıyla çok sayıda genç ya da ilk yazarın ortaya çıktığı gibi bir fenomeni nasıl yorumlamalı peki? Eşzamanlı olarak popüler yapıtları ve bu yapıtlara nazire yazılmış arkadaş metinlerini okumaya başlayan, aslında birbirinin yazdıklarında çoğalan gençlerin kendilerinden menkul sayılabilecek bir cesaretle yazarlaşmaları, birtakım yayınevlerinin de bu “pazardan” pay almaya heveslenerek bu gençlerin romanlarını yayımlayarak özellikle fuarlarda birer gösteri insanıymış gibi dolaştırmaları, edebiyatın poplaması olarak değerlendirilebilir. Her dönem farklı pop biçimleri kültür alanını kaplamıştır zaten, önemli olan sular çekildiğinde kimlerin gerçekten kalacağıdır; pop maceralarında kazandıkları her ne olacaksa, olgunlaştıkları zaman nitelikli olmalarını sağlar bu gençlerin umarım, yoksa doksanların pop yıldızları gibi bugünlere geldiklerinde roman yazarak ikinci bir kariyer bulmaları pek mümkün olmayabilir.) </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Bir yazarın ilk yapıtının okura ulaştırılırken nereden geçeceği oldukça önemli. Doğrudan okura ulaştırmak adına kendi basımını yapan bir yazar, ki bugünün teknolojisi ve piyasasında çok kolay bir hamle olacaktır, bir ölçüde riskli bir hamle yapmış olacaktır. (Bu yolu seçenlere ünlü bir örnek: Farklı işlerde çalıştıktan sonra—tiyatro oyunculuğu, mağazacılık, gazetecilik, tavuk yetiştiriciliği, vs.—1899’da yayımcılığa başlar Lyman Frank Baum. Bir sene sonra da 44 yaşında yazdığı ilk çocuk romanıyla turnayı gözünden vurur, daha sonra devam romanı olarak 13 tane daha yazacağı <i>Oz Büyücüsü</i>’nüyayımlar, 1919’da öldüğünde ardında bu Oz kitaplarının yanı sıra 41 roman kalacaktır. <i>Oz Büyücüsü </i>efsanesini kendi elleriyle Broadway’de müzikal olarak uyarlayacak, ölümünden sonra da efsane 1939’da sinemaya aktarılacak, Kansas’tan Dorothy’nin Oz Diyarı’nda büyücüyü aramasını her kuşaktan çocuk bilecektir.) Yaygın yayıncılık mekanizmaları tarafından ciddiye alınmayabilir, ayrıca metni yayınevi personelleri tarafından ince ayarlardan geçirilmeyecektir bu süreçte. Editörler, metnin kaba yönlerini almakla kalmaz, metnin nereye yönleneceğini ve kimlerle buluşacağını da belirler. Bir romanın hangi yayınevinden, hangi diziden, hangi editörün tornasından çıkacağı bile milimetrik oynamalar yaratacak, yapıtın ve yazarının kaderini değiştirecektir. Yanlış konumlanan bir romanın kaderi yanlış yönde bir otobüse binen bir yolcunun kaderi gibi, gereğinden çok fazla zaman kaybı ve büyük moral bozukluğuyla gelişebilir. Halbuki deneyimlilerin ellerinden geçebilen bir roman, nadiren büyük patlama yapabilse de, yazarının ciddiye alınmasını ve hatta taltif edilmesini sağlayabilir. </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Bugün pek çok araçla ilk romanlar değerlendiriliyor, yazarları parlatılıyor ve mümkün olduğunca iyi bir yere konumlanmaya çalışıyor okurların zihinsel haritalarında. Kitap yayınlarında özel dosyalar yapılıyor, yılın ilk romanlarına vurgu yapılıyor, kitabevlerinde özel vitrinler, raflar ayrılıyor. Artık her sene bir yayın piyasasında kimlerin ilk romanının basılacağı sene başında belirli oluyor, kimin hangi aya düşeceği saptanıyor, basın tanıtımları ona göre ayarlanıyor (mesela bu sene Elif Batuman <i>The Idiot </i>romanıyla yılın ilk romanları listesinde önem taşıyan bir isimdi ve Mart ayında kitabı yayımlanmıştı, dolayısıyla <i>New Yorker </i>için yazmış olduğu yazıların <i>New Yorker </i>abonelerine gönderilen haftalık epostalarda tam da kitabın çıkışına yakın Elif Batuman’ın tüm yazılarını almak bile tasarlanmış bir manevra olsa gerek). En önemlisi gerek yazılmadan önce burs mantığında ya da yayın sözleşmesi sağlayarak, gerekse de maddi pay da vererek, ama her durumda birtakım yazarları ve yapıtları vurgulayarak, işaret ederek okurların haritasına yerleştirilen ödüller dağıtılıyor. Ödüllerin ne kadar adil oldukları, adil olup olmamalırının ne önemi olduğu, temsilciler veya yayıncılar tarafından manipüle edilip edilmedikleri apayrı tartışmalar, ama uzaktan bakmak durumunda kalanlara işe yarar, başlangıç doneleri veriyorlar. Yüzlerce yeni roman basılırken, birkaç okuma hakkı olan bir okurun ödüllerin peşine düşmesinin mantıklı olacağını kabul etmek gerekir. </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Fransa’da Prix du Premier Roman kapsamında henüz basılmamış romanı için 18-30 yaş arasındaki genç romancıya 3.000 avro veriliyor, 1990’dan beri de Paris belediyesi bütçesinden de bir Goncourt ödülü veriliyor ilk basılan bir romana (bu sene Maryam Madjidi’nin <i>Marx et la poupée </i>romanına verilmiş). Prêmio São Paulo de Literatura Brezilya’da basılan Portekizce romanlara veriliyor ve ilk romanını yazanlara özel bir ödül veriyorlar, hatta 2013’ten itibaren bu alanı da ikiye bölmüşler, 40 yaş altı en iyi ilk roman ile 40 yaş üstü en iyi ilk roman ayrı ayrı veriliyor (ben artık ikinci kategoride yer alabilirim ne yazık ki, genç romancı olma hakkımı kaybettim sanırım.) Amerika’da bu alanda verilen en önemli ödül Hemingway Vakfı’yla PEN yazarlar birliğinin ortak verdiği ödül ve son yıllarda kitabevlerinin raflarına ulaşan en önemli yeni yazarlar ilk yapıtlarıyla bu ödülü almışlar. 1976’da verilmeye başlanan ödülü alanlar arasında son yıllarda 1997’de Ha Jin, 2000’de Jhumpa Lahiri, 2001’de Akhil Sharma, 2008’de Joshua Ferris, 2012’de Teju Cole, 2013’te Kevin Powers, 2014’te NoViolet Bulawayo, 2015’te Ama Bontemps Hemenway, 2016’da Ottessa Moshfegh ve bu sene Yaa Gyasi bulunuyor. Bir başka Amerikan ödülü de Virginia Commonweatlth University’nin yaratıcı yazarlık programı tarafından verilen İlk Romancı Ödülü. Britanya’da en önemli ödüllerden biri olan Whitbread bir süreden beri Costa olarak biliniyor ve ilk roman kategorisinde 1981’den beri ödül dağıtıyor. William Boyd, Bruce Chatwin, Jeanette Winterson, Jim Crace, Hanif Kureishi, Rachel Cusk, Kate Atkinson, John Lanchester, Pauline Melville, Zadie Smith, DBC Pierre, Tash Aw, Stef Penney bugüne kadar bu ödülün tanıttığı yeni romancılar olmuştu. Bu ödüle katılım için yayınevleri başvuruyor ve katılım için 5.000 pound ödemeleri gerekiyor, kazanan ise 5.000 poundu almakla kalmıyor diğer kategorilerle birlikte gerçekleştirilen değerlendirmede Costa Yılın Kitabı ödülüne layık görülürse 25.000 pounda daha kazanıyor. Sadece ödül açısından bile cazip olan bu seçimin genç bir yazarı daha ilk kitabından nasıl yücelteceğini tahmin edebilirsiniz herhalde (Zadie Smith’e ya da Kate Atkinson’a bakmak yeterli olabilir). Almanya’da ilk romana verilen ödül 10.000 avro ve ZDF televizyon kanalının Aspekte sanat progaramı tarafından belirleniyor, Aspekte-Literaturpreis’i alanlar arasında Herta Müller, Zoë Jenny gibi isimler bulunuyor (Alman yayıncılığına ve edebiyatına diğerlerine oranla daha uzaktan baktığımı fark ettim, sanırım aktüel olarak oradan buraya yazar tanıtan bir kanalım yok, güncel Alman yazarlarını bize aktaran kişiler mi eksik, yoksa ben mi onlara ulaşamıyorum, emin değilim). Edgar Allan Poe’dan Bram Stroker’a hem yazar adına hem de belli bir türde verilen ödüller de, bilimkurgu için verilen Locus’tan LGBT mensupları için özel olarak verilen Lambda’ya spesifik kültürlerde verilen ödüller de söz konusu ayrıca. </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Yeni bir yazarın okurlar nezdinde kabul görmesinin en kritik aşamalarından biri yapıtının önemli bir eleştirmen tarafından ele alınmasıdır ve yayınevinden ya da temsilcisinden bağımsız olarak bir eleştirmene ulaşabilmek hiç de kolay olmayacaktır. Her dilin, çevrenin, piyasanın kendi önemli eleştirmenleri vardır ve bu eleştirmenler yapıtı ve dolayısıyla yazarı rezil de edebilir vezir de. Geçtiğimiz ay emekli olan Michiko Kakutani, kırk yıla yakın bir süre boyunca ABD’nin en önemli gazetelerinden birinin, The New York Times’ın baş kitap eleştirmeni olarak her hafta kitapların gidişatına yaptığı yorumlarla yön vermişti. Bayan Kakutani’nin kimi zaman pozitif, kimi zaman negatif nazarına henüz ilk romanıyla yakalanan yazarlar arasında Bret Easton Ellis (henüz 19 yaşında yayımladığı ilk romanı <i>Sıfırdan da Az </i>belki de bu türden eleştirilerle rüzgârı arkasına aldı ve daha ilk senesinden 50.000 kopya satar, ilerde yazarına <i>Amerikan Sapığı</i>’nı yazdıracak özgüveni sağlar), Zadie Smith (24 yaşındaki yazarı müjdelerken “hem içgüdüsel öykü anlatıcısı yeteneğine sahip hem de sokak zekâsını ve aynı anda eğitimli, canlı ve felsefi olabilen olabildiğine moda bir sesi var” diye bahsederse elbette baştacı edilir okurlar tarafından), Dave Eggers bulunurken, David Foster Wallace, Jonathan Franzen, Marlon James gibi isimlerin okurun geniş ilgisiyle ve ödüllerle taçlanan asıl yapıtlarını yükselten dalgayı da sunuyordu Kakutani. Böylesi etkili ve tutturan eleştirmenlerin gözüne girmek hiç de kolay olmasa gerek.</span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Okurun ilgisi yazarın ilk yapıtının ötesine geçmesine yardımcı olacaktır. Hem kabul gördüğünü hissedecek, hem de satış rakamlarına dayanarak yapılan analizler neticesinde başka mecralara geçme imkânı bulabilecektir. Bir temsilciye sahip olmak burada kritik bir önem taşıyor. Chuck Palahniuk’un durumuna bakarak bu konuda bir örnek bulabiliriz: Üniversitede gazetecilik okuduktan sonra bağımsız basında mesleğini icra etmenin yanı sıra bir tır şirketinde dizel motorlar hakkında kullanım kılavuzları yaptığı ikinci bir işi varken otuzlarına geldiğinde ilk roman taslağı <i>Görünmez Canavarlar</i>’ı yazar Palahniuk. Henüz temsilcisi bulunmadığından gönderdiği tüm yayınevleri kitabı iğrenç bulup basmak istemez, bu duruma sinirlenerek daha da iğrenç bir roman yazmak için önceden kaleme aldığı bir öyküyü büyüterek <i>Dövüş Kulübü </i>romanı haline getirir. Bu ikinci roman taslağının reddedileceğini de düşünürken bir edebiyat temsilcisiyle anlaşılır, romanı kabul görür, 1996’da basılır, okurlar tarafından özel bir ilgiyle karşılanarak kült bir takipçi kitlesi oluşur, romanın film hakları satılır, David Fincher tarafından filme çekilir ve Chuck Palahniuk daha sonra <i>Görünmez Canavarlar</i>’ı da yayımlatma fırsatı bulur. Başyapıtının devamını Amerikan çizgi roman piyasasında getirmesinin de anahtarı temsilcisinin cin fikrinde yatmaktadır muhtemelen. İyi bir kalemse, iyi bir temsilciyle çalışıyorsa yazarın ilk romanı yayımlandıktan sonra yolu açılır ve yüksek akçeli televizyon ya da sinema uyarlamalarına, farklı versiyonlara geçilebilir.</span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Ama bir zamanlar tersten akıyormuş sular ve zamanının televizyon kanalı olan kurgu dergilerinde ilk yapıtlarını veriyormuş yazarlar. Genç bir gazeteci, ilüstrasyonlarla birlikte öykülerin basılacağı bir yayında yazma fırsatını bulduğunda 24 yaşındadır ve yıl 1836’dır; Londra hayatından manzaralar olarak okunabilecek önceki çalışmalarından hareketle <i>Mister Pickwick’in Serüvenleri </i>adındaki ilk romanını on dokuz ay boyunca parça parça yayımlattıktan sonra ancak 1837 sonunda bir ciltte bastıran Charles Dickens, bu pikaresk yapıttan sonra sadece İngiltere’nin değil tüm dünyanın en ünlü romancılarından biri olarak 58 yıllık hayatında roman sayılabilecek yirmi metin yazacaktır. <i>Mister Pickwick’in Serüvenleri</i>yayınıcılık açısından ilk fenomenlerden biri olacak, o zamana kadar çizerlerin hâkimiyetinde olduğu gazetecilikte metnin çizimin önüne geçmesini sağlayacak, korsan kopyaları çıkarılacak, sahneye uyarlanacak, parodi metinleri yazılacak ve pek çok türev ürünle tanıtılacaktı. Muayenehanesinde hastalarını beklerken sıkıntıdan patlamamak için yazmaya başlayan bir göz doktoru ise bir başka örnektir: 1886 yılının Kasım ayında Ward Lock ve Kumpanyası yayıncılık şirketine teslim ettiği roman dosyası, ertesi yılın ilk günlerinde şirketin yayımladığı <i>Beaton’s Christmas Annual </i>dergisinde olduğu gibi yayımlanır ve biz okurlar yıllar içinde en çok tanınan kurgu karakterlerden olan Sherlock Holmes ve Doktor Watson’la tanışırız: <i>Kızıl Dosya </i>Arthur Conan Doyle’un yazarlık kariyerinin başlangıcını muştulayacaktır; aynı şirketin 1891’de genişletilmiş baskısını yapacağı bir başka ilk roman ise, bir sene önce <i>Lippincott’s Monthly Magazine</i>dergisinde sansürden kaçınmak için kesintili bir versiyonu yayımlanmış olan, daha önceden denemeleri, şiirleri ve öyküleriyle popülerleşmiş Oscar Wilde’ın <i>Dorian Gray’in Portresi </i>olacaktır.</span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Türkiye’de yayıncılık yapıp başka yayın çevrelerinde yayımlanmış kitapları seçerek dilimize kazandırmaya çalışanlar için en zor durumlardan biri, adı sanı pek duyulmamış bir ismi, ilk romanının cazibesine kapılarak seçmektir. Edebiyat temsilcilerinin, yayınevlerinin kataloglarında ya da edebiyat mecralarında tanıtımını gördüğümüz, ustalar tarafından övülmüş, muhtemelen ödül de kazanmış, dolayısıyla sıradan bir okurun peşine rahatlıkla düşebileceği bir yazarın bu ilk yapıtını yayımlamayı seçen yayınevi, çok sağlam bir dayanak bulamadığı takdirde üç rakamlı baskısını bile yıllar içinde zar zor bitirir bir baskı macerasına girişmek durumunda kalabilir ve böylesi deneyimler sinir bozucudur. Sadece ilk romanlar değil, kendi piyasamızda hiç bilinmeyen usta bir yazarı bile yayımlamak açıkça cesaret ister. Büyük yayınevlerinin seçmiş olması bir parça ibreyi yukarı doğru kaldırırken, genç bir yayınevinin yeni yazarlar sunması bir tür Donkişotça harekettir. Keşke yeni yazarların peşine düşebilecek meraklı okur sayısını artıracak yeni dalgalar bulsak ve büyük bir şevkle başladığımız yayıncılık faaliyetlerinde kısa sürede yılgınlığa kapılıp işi ticarete çevirmek zorunda kalmasak.</span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<br /></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Burada önemli bir ara kademe oluşturmamız gerekiyor. Neyin kimler tarafından ilgi görebileceğini kestirmeye çalışan türden birtakım periskop isimlere ihtiyacımız var. Bir zamanlar yayın yönetmenleri veya birtakım yazarlar bize uzak diyarların göze batan isimlerini gösteriyorlardı, ama şimdi hem yoğunlaşan yayıncılık faaliyetleri hem de seyrelen kişiliklerimiz nedeniyle başkalarına özel olarak bakabilen isimler pek kolay çıkmaz oldu. Doğrudan bildiğimiz dil söz konusuysa buradaki yayın faaliyetini pas geçip o dilin piyasasına yönelebiliriz, ama ya üçüncü veya dördüncü diller söz konusuysa… Biz okurları ve hatta yayın bileşenlerini rahatlatacak birtakım “trendsetter” ya da “forecaster”, modaları belirleyen ve geleceği okuyan okuryazarlara ihtiyacımız var. Daha ilk romanından bir yazarı yakalayıp okuma serüvenimiz boyunca birlikte büyüyebilmek için…</span><span style="font-family: Palatino;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><br /></span></div>
<div class="Gvde" style="border: none; font-family: Helvetica; font-size: 11pt; margin: 0cm 0cm 0.0001pt;">
<span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">[Eylül 2017]</span></div>
</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-12014753605505349762019-08-09T20:23:00.003+02:002019-08-09T20:23:33.816+02:00Binlerce Yunan Adası İdili<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgelk4bqQ8mCVqrcBRUzCyXg-bB6qXAogMLmf9dx_wREMi0L0B2alHPMI2DmHQsncY-rvtdfpGb-BaOLfwWMr4l0X8d5R1H0LBO0y77ElvcluLDfq8NuqMICFQywBhfwWt_o71YuycIPwI/s1600/Leonard+Cohen+Hydra.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="960" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgelk4bqQ8mCVqrcBRUzCyXg-bB6qXAogMLmf9dx_wREMi0L0B2alHPMI2DmHQsncY-rvtdfpGb-BaOLfwWMr4l0X8d5R1H0LBO0y77ElvcluLDfq8NuqMICFQywBhfwWt_o71YuycIPwI/s320/Leonard+Cohen+Hydra.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
Hydra adasında Leonard Cohen</div>
<br />
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Kaç zamandır pek çoğumuz, tatil için de olsa, Batı’ya doğru göç ediyoruz ve kendimizi bir Yunan adasına atınca sanki çocukluğumuzun bakir zamanlarına gitmiş gibi hissediyoruz (elbette zamanın ruhunun acı verdiği bir göçmen olarak sürüklenmemişsek). Deniz, kumsal ve doğayla masum çocuklar gibi baş başa kaldığımız ve kentleşmenin canavarlaştırmadığı, ne doğasının ne de antik kültürünün kalkınma hamleleriyle veya kültürel çatışmalarla sökülmediği, her gelene kucak açacakmış gibi hissettiren sayfiye yerlerine gidip arınmaya çalışıyoruz (böylesi zamane idillerinin ötesinde, göçmenlerin perişan olduğunu, sakinlerinin işsizlik ve yoksullukla mücadele etmeye çalıştığını, Avrupa’nın şamaroğlanına dönmüş bir ülkenin çürürken pek çok yerinde insanların sefalete düştüklerini anakarada bırakarak).</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Akdeniz’in ortasına saçılmış, binlerce yıldır üst üste ve iç içe gelişmiş, kimi zaman tepişmiş, kimi zaman sevişmiş farklı emperyal, ulusal ve mezhepsel kültürlerin kendine özgü genetik özelliklerini bıraktığı çok farklı irili ufaklı adalarda, kaba hatlarıyla birbirine benzeyen, ama her seferinde özgün serüvenler yaşıyoruz. Bazen antik dünyanın zekice entrikalarıyla ve mitik tanrılar dünyasının inayetleriyle birbirlerine girmiş âşıkların ve savaşçıların peşinden, bazen sakin ve berrak gecelerde gökyüzündeki Samanyolu’nun yıldızlarını sayarken dünyanın ve insanın varoluşunu sorgulayan filozofları taklit edercesine, bazen de kehanetlerin insanlara muştuladığı trajik ilişkileri biraz da modern düşüncenin ve tiyatronun bize sunduklarıyla harmanlayarak Yunaneli’ndeki adalarda dolanıp duruyoruz. Sanki retsina, ouzo ya da mastika eşliğinde symposion’lara, şölenlere katılıyoruz; Rum taşevlerinde, Venedik villalarında, çok farklı renkteki kumsallarda konaklıyoruz; zamanın durduğu ve insanın zihninin alabildiğine açıldığı ama başkalarına bakıldığında hiçbir şey yapmadığımız, Diogenes’i hatırlatırcasına herkese “güneşimden kaç” dediğimiz idle zamanlar yaşıyoruz (her ne kadar etimolojik kaynaklar eski Almanca kaynaklı ve “boş kalmak”, “çalışmamak” denen idle kelimesiyle “pastoral”, “doğaya dönük” anlamına gelen ve bizim dilimizde de kullanılan “idil” kelimesi arasında bir bağ bulamasa da, bana kalırsa bir Yunan adasındaki idilin idle ile mutlaka bir bağı vardır; herkesi durmadan çalışmaya yönelten ve bu nedenle kavgayı hiç eksik bırakmayan ideolojilerin karşı kefesinde insanları boş bırakmaya, kendileriyle ilgilenmeye ve pes etmeye [pes etmenin de peace ya da pace kelimesiyle ilişkili olduğunu ve burada hiç sevilmeyen barışla bu açıdan bir meselemiz olduğunu düşünüyorum] yönelten bir aylaklığın, idleness halinin yüceltilmesinin bu dünyada sakin ve uzun yaşamak için önemli olduğunu sanıyorum, tıpkı dünyanın en uzun yaşayan insanlarından bir kısmına ev sahipliği yapan Yunan adalarında olduğu gibi).</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px; text-align: center;">
<br /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
“Ada manyaklığı”ndan mustarip olmak</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Lawrence Durrell bahseder islomania (ada manyaklığı) kavramından. Adaların tedirgin ettiği insanlar olduğu gibi, asıl adaların ruhlarını harekete geçirdiği insanlar da vardır ve ada manyaklığına yakalanacak olanlar bu ikinci kesimden çıkar. Bakir ya da yabani olsun veya iyi-kötü yerleşim yerleri kurulsun, ulaşım açısından vızır vızır deniz araçları çalışsın, kimilerimiz bir Robinson Crusoe olarak, bir Thomas Cook olarak ya da hiç olmadı bir Nicholas Urfe (John Fowles’un başyapıtı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Büyücü</em>’nün şapşal ama kibirli İngilizce öğretmeni kahramanı) olarak yaklaştığı adada kendilerini hayal etmekten alamaz ve talihli mi talihsiz mi olduğunu kolay kolay kestiremeyeceğimiz bazılarımız bu ada deneyimini ciddiyetle ele alarak gerçekleştirebilirler. Kimi zaman <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Ada Defterleri</em>’nden (mesela Enis Batur’unki) kimi zaman kişisel gezi rehberlerini andıran yapıtlardan (son yıllarda bir Yunan adasına gideyim ya da gidemeyeyim sık sık başvurduğum Durrell’in tüm Yunan adaları hakkındaki<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> The Greek Islands</em>, sadece Korfu hakkındaki <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Prospero’s Cell</em> veya Rodos hakkındaki<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Reflections on a Marine Venus </em>gibi kitapları) kimi zaman hatıratlardan (Lawrence’ın kardeşi botanikçi Gerald Durrell’in bizde de Ayşen Anadol çevirisiyle Helikopter Yayınları tarafından yayımlanmış <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Büyülü Ada</em>’sı ya da Durrell’in yakın arkadaşı ve akıl hocası Henry Miller’ın muhteşem yapıtı, bizde Avi Pardo çevirisiyle Siren Yayınları tarafından yayımlanmış <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Marousi’nin Devi </em>gibi; Miller’ın kitabında Yunanistan gezisine çıktığında gemide karşılaştığı bir Türk karakterin üzerinden göstermeye çalıştığı kalkınma hırsının doğal yaşantımıza nasıl zarar verdiğini, Yunaneli’nde ise bunun tam tersine herkesin mümkün olduğunca kalkınmadan “tembelce” yaşamaya özen gösterdiği pasajları hatırlamadan geçemeyeceğim) kimi zaman da —Türkçede en son Nora Kitap’tan yayımlanan— Louis de Bernières’in <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini </em>gibi romanlardan ve Gabriele Salvatore’nin Oscar ödüllü başyapıtı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Mediterraneo</em> gibi filmlerden ve hatta David Gilmour’un insanı bu yapıtlarda geçen Meis (Kastellorizo) ya da Kefalonya gibi adalara götürüp bırakan<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> On an Island </em>gibi müzik albümlerinden hareketle okur olarak bu tür bir ada manyaklığına kapılmak da gayet mümkün.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Yunan adalarının pastoral, antik ve turistik yönlerinin dışında, önemli bir yönü de bana kalırsa Roma ya da Venedik döneminde olsun, Il Duce döneminde olsun İtalya idarelerinden insanlar tarafından getirilen la dolce vita anlayışının yedirildiği özgün kentsel yaşamdır. Her yere serpiştirilmiş kahveler, tavernalar; siestayı andıran mesai boşlukları; öğleden sonra canlanan sosyal yaşam; zeytin ağaçlarının, koruların, üzüm bağlarının, geniş bahçelerin ortasındaki villalar; özgün plajlar; motosikletlerle dolaşan genç ve güzel kadınlarla erkekler; aheste bir tempoyla yükselip alçalan güneşin parıldattığı denizde seyreden yelkenliler, yatlar, balıkçı ve gezinti tekneleri… Pompey’in trajik kaderini anımsatan, umulmadık anda vuran şiddetli depremlere rağmen, ıssız kayaların arasında tıpkı bir Michelangelo Antonioni filmindeymiş gibi yaşamaya devam edebilmek; daracık sokaklarda kaybolmak, Kudüs şövalyelerinin, Nakşa tüccarlarının, bezgin İtalyan faşist memurlarının, Amerikalıların desteğiyle Yunan milliyetçileri tarafından ülkeden kanla sökülen komünist Yunanların hayaletlerinin arasında mutlaka Marcello Mastroianni’nin canlandıracağı (hadi çok istenirse karşısına da Nikos Kazancakis’in Yunan yaşam keyfini anlattığı<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Zorba</em>’sından uyarlanan filmdeki sirtaki sahnesinden kopup gelmiş bir Anthony Quinn konabilir), sanki Federico Fellini filminden kaçıp da Theo Angelopoulos filminde kendisini bulmuş bir yazar karakter gibi dolaşmak…</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Belki de Hydra adasında merhum Leonard Cohen’in yaşadığı evin yakınında, Haruki Murakami’nin <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Sputnik Sevgilim</em> romanındaki tenha kordondaki bir tavernaya oturup kalamata zeytinleriyle, feta peyniriyle, zeytinyağıyla şahane elliniki salatası söyleyerek soğuk bir şeyler içseydim hasretle kitaplara kendimi vererek böylesine bir yaz yazısı yazmazdım. İnsanın özlemini başlatan da dindiren de kitaplar olabiliyor.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Ağustos 2017]</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-83682821304889212902019-08-09T08:33:00.000+02:002019-08-09T08:33:02.176+02:00Küresel Yayın Piyasasında Eş Zamanlı Yayıncılık<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_LsF_7VyC1p1x1LK3H8r0iNAvyFWN5V-oFVxExOjp0WA1e7rz4dXFdcDQjMhYONP3ZZsPwPicKO4va8EncMjfNWTJ9mUehgQooBBEem2LewpB64DAebZ4T2y1YIC8MFVr2Vc1pD6HGD8/s1600/paula+hawkins.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="470" data-original-width="770" height="195" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_LsF_7VyC1p1x1LK3H8r0iNAvyFWN5V-oFVxExOjp0WA1e7rz4dXFdcDQjMhYONP3ZZsPwPicKO4va8EncMjfNWTJ9mUehgQooBBEem2LewpB64DAebZ4T2y1YIC8MFVr2Vc1pD6HGD8/s320/paula+hawkins.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
Paula Hawkins</div>
<br />
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Takip ettiğimiz ya da hayranlık duyduğumuz bir yazarın, dünyanın neresinde yazarsa yazsın, yeni kitabının yayımlanacağını genelde sosyal ağlardan ya da internet sitelerinden anında haber alıyoruz artık. Bir gün bakıyoruz <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Guardian </em>gazetesinin internet sayfasına, Arundhati Roy yirmi yıl sonra yeni romanını yayımlatacakmış, heyecanlanıyoruz; bir başka gün Türkiye’deki yayıncısının sosyal medya hesabından kitabın çevirisinin tamamlandığını ve yayımının eli kulağında olduğunu öğreniyoruz. <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Ministry of Utmost Happiness</em>’in <em style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><a href="http://www.idefix.com/Kitap/Mutlak-Mutluluk-Bakanligi/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001706032001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Mutlak Mutluluk Bakanlığı</a> </em>haline gelmesi (yayıncılıkta bir yapıttan genelde Türkçeye çevrilmemişse asıl dilindeki adıyla bahsedilir, ama Türkçeye çevrildikten sonra atıflar Türkçe adına göre yapılır) arasında neredeyse hiç zaman farkı olmuyor böylece. Çevirmeni Suat Ertüzün, kendisine önceden sağlanan kopya üzerinden tahminimce oldukça hararetli bir süreçte metni çevirmiş, yayınevi çalışanları da hummalı biçimde kitabı yayına hazırlamış ve geçen ay başında, başat yayın piyasalarıyla aynı anda yirmi yıldır kitabı bekleyen okurlara sunmuş oluyor Can Yayınları. Ama bu seri ve yoğun faaliyet oldukça az yazara nasip olan bir faaliyet ve arkasında yıpratıcı bir emek yatıyor her zaman. Peşine düştüğümüz yazar bir biçimde önem kazanmamışsa (best-seller, long-seller ya da ödüllü yazar gibi sıfatlar önüne konmamışsa) yayın bileşenlerinin yazarın yapıtını o dilin piyasasına getirmek için göstereceği çabanın cılız olacağını söylemek mümkün.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Mayıs ayı başında İngilizce kopyası yayımlanan Paula Hawkins’in <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Into The Water</em>’ını neredeyse eş zamanlı biçimde (ay sonunda) Aslıhan Kuzucan çevirisiyle <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><a href="http://www.idefix.com/Kitap/Karanlik-Sular/Edebiyat/Roman/Polisiye/urunno=0001700760001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Karanlık Sular</a> </em>olarak İthaki tarafından yayımlanması, önceki romanlarının best-seller olmasıyla ve Türkiye’deki okurun dijital ya da basılı İngilizce kitaplara kolaylıkla erişip okuyabilir olmasıyla da çok alakalı. Sadece yayınevi yetkilileri hayıflanmazlar kendi çevirilerinin kitabın orijinal dilinden –hele İngilizceyse– bir kopyasına bir bakıma kurban gitmesinden, yazarın temsilcileri ve hatta yazar bile bu konuda endişeye düşebilir. Yıllar boyunca Paul Auster’ın bu konuda örnek olabilecek pek çok vakası olmuştur; işin sırrını, Orhan Pamuk’la yaptığımız bir sohbette anlamıştım: Auster’ın kitaplarının önce Fransızcada ve hatta Türkçede, İngilizce hardcover kopyasından önce yayımlanmaya gayret gösterilmesinin sebebinin, Auster gibi bir yazarı okuyabilecek okurların doğrudan kendi dilinden okuyabilmelerinden kaynaklandığını anlatmıştı; en son <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kış Güncesi</em>’nde yayınevinin hızlı davrandığını hatırlıyorum, ama şimdi <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">4321</em> söz konusu olduğunda, hem yapıtın devasa boyutundan hem de kompleks kurgusundan dolayı, kimsenin peynir ekmek bekler gibi Auster beklediğini düşünmemiş olmalı ki Auster ve kurmayları, henüz kulağımıza ulaşan bir fısıltı yok kitabın ne zaman Türkçe yayımlanacağına dair; ama eminim benim bu yazıyı yazdığım sıcak günde bir başka bilgisayarda Auster’ın cümleleri, uflaya puflaya da olsa, Türkçe yeniden söyleniyordur.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Benzer eş zamanlılık endişesi Haruki Murakami için de geçerli oluyor ve Türkiye’de yayımlanacak kitapları seçerken, mümkün mertebe İngilizceden önce çevrilebileceklere yönelmeye çalışılıyor: <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Kadinsiz-Erkekler/Haruki-Murakami/Edebiyat/Dunya-Oyku/urunno=0000000677842" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kadınsız Erkekler</em> </a>geçen sene buradaki Murakami hayranları tarafından bir çırpıda Ali Volkan Erdemir Türkçesiyle okunmuştu, ama İngilizceden okumak isteyenler ancak mayıs ayında Philip Gabriel ve Ted Goossen’in çabalarıyla okuyabilme imkanı buldular <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Men Without Women </em>derlemesini (gerçi kitaptaki öyküler Amerikan dergilerinde, özellikle The New Yorker’da peyderpey yayımlanmıştı ve pek çok Murakamisever zaten bulup üstünden geçmişti o öykülerin; Türkiye’de haftalık kitap eklerinde ya da edebiyat dergilerinde promosyon amaçlı yayımlanan yeni yapıttan birkaç öykü veya bölüm dışında sıkı bir yazarın metnine pek rast gelemeyiz, dünya edebiyatı söz konusu olduğunda; muhtemelen izin ve telif meselelerini çözme maharetine ve imkanına dergi yayıncılarımızın pek sahip olamamasından kaynaklanıyordur; bir zamanlar metinleri yazarlarından ve hak sahiplerinden habersiz yayımlayabilmek çok daha kolaydı, ama bugün bu yöntemlere yönelenlerin başları bir süre sonra ummadıkları biçimlerde ağrıyabildiğinden, pek tercih edilmiyor; –tekrar– ama kimi dergiler o kadar her şeyden azade bir yayıncılık yapıyorlar ki, Bukowski gibi isimlerin sosyal medyada dolanan sahte metinlerine de yer veriyorlar). <br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Okurların stratejik kararları</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Popüler isim Dan Brown olunca, muhtemelen eylül ayında yeni kitabı İngilizce yayımlanırken, Türkiye’deki yayıncısı da kitabı hemen raflara yetiştirecektir. Ama popüler isim İngilizce yazmayan birisi olduğunda, mesela Javiér Marias olduğunda, son romanını okuyabilmek kendi dilinde yayımlanmasından yıllar sonra olabiliyor: 2014’te İspanyolca yayımlanan <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Así empieza lo malo</em>geçen yıl hardcover kopyasıyla<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Thus Bad Begins </em>adıyla yayımlanmıştı; normalde dijital kopyasını da eksik etmiyor yayıncılar son yıllarda, ama Javier Marías’ın kendine özgü dilinden ve yine bir tür satış stratejisinden kaynaklı olduğunu düşündüğüm şekilde henüz İngilizce çevirinin dijital kopyasını almak mümkün değil; dolayısıyla bütçeyi zorlayan bir biçimde hardcover kopyasını getirtmek ya da İspanyolcasının peşine düşmek dışında yeni Marías romanını okuma imkanı henüz yok ve kim bilir Türkiye’deki yayıncısı ne zaman önümüze getirecektir bu metni. İngilizce yayınlarda hardcover adı verilen ciltli baskıların ilk etapta, bir süre sonra da paperback adı verilen karton kapaklı ve belki de cep boy ya da okuma kulübü kopyaların ikinci etapta yayımlandığını; dijital kopyaların da fiyatlarının orantılı olarak hardcover döneminde pahalı, paperback yayımlandıktan sonra ucuzladığını söylemek gerekir. Bazen bu farklı baskılar arasında okur stratejik kararlar verebiliyor: Bir yazarın kitabının ucuz kopyasının çıkmasını bekleyebiliyor, çok tutkunu değilse. Yazarların temsilcileri ve yayınevleri de, bu konuda karşı strateji geliştiriyor, bekleyen okurları süründürüyor ya da pahalı kitaba yöneltiyor. Bütçe endişesiyle kaç zamandır J. M. Coetzee’nin <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Schooldays of Jesus</em> romanının ucuz dijital kopyasının çıkmasını bekliyorum, ama henüz vuslata erebilmiş değilim. İşin kötü yanı, pek çok kitabı çevrilmiş olsa da, Coetzee’nin “Jesus” romanlarını henüz Türkçedeki yayıncısı dilimize aktaramadı; Nobel Ödüllü sıfatı taşıyan, entelektüel çevrelerde oldukça dikkatle takip edilen Coetzee gibi bir ismin, bırakalım yeni yapıtını alelacele yetiştirmeyi, eski yapıtlarının yeni baskılarını yapmanın bile buradaki yayınevinin pek işine geldiği söylenemez. Muhtemelen haklı sebepleri vardır: Ticari açıdan “fenomenleşmemiş” bir yazara neden yatırım yapsınlar! Ticari kıstaslarla yayıncılık yapmanın küresel tezahürleri ancak bir avuç isme yarıyor, geri kalanı için henüz üretim ve yayım hatlarında pek yer yok.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Temmuz 2017]</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-40397855211808305672019-08-08T10:32:00.000+02:002019-08-08T10:32:24.486+02:00Granta'dan Küçük Okumalar Rehberi<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiAeUic9WSTGme2lg5Y30aWDPbNLOhP-nzZGl85syHUIC6vXywxpEpKoaJIfev0m7WEKOG0_MVGD06VWYtNMV-Iwk1UaRjbdpUtsq43ns5j9cJtavS33_r0GZd-kT26haT0uVr3xeP_h2Y/s1600/Karan%252BMahajan%252BGranta.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="668" data-original-width="1000" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiAeUic9WSTGme2lg5Y30aWDPbNLOhP-nzZGl85syHUIC6vXywxpEpKoaJIfev0m7WEKOG0_MVGD06VWYtNMV-Iwk1UaRjbdpUtsq43ns5j9cJtavS33_r0GZd-kT26haT0uVr3xeP_h2Y/s320/Karan%252BMahajan%252BGranta.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
Karan Mahajan</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Dünyanın farklı yerlerinden yazarlardan bahsedeceğim bir “küçük okumalar rehberi” için editörümle anlaşmıştım, ama Londra merkezli <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Granta</em> dergisinin son sayısında (139. sayı) üçüncü kez Amerikan edebiyatının genç yazarları listesine yer verdiklerini gördüğümden, tüm yazıyı bu listede odaklamak istedim. Ne de olsa Amerikalı yazarların hatırı sayılır bir kısmı dünyanın farklı coğrafyalarından gelen ailelerin çocukları olduğundan, dünya edebiyatı listesi olarak kabul edilebilir.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Granta</em> dergisinin bu tarz listeleri oldukça ünlüdür ve pek çok iyi yazarı önceden haber verir. Bugüne kadar onar yıl arayla dört kez genç Britanyalı yazarlar listesi yayımladılar, yine onar yıl arayla üç kez de genç Amerikalı yazarları sayıp döktüler. Zaman zaman farklı coğrafyaların yazarlarının da bir dökümünü yaparlar. (Bu saygın derginin bir zamanlar Yekta Kopan editörlüğünde Türkiye’de de bir sayısı çıkmıştı, ama prematüre küvezinden çıkamadı ne yazık ki.)</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Nisan ayında yayımlanan son sayısında Granta editörleri, yanlarına A. M. Homes, Patrick deWitt, Kelly Link, Ben Marcus gibi yazarları da alarak (2016’nın National Book Critics Circle ve Booker ödüllü romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Sellout</em>’un yazarı Paul Beatty’den de yardım istemişler, ama ödüller yağmaya başlayınca takvimi uymadığından katkıda bulunamamış) 400’e yakın dosyayı inceleyerek 12 kadın 9 erkekten oluşan 21 isimde karar kılmışlar ve söz konusunu isimlerin birer “işini” yayımlamışlar; ayrıca listede ilk defa kadınların ağırlıkta olmasından da heyecan duymuşlar. Her ne kadar zamanında David Foster Wallace, Donna Tartt gibi yıldız isimleri pas geçmelerine hayıflansalar da, Jeffrey Eugenides, Jonathan Franzen gibilerini gözlemleyebilmekten gurur duyuyorlar. Bu sene pas geçmek durumunda kaldıkları isimler arasında da Tao Lin, Téa Obreht, NoViolet Bulawayo gibi isimler var. Listedeki pek çok isim ya Columbia Üniversitesi’nden ya da Iowa Yazarlık Kursu’ndan geçmiş, hemen hemen hepsi uzmanlık eğitimi de görmüşler.<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Dünyanın buluşma noktası</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Dergideki isimler arasından en popüleri ve benim de yakın zamanda <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">22:04</em> nedeniyle etraflıca bahsettiğim isim Ben Lerner, dolayısıyla onu atlıyorum. Daha önce The National Book Foundation tarafından açıklanan “35 yaş altı 5 yazar” listesinde yer alan Greg Jackson, <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"><a href="http://www.idefix.com/ekitap/prodigals-4" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank">Prodigals</a> </em>adlı öykü kitabıyla tanınıyor, 34 yaşında, Brooklyn’de oturuyor ve şaka yollu her sabah Paul Auster’la jogging yaptığından bahsediyor. Sana Krasikov, 1979 doğumlu, dönemin Sovyet çocuklarında olduğu gibi Ukraynalı olmasına rağmen Gürcistan’da büyümüş, sonra ABD’ye göç etmişler, bu sene yayımlanan <a href="http://www.idefix.com/ekitap/the-patriots-5" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Patriots</em> </a>adlı romanında Brooklyn-Moskova arasında 1930’lardan beri üç kuşak boyunca gidip gelen insanları anlatıyor. Karan Mahajan, 1984 doğumlu, Hint kökenli, geçtiğimiz yıl National Book Award’ın finalistlerinden olan <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Kucuk-Bombalar-Cemiyeti/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0001702733001" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Küçük Bombalar Cemiyeti </em></a>adlı romanı Elif Okan Gezmiş çevirisiyle Kafka Kitap’tan yayımlanmış. Dinaw Mengestu, 1978’de Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da doğmuş, 2008’de yayımlattığı ilk romanı <a href="http://www.idefix.com/ekitap/the-beautiful-things-that-heaven-bears" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Beautiful Things That Heaven Bears</em></a> ile Guardian gazetesinin ilk kitap ödülünü almış, 2015’te son romanı <a href="http://www.idefix.com/ekitap/all-our-names-2" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">All Our Names</em></a> yayımlanmış. Oldukça üretken bir şair ve yazar olan 1978 New York doğumlu Jesse Ball’un dilimizde tek yapıtı <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Sagirlik/Jesse-Ball/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000367105" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Sağırlık </em></a>Berrak Göçer çevirisiyle 2011’de Everest’ten yayımlanmış, son kitabı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Sleep, Death’s Brother </em>uyku ve rüyayla ilgili ilginç bir kılavuz kitap. Bush yönetimi ve teröre karşı küresel savaş üzerine ilk romanı<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> The Infernal </em>ile dikkat çeken Mark Doten, Minnesotalı, Soho Press’te editör ve yazmakta olduğu, Trump’ın nükleer savaş başlatacağını öne süren, yeni romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Trump Sky Alpha</em>’dan bir bölüm dergide yer alıyor. Her birini alternatif dergilerde yayımladığı beş öyküsünün yer aldığı ilk kitabı <a href="http://www.idefix.com/ekitap/the-babysitter-at-rest" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Babysitter at Rest</em></a> ile popüler olan Kaliforniyalı Jen George, Donald Barthelme ve Kathy Acker’a benzetiliyor. Yakınlarda Hep Kitap tarafından Begüm Kovulmaz çevirisiyle ikinci romanı Eileen’in yayımlandığı Ottessa Moshfegh, İranlı bir baba ve Hırvatistan doğumlu bir anneden 1981’de Boston’da dünyaya gelmiş. Şikagolu Halle Butler, senaryo da yazıyor, otobiyografik öğeler taşıyan ve bir bakıma <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Sirca-Fanus/Sylvia-Plath/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000565162" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Sırça Fanus</em></a> gibi bir büyüme romanı sayılan ilk kitabı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Jillian</em>’ı 2015’te yayımlamış. Bir başka Kaliforniyalı, 1989 doğumlu Emma Cline’ın geçen yıl yayımlanan ilk romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Girls </em>Charles Manson kültü ve etrafındaki kadınlar hakkında bir yapıt, yazarın fotoğraflarına baktığınızda 1970’lerin o tedirgin edici döneminin kadınlarına da benzediğini düşünebilirsiniz. Rachel B. Glaser, resim ve şiir okumuş,<a href="http://www.idefix.com/ekitap/paulina-fran-1" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Paulina&Fran</em></a> adlı romanı, <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Pee on Water</em> adlı öykü kitabı ve iki şiir kitabıyla listeye girmiş üretken bir isim. 1978, New York doğumlu Lauren Groff, Stephen King tarafından da ilk romanı<a href="http://www.idefix.com/ekitap/the-monsters-of-templeton-1" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> The Monsters of Templeton</em></a>’ın beğenildiği, Barack Obama’nın ilgisini çekmiş, 2015’teki son romanı<a href="http://www.idefix.com/ekitap/fates-and-furies" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> Fates and Furies </em></a>ile pek çok ödüle aday olmuş bir romancı. Gana doğumlu (1989), son dönemlerin siyah edebiyatının popüler isimlerindan Ta-Nehisi Coates tarafından “35 yaş altı 5 yazar” listesine önerilen Yaa Gyasi, ilk romanı <a href="http://www.idefix.com/ekitap/homegoing" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Homegoing</em></a>ile PEN/Hemingway Ödülü’yle National Book Critics Circle’ın ilk romanlara verdiği John Leonard Ödülü’nü almış. Aynı yıl doğmuş Catherine Lacey, <a href="http://www.idefix.com/ekitap/nobody-is-ever-missing-1" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Nobody is Ever Missing </em></a>adlı romanıyla geçen sene Whiting Ödülü’nü almış, yeni romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Answers</em> bu ay yayımlanacak, <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Certain American States </em>adlı öykü kitabının da eli kulağında. Chinelo Okparanta, Nijerya’da doğmuş, ilk öykü kitabı <a href="http://www.idefix.com/ekitap/happiness-like-water-1" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Happiness, Like Water</em></a>’dan (2013) beri özellikle LGBTİ camiasının bir temsilcisi olarak popüler, ilk romanı U<a href="http://www.idefix.com/ekitap/under-the-udala-trees-1" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">nder the Udala Trees </em></a>ile Uluslararası Dublin Edebiyat Ödülü’ne de aday olmuş. 1978 Louisiana doğumlu Garth Risk Hallberg, St. Louis’de okumuş, artık New York’ta yaşıyor ve ilk romanı <a href="http://www.idefix.com/ekitap/city-on-fire-3" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">City on Fire</em>.</a> Anthony Marra, 1984 doğumlu, bir başka John Leonard Ödülü almış yazar; 2013’te yayımlanan, Çeçenistan’la ilgili romanı <a href="http://www.idefix.com/Kitap/Hayat-Denen-Mucizeler-Butunu/Anthony-Marra/Edebiyat/Roman/Dunya-Roman/urunno=0000000706125" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Hayat Denen Mucizeler Bütünü</em></a>, geçen sene Pegasus tarafından Alaz Kuseyri çevirisiyle dilimizde de basılmış; <a href="http://www.idefix.com/ekitap/the-tsar-of-love-and-techno" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Tsar of Love and Techno </em></a>adlı bir öykü kitabı daha var. Tayvanlı bir ailenin çocuğu olan Esmé Weijun Wang’ın romanı <a href="http://www.idefix.com/ekitap/the-border-of-paradise-1" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">The Border of Paradise</em></a>; Amerika’nın orta-batısında doğan, San Francisco’da yaşayan yazarın<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;"> The Collected Schizophreinas </em>adıyla yayımlanan denemeleri Graywolf Nonfiction Ödülü’ne hak kazanmış. New Jersey’den 1980 doğumlu Joshua Cohen, listedeki neredeyse tek Güzel Sanatlar Yüksek Eğitimi (Master of Fine Arts) görmeyen isim, aslında Manhattan Müzik Okulu mezunu ve yakında beşinci romanı <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Moving Kings</em> yayımlanacak, dört de öykü kitabı var. Dergide yer verilen son isim Claire Vaye Watkins, 1984 doğumlu, Kaliforniyalı, <a href="http://www.idefix.com/ekitap/battleborn" style="color: #494949; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" target="_blank"><em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Battleborn </em></a>adlı öykü kitabıyla ve <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Gold Fame Circus</em> adlı romanıyla tanınıyor; bir üniversitede ders veren yazarın babası bu listedeki Charles Manson kültüyle ikinci bağlantıyı oluşturuyor: Paul Watkins, zamanından Manson ailesinin çevresinde olup, “Helter Skelter”la birlikte müjdelenen şiddet dönemi başlamadan, Tate cinayetleri öncesinde uzaklaşan ve sonra da kült hakkında tanıklık eden bir isimmiş.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Bu liste üzerine çalıştığım ve iki Manson referansı gördüğüm gün, hâlâ okumakta olduğum Paul Auster’ın <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">4321</em>’inde 778. sayfada “Charles Manson and the Tate-LaBianca murders” ibaresini görmem de kişisel bir tesadüf oldu; hayrola.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Haziran 2017]</div>
</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3179061270351051570.post-11556104855779632472019-08-07T09:58:00.000+02:002019-08-07T09:58:04.672+02:00Hüzünlü Gezmen: Hassas Vicdan, Ketum Karakter, Kara Kâhin<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjRK56OdtkqzPSMO1UdB3SeHXsu1t3PXfdatMvrfSz5NChFg6dFMx9ySFATCG0Na8tjg0TofGjnkPGDDNpGf0WkkwefgO1Gv0MmBU83Le4Ur_BctZCqvHnNIKlUg_9nmWmfRDSDE9iyUPA/s1600/Ben+Lerner.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="827" data-original-width="1240" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjRK56OdtkqzPSMO1UdB3SeHXsu1t3PXfdatMvrfSz5NChFg6dFMx9ySFATCG0Na8tjg0TofGjnkPGDDNpGf0WkkwefgO1Gv0MmBU83Le4Ur_BctZCqvHnNIKlUg_9nmWmfRDSDE9iyUPA/s320/Ben+Lerner.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
Ben Lerner</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Günümüz toplumunun kara kahini olarak gördüğüm Michel Houellebecq’in yakında yayımlanacak İngilizce şiir derlemesi <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Unreconciled </em>hakkında –Millions’ta– okuduğum bir tanıtım yazısı, “sad flâneur”(hüzünlü gezmen) ifadesini sadece Houellebecq için değil, Sylvia Plath’tan Tao Lin’e (<em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Taipei</em> romanıyla hatırlanacaktır) pek çok zamane insanının yazdıkları için de anahtar olarak kullanıyordu. Baudelaire’in, insan sefaleti ile sıkıntısının kolay dile gelmeyen yönlerine temas ettiği <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Kötülük Çiçekleri</em> ya da <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Paris Sıkıntısı</em> gibi yapıtlarından bu yana, kentsel dokuda dolanarak gördüklerinin içinde yarattığı sıkıntısını atmaya çalışan “flâneur”lerin edebiyatta ne kadar çok yer tuttuğunu az çok hepimiz biliyoruz. Modernitenin geleneksel dünyayı darmaduman etmesi esnasında, yeni umutlarla hayatlarını yeniden kurmaya çalışan insanların 19. yüzyıl boyunca kentleri durmadan dönüştürdüğü, kurumları şekilden şekle soktuğu, gergin barışların önce endüstri kavgalarıyla, sonra ulusal kavgalarla büyük savaşlara sürükleneceği bir dönemde, içe kapalı yapısını yitiren şair dışa dönük yeni bir ruhani yapı geliştiriyor ve cennet doğanın bağrıyla fildişi kulesi arasında gidip gelmek yerine kahveler, parklar, bulvarlar, pasajlar (zamanın AVM’leri), işlikler, sanat salonları arasında dolanarak kent insanlarıyla, sanatçıları ve berduşlarıyla hemhal oluyordu. Toplumun gerginliklerini ortalıkta dolaşarak alan bu hassas varlık, akıl hastalıklarına dönüşmeden önce ruhsal rahatsızlıklar olarak tezahür eden yüklerini yapıtlarıyla üzerinden atmaya çalışıyordu; çoğu zaman üretimi ruhunu temizlemeye yetmiyor ve pek çok zamane şairi, ömrünü akıl sağlığı enstitülerinde tamamlıyordu. (Bugün farmakolojik destekler sayesinde günümüzün insanları enstitülere kapanmak yerine kendi odalarına ya da içlerine kapanıyor.) Toplumun genellikle kapitalizmle özdeşleştirilen ama çoğu zaman ulusalcı endüstriyel yapılanmaları ve idari kavgaları nedeniyle ortaya çıkan sefaletin insanların bir türlü yok edemediği vicdanlarında oluşturdukları yaraların, sanatçıların işlerinde, yazarların ve şairlerinse yapıtlarında cerahatini döktüğü, biz okurların çok erken yaşlarda öğrendiği bir gerçek. Her dönemin flâneur’leri, şairleri, kara kahinleri oluyor ve kendilerinde toplanan toplumsal ve bireysel sıkıntıları atabilmek için yazmaya çalıştıkları yapıtlarıyla dönemlerin meselelerini ifade ederek, okurların düşünmelerini sağlıyorlar.<br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /><br style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;" /></div>
<h2 style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">
Yakınlaştıkça ufalanan devler</h2>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Houellebecq hakkındaki yazıyı okurken, yakın zaman önce YKY tarafından yayımlanan Ben Lerner’in <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">22:04</em> romanını “sad flâneur” anahtarı üzerinden yorumlayıp yorumlayamayacağımı merak ettim. Daha önce ilk romanını (yine leziz Hakan Toker çevirisiyle Jaguar Kitap’tan çıkan <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Atocha’dan Ayrılış</em>) okuduğum bu neredeyse yaşıtım Amerikalı şair ve yazarı –içinden geçtiği koşulları anlatmak yerine, kendi tereddütlerini, çevresinden etkilenirken kapıldığı evhamları, ilişkilerini sürdürürken belirsizlikleri dönüştürdüğü kaygıları ve olup bitenleri yorumlarken kullanmaya çabaladığı hassas ve sosyolojik gözlemleri barındıran diliyle– takip edeceklerimin arasına almıştım. İlk romanında İspanya’da sanat ve protestoyla ilgilenen gençlerin arasında dolaşan şair karakteri otobiyografik olduğu iddiası taşıyan ama kurmaca olduğu iddiasında bir karakterdi, şimdi ikinci romanında da aynı karakterin (yazar mı okuduğumuz karakter, yoksa karakterleştirilmiş yazarı da yazan bir yazar mı söz konusu) çok daha geniş ve New York öncelikli, ama Amerika’nın içlerine de uzanabilen bir coğrafyada, yine sanat ve protesto çevrelerinde dolaşan, çok daha katmanlı küresel, toplumsal ve bireysel endişelerle kendisini yiyip bitirirken pek çok depresyon ilacı kullanmış gibi bastırılmış bir komiklik taşıyan macerasını okuyoruz.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Sanatla, insanlarla, toplumla kurduğu ilişki Baudelaire kadar iddialı olmamakla beraber, aynı soydan birinin Plath’ta olduğu gibi kendini imha etmeden ve Houellebecq’de olduğu gibi karayıldız haline gelmeden, yazdıkları anladığım kadarıyla Lerner’inkiler: Toplumun ne halde olduğu parmakla gösterilmeden anlatılıyor, vicdan sorgulamaları had safhada ironiyle didaktiklikten uzaklaştırılıyor, zamane tereddütleri çok detaylı biçimde veriliyor, hümanist hassasiyetlere neredeyse hiç girilmeden pek çok liberal sol mesele incesinden tiye alınarak rahatlatılıyor. Metropolde, kahvelerde ve restoranlarda, kooperatif marketlerinde, sanat galerilerinde, müzelerde, sağlık kurumlarında, okullarda dolanan anlatıcı, sağlıklı ilişki kurma takıntısıyla tıpkı Houellebecq’in <em style="margin: 0px; outline: 0px; padding: 0px;">Temel Parçacıklar</em>’ını anımsatırcasına, neredeyse kimseyle dolaysız cinsel ilişki kuramıyor, siyaseten doğru davranmaya çalışırken rahatlayamıyor, en ufak bir fenomeni bile atlamamak adına bin bir hesap yaparken yaşananları değil yaşanma ihtimali olanları deneyimleyip genellikle kalakalıyor ya da bir sonraki farklı hikayeye sıçrıyor. Arkadaşlarıyla ya da tanıdıklarıyla kurduğu ilişkilerinin, genellikle yanlış anlamalar üzerinden komik rastlantılarla başlamış olduğu anlaşılıyor. Küresel çapta ün kazanan büyük romancıların, hoşsohbet akademisyenlerin, hatta metropolün büyük çapta yıkımını getireceği iddia edilen fırtınaların veya çok şiddetli çatışmalara sebep olmuş gösterilerin bile, aslında medyatize olduğunda şişirilmiş, gerçekten yaşandığında alelade insanlar ve durumlar olduğunu sezdiriyor Lerner.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Burada flâneur ile kendi mahallesinden çıkmayarak fanteziler kuranlar arasındaki fark devreye giriyor: Sadece kendi mahallesine söylenti ya da medya yayını olarak gelenler üzerinden zamanını algılayan kişilerin, fildişi kulesinden ya da çekildikleri su kenarından hayatı yorumlayan şairlerin zihinlerinde canlandırmaları gerekiyor duyduklarını veya okuduklarını. Bu da her şeyin daha büyük görünmesine, mağara duvarlarına devler gibi yansımasına, mitomanların mitleriyle sarmalanmasına ve muazzam felaketler, büyük canavarlar ve yüce kahramanlarla dolu bir dünya tahayyül edilmesine sebep oluyor. Ama her yerin içinden geçip giden gezmenler, yapıtların ve yayınların boyutlarını azamileştirdiği her fenomenin aslında ne kadar da anlık, alelade ve sıradan olabileceğini, zamanın ruhunun öyle kapsayıcı değil de boşaltıcı olduğunu, tanrılar ve şeytanlarla kaynayanın dünya değil de insanların zihinleri olacağını görebiliyor.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
Zamanımızın hüzünlü flâneur’leri yürüdükleri yollarda şahit olduklarının kanıksanmış kavgaların sıradan insanları olduklarını anlıyorlar, vicdanlarını yoranların da bu kavgalar olduğunu biliyorlar ama işte devlere saldırmak kadar gösterişli değil sıradana saldırmak ve sıradanı haklamak. Değirmenlerin karşısında verdiğimiz moladan sonra yola devam etmek durumundayız hem.</div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
<br /></div>
<div style="caret-color: rgb(37, 37, 37); color: #252525; font-family: verdana, tahoma, arial, sans-serif, helvetica; font-size: 12px; outline: 0px; padding: 0px;">
[Mayıs 2017]</div>
</div>
Mert Tanaydınhttp://www.blogger.com/profile/01960996882978601396noreply@blogger.com0