J. M. Coetzee
İnsanoğlu “tüm canlılar içinde bir canlı” olmaktan çıkıp, tüm canlıların ve dünyanın kendisi için var olduğu düşüncesine kapıldığından beri, çevresini kontrol altına alarak muazzam bir yayılma ivmesi yakaladı. Bir bakıma mikrobakteriler gibi, insanlar da dünyanın illeti halindeler; ulaştıkları her yeri kendilerine uygun hale getiriyor, karşılaştıkları tüm varlıkları kendilerine uyduruyorlar ve bu, dünyanın cehenneme dönmesi anlamına gelse bile insani düzenlerini dünyaya dayatabiliyorlar.
İnsanların ilk işbirliği yaptığı canlılar arasında hayvanlar yer alıyor. Tüm canlılar içinde bir canlıyken rekabet içinde olduğu, kurbanı olduğu veya avladığı, ürktüğü ve ürküttüğü hayvanlar, daha sonra bir şekilde birlikte yaşamayı kabul edince, kimi zaman hizmet etmiş insanlara, kimi zaman eğlendirmiş onları, kimi zaman da besini olmuş insanın.
İnsanların ilk işbirliği yaptığı canlılar arasında hayvanlar yer alıyor. Tüm canlılar içinde bir canlıyken rekabet içinde olduğu, kurbanı olduğu veya avladığı, ürktüğü ve ürküttüğü hayvanlar, daha sonra bir şekilde birlikte yaşamayı kabul edince, kimi zaman hizmet etmiş insanlara, kimi zaman eğlendirmiş onları, kimi zaman da besini olmuş insanın.
J. M. Coetzee’nin, insanlar arası hiyerarşik ilişkilerin çarpıklıklarına çok fazla şahitlik etme imkânı bulmuş olduğunu tahmin ediyorum. Güney Afrika’nın beyaz yerleşimcilerinin soyundan olan Coetzee, yapıtlarının bir kısmında siyahlarla beyazlar, yerlilerle yabancılar, erkeklerle kadınlar arasındaki hiyerarşik satranç düzenleri üzerine iç acıtıcı ve kafa karıştırıcı; dolayısıyla okurunu yoğun biçimde düşünmeye yönelten düşüncelere, kurgulara yer vermişti. The Lives of Animals (Hayvanların Hayatı); Romancının Romanı (Elizabeth Costello); kısmen de Yavaş Adam gibi yapıtlarında Coetzee, bir nevi alter-egosu olan kadın yazar karakteri Elizabeth Costello üzerinden insanlarla hayvanlar arasındaki ilişkilere, üstelik yarı akademik bir ciddiyetle eğilmekten ve ufuk açıcı önermeler sunmaktan kaçınmıyor. Seçkin bir zümre için verdiği konferansa; Franz Kafka’nın “Akademi İçin Bir Rapor” öyküsünde, Afrika’da yakalanıp eğitilen bir maymunun akademisyenler karşısında yaptığı konuşmayı anımsatarak başlayan Bayan Costello, insanların hayvanları bir zamanlar köleleri nasıl görüyorlarsa öyle gördüklerini anlatır. Hatta insanların, hayvanları yok etmek için, tarihte başka insanları yok etmek amacıyla (meşum Holokost) kurdukları düzenlere benzer düzenler kurduğundan bahseder. Hayvan eti yemek, Bayan Costello’nun gözünde, insan eti yemekten pek de farklı değildir. Costello, felsefi bir önerme olarak vejetaryenliği savunmaktadır.
Yemek pornografisi
Kurgusal söylevci Elizabeth Costello’nun savlarını okuduktan sonra hayvan yemek meselesi üzerine eğilmek istedim ve son aylarda kitabevi raflarında gözüme çarpan Jonathan Safran Foer’nin Garo Kargıcı tarafından çevrilip Siren tarafından yayımlanan mahut kitabını edindim. Böylece Nazilere insan katletmeyi ve Fordistlere üretim yaptırmayı rasyonel bir üretkenlikle gerçekleştirmeyi sağlayanın, aslında sınai besicilik denen, kitlesel tüketim için hayvanların çiftliklerde seri halde öldürülüp parçalarına ayrılmasının yöntemlerini geliştiren sektörle aynı olduğunu öğrendim. Gerçi hayvanlar ve kesimlerine olan ilgim biraz da aileme de bağlıdır. Rahmetli dedeme kadar soyumuz hayvancılar ve kasaplarla dolu ama Foer’nin çalışmasından anladığım kadarıyla, geleneksel hayvancılık ve kasaplık en azından merhametli ve düzgün bir anlaşma sunuyormuş hayvanlara: İnsana yem olmak için öldürülmeden önce huzur ve güvenle üreyebilecekleri, karınlarının doyduğu bir ortam sağlanıyormuş hayvanlara. Ayrıca kesilmeden önce öldürülme garantisi de cabası…
Hayvan Yemek, besin olarak kullandığımız hayvanların (balıklar ve deniz canlılarından, tavuklar ve kümes hayvanlarına, domuzlardan sığırlara) bugün nasıl ortamlarda yetiştirilip, gıda haline getirildiklerini anlatan, çoğu yerde tüyler ürperten, kurgusal yanı hiç olmayan, neredeyse akademik bir çalışma. Foer’nin vejetaryan olmayı önerdiği yok, ama hayvanlara gösterilen muameleye, çevreye verilen zarara bakılırsa, son dönemin popüler restoranlarına gidip yüzlerce gram çeken etlerden oluşan ve yemek pornografisini andıran tabaklardan soğumamak hiç de kolay değil. Kalabalık insan nüfuslarını doyurmak için tasarlandığı söylenen sınai besiciliğin, milyonlarca hayvanın kısa zamanda üremesi ve et haline getirilmesi üzerine kurulu olduğu, gıda endüstrisinin tasarlanmış etlerini satan kitlesel restoranlarınsa gurme restoranlara oranla çok daha zararlı olduğunu da söylemeli.
Hem Costello üzerinden Coetzee, hem de Foer, hayvan yeme konusuna, felsefi olarak da olsa neden insan yenmediği üzerinden yaklaşıyor sayılabilir. Jonathan Swift’in Mütevazi Bir Öneri olarak eleştiri tarihine geçirdiği “İrlandalı çocukların neden yenmesi gerektiği” fikrini anlattığı çalışmasını da akılda tutarak, yeniden sormak gerekebilir: Sahi biz neden insan yemiyoruz, her haltı yerken?
[Temmuz 2013]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder