24 Aralık 2008 Çarşamba

Burada Karar Olmaz

Burada karar olmaz. Burası sınır boyudur, uzar gider. Sınırın iki tarafı, buradan bakar birbirine ve tıpkı bir aynaya bakarcasına karar verir, kimbilir neresini düzeltmeye. Biz, sınır boyunun bir avuç insanı, hep aynı alanda geçiririz ömrümüzü, tüm o gidene ve gelene rağmen. Zaman bile tozludur burada, akarken yaşlanır bizimle. Doğumdan ölüme aynı yolda gittin mi sen hiç? Aynı yoldan da gelmen gerekir, tüm yollar sınırboyunda buraya çıkar, tam benim sana bunları anlattığım noktaya.

Kentten ayrıldığımdan beri gidiyordum, nereye varacağımı bilmeden. Omzuma yüklediğim bir dolu kaçak karar, ellerime kollarıma hakim oluyor ve beni dolandırıyordu otoyollarda. Bir doğuya, bir kuzeye, ardından batıya ve de güneye. Kimbilir ne kadar olmuştu başlangıç noktamdan çıkalı. Zaman araçlarım bozulmuştu zamanla. Zamana zamanölçerler bile dayanamıyorsa bu yolda, umutsuzluğum daha da artıyordu.

Karanlıkta ilerledim, sonra da aydınlıkta. Gün batımlarını ve gün doğumlarını gördüm. Güneşi önüme aldım, sonra arkama, bazen de yanımdaydı. Ayın doğumunu, bütünlenmesini ve eksilmesini gördüm. Yol kenarlarına çekildim, orada uyudum; yol bitti, orada da uyudum. An geldi, hızla uzaklaştım bir yerlerden, an geldi arabayı sürmek bile istemedim. Yolda insanlar gördüm, bir kısmı benimle geldiler; bir kısmı bana git dediler. Yol sordum, yol gördüm. Bıkkınlık geldi yoldan, çıktım. Toz toprak içinde, olmayan yerlere gittim. Evler bitti, tekrar evler başladı. Yağmur yağdı, ıslanmaya çıktım. Yağmurlar kesildi, kurumaya çıktım. Ağaçlar başladı, ağaçlar bitti. Yokuş yukarı sürdüm kendimi, elbet yokuş aşağı bırakırım diye. Anladığım hep yol oldu, önümde uzayıp giden, ufka kadar görebildiğim.

Aklımda ne vardı başlangıçta, şimdi hayal meyal hatırlıyorum. Kaçarcasına çıkmıştım, günler süren bir boşluğun ardından. Okul, iş, kadın, ev, aile... Her bir köşeden sıkıştırıyorlardı beni. Bitmesi gereken, bulmam gereken, ayrılmam gereken, yerleşmem gereken, konuşmam gereken... Her şey berbattı o günlerde, üstüme yığılan o karar dönemlerinden birinde çekip gitmiş olmalıyım. Hayal meyal bir toplantı hatırlıyorum, yayınlamaya çalıştığımız bir dergiyle ilgili, benim için kötü geçen bir toplantı. Aylar süren hazırlıklara rağmen çok fazla ilerlememiştik ve zamanla yapmak istediklerimden uzaklaşıyordum. Tartışmalar uzadıkça, kendime güvenim de, beraber çalıştığım insanların bana olan saygısı da azalıyordu. Hatırlayabildiğim kadarıyla, o günlerin en tatsız durumunda bulmuştum kendimi: kavga etmemem gerekiyordu.

Gitmek isteyene kapı her zaman açıktır, kapalı olsa bile ne yapıp edip çeker gider insan. Çeker gider insan, belki de gelmemek üzere. Şimdi de çekip gitmek istiyorum, kendi içimden çıkmak istiyorum. Kelimeleri arayarak, yolu arayarak. Bir kere yoldan çıkmaya göreyim, bir daha bulmam çok zor oluyor. Bakalım bu sefer kim yardım edecek bana.

[Bir ay gibi bir süredir burada bazı metinler yayımlıyorum. Bunların çoğunun eski bilgisayarlarımdan kalan dosyalar olduğunu itiraf etmeliyim. Birkaçına tarih veya açıklama koyarak bu eskiliği belirtmiştim zaten. Yine de bazı metinler sanki yeni yazılmış gibi algılanabilir. Onlar hem eski hem de yeniler. Bazı metinlerin zamanı yok gözümde. Çünkü onları tekrar okurken yazıldığı günden bir arpa boyu öteye gidemediğimi, aynı duyguları dönüp dolaşıp yaşadığımı fark ediyorum ve bu nedenle onları yayımlamak isteği duyuyorum.

Bu metinlerin bir türü olup olmadığını bilmiyorum. Lirikler ayrı... Zaman içinde ayrıştırıcı etiketler üreteceğimi, bir şekilde, doğru ya da yanlış, uygun ya da uygunsuz, kategorize edeceğimi biliyorum. Ama şu anda, pek çoğuna baktığımda, ne öykü görüyorum ne de fikir yazısı, tamam kategorilerden biri de deneme, ama yaygın denemelere de benzemiyorlar. Yalnız her birinde mutlaka bir ya da iki kanlı cümle oluyor, çoğu zaman nasıl ortaya koyduğumu anlamakta zorlandığım. Okuyanı potansiyel olarak durdurup, kendi içine bakmaya zorlayan, pat diye hayatın bir gerçeğiyle, belki çok mahrem, belki de herkesin bir zaman yaşadığı bir durumuyla karşılaştıran. Buradan hareketle bunların vurucu metinler olduğu sanısına kapılıyorum.

İlk adımda, Lodos Fırtınası'nda, farkında olmadan doğru bir saptamada bulunmuşum: Bu metinlerle başa çıkmamın en iyi yolu, şu ana kadar bulabildiğim, içlerinden geçip gitmek. Onları başka işlerde kullanmak için kes yapıştır yapmamak, yazıldıkları an kimsem artık, onun metni olarak kabul edip, olduğu gibi kullanmak. Bu metinlerdeki uçlar, eğer hakikaten içimi yeterince delmiş ve yarattıkları oyuklara yerleşmişlerse, daha uzun soluklu ve bütüncül metinlerde ve projelerde yeniden filizleneceklerdir ne de olsa.

Parantez içinin tarihi günceldir.]

Hiç yorum yok: