14 Aralık 2008 Pazar

İz Peşinde (1. Bölüm)

Adım adım tekrar basıyorum izinize
Bunca zaman sonra yerli yerindeyse

Masanın başına geçmesiyle başladı herşey. Yıllar sonra,
iyice alıştığı bu yarım yamalak hayatı bir kenara bırakacaktı.
Gideceği yeni eve, eski lanetlerini götürmemeye kararlıydı.
Şimdi, bu iş, bu masada bitmeli, diye düşündü. İçimi bu
masaya koyacağım ve kapıyı çekip çıkacağım, yanıma
hiçbir şey almadan. Her şeye baştan başlamanın imkânı
kaldıysa artık tam zamanı gelmiş olmalıydı...

Beyaz kâğıda, siyah mürekkep bir lanet bu içimdeki,
günü ve geceyi yok eden modern zamanda, ne zaman
ölüyüm, ne zaman canlı, bilsem içimdeki ışığı
nasıl açıp kapatacağımı, bırakır mıydım o zaman
dizginlerimi elimden, sormaz mıydım sizden hesabını,
heba olan yaşamımı...

Eski bir uyku uyuyorum akşamdan sabaha
her daim ateş var içimde, sayıklıyorum
kâbuslarımda yaşıyorum artık, yanıyorum
soğuk bir el esiyor üzerimde bazen
yanık tenimin ürpertisi, boğazımda
düğümlenen çığlık
bitsin artık bu karabasan, gideyim ben
usulcana geçeyim bu dünyanın yazı tarafına

Bedenim olmadan, çıplak yakalanıyorum ağına
örümcek olmadan, yapış yapış sözlerle karnıma
bir sancı giriyor, ölüm korkusundan beter bir sızı
usuma pranga vurmaya geliyor şakaklarımdan içeri
masa başında kalem tutan parmaklarım çok uzakta
kötü bitiyor, bedenle beynin kardeş kavgası, bu ağda

Kalıp bir yaşama direnmek geliyor içimden, bilgiye
kendi ayağımla gitmek ve sunak taşına boynumu yerleştirmek
Basit bir öykü anlatmak gerekirse eğer, avuçiçlerine yazılan
kopya bir yaşam çizgisinden geçerek,
arka sıralarına yerleşiyor insan
Susku, kendi içinde daha büyük fırtınalara gebe, bir sudan
bir büyük suya akıp giderek kayboluyor balık, sonra
geri gelmeye başlıyor direnç. Benden kalan bu parodiye,
kalın harfli koca bir ilenç...

Yola düşmeden önce, pek düşünmüş olduğumu söyleyemem,
biraz şartlar, biraz da inadım buralara gelmemi sağladı,
peşimden sürüklediğim, yerleştiğim her bir eve yığdığım,
tüm bu eşyalar, içimdeki boşluğu doldurmak için güya,
ancak nafile, şu dört duvarın arasına giren her bir eşyanın
hacmi boşluğumu daha da arttırıyor. Halbuki, örebileceğime
inanırdım yaşamı bir zamanlar, her bir ilmeğine parmak
basabileceğime... Her bir hareketimin bir anlamı vardı,
ya da ben öyle sandım. Şimdi, dönüp baktığımda,
tek yaptığımın kaçmak olduğunu görebiliyorum. Varmak
istediğim hiçbir yer yok, sadece çekip gitmek istediğim
yerler, sevmediğim hayat ihtimallerinden kaçmalar,
kapıları kapamalar sayabiliyorum. Geldiğim bu yere,
kaçarken ayağıma takılanları da getirdim getirmesine
ama şimdi boğuyor beni tüm bu birikenler... Yaşamışlığı
kanıtlamalıydılar, öyle derlerdi eskiler. Nerde...
Tam tersine, her bir kitap, her bir kaset yaşamaktan
korktuğum bir şeyleri gösteriyor bana şu anda.
İçim de boşaldı onlarla,bana söyledikleri sözler, benim
söylemem gerekenlerin yerine geçti. Her bir yola çıkışım
içime yeni bir susku kilidi taktı. Her yeni oda, bir yenisine
sürükledi beni. Gittikçe, suskumda boğulmaya başladım,
eşyamda boğulmaya, boğulduğumda nefessiz kalmaya...

28 Haziran 01

Hiç yorum yok: