12 Aralık 2008 Cuma

Ne kadar kalabalık bir dünya!

Her sabah düzenli bir şekilde klavyenin başına geçer ve parmak alıştırmalarına başlar. Küçük cümleciklerle yola koyulur, bir süre sonra cümleciklerin birleşiminden paragraflara, ve oradan da şanslı ise, bir parça bütüne ulaşır, aynı temanın etrafında dolaştığı. Cümleciklerin uzunluğu ruh haline göre değişir, çok fazla anlam yüklemeyebilir, çok fazla yan unsur ekleyip, cümleyi içinden çıkılmaz hale de getirebilir. Her sabah, kendi dünyasının içinde yola çıkmadan önce, belli belirsiz sezilebilecek ruh haline göre, parçaklarından çıkarttıkları değişecektir. Ama her sabah, düzenli bir şekilde klavyenin başına geçip, küçük cümleciklerle harekete geçmeyi asla ihmal etmez. Duru hayatında kendini mutlu hissettiği, hiçbir sorumluluk duymadan, başkaları adına değil de kendi adına hareket edebildiği sabah alıştırmalarından vazgeçmez.

Parmakların hızla inip kalkışını, hata yapmamak için gözlerin dikkatini, dışarıdan gelecek ufacık bir sesin dikkâtini bozup, dünyasından içeri sızmasını izlediğiniz zaman, önemli bir ritüele şahit olduğunuzu anlıyorsunuz. Hayat, burada yeni baştan yaşanıyor ve yeni baştan başlayıp bitiyor. Bir sabah boyunca.

Daha coşkulu bir ritme geçtiğinde, melodiyi de burmaya başlıyor; Eski dünyasından taşıdığı hüznü eğip bükebildiği için, bir yandan mutluluğu sunarken, bir yandan da asla unutulmayacak, ancak gözardı edilebilecek anları yanına iliştiriveriyor.

Bütün gün bu mutlu zamanın içine kapatmak isterdi kendisini, hiç dışarı çıkmadan, toplumsal hayatta olanlara hiç bakmak zorunda kalmadan, sadece inip kalkan parmaklarını izlemek ve tek bir tempoyla devam eden salınımının keyfine bakmak isterdi. Ama hayır, tüm bir toplumsal hayat, kapadığı pencerelerden, sıkıştırdığı kapılardan içeri sızacaktı. Sorumluluklar kendilerini tekrar tekrar hatırlatacaktı. Orada, kendi kabuğunda, sessizce oturmasına hiç bir toplumsal yapı izin veremezdi; toplumun iktidar odaklarına hizmet etmeyen hiç kimsenin yeri yoktur toplumda ve mübadeleye katılmazsan, zorla işgal ederler seni, bedenini.

Sinirlendiğinde tempoyu kaçırıyor ve içinde bastırmakta olduğu şiddet, başveriyor, parmaklarının hareketini ve sonuçlarını değiştiriyor. Hiç sevmezdi bu sinir dalgalarını, sakin dünyasının içinde, kimse bağırmadan, kimseye bağırmadan, sadece temponun akışıyla devam etmek isterdi. Kendi sesinin tekdüze ritminde akmak, tekrar tekrar aynı boşlukta dolanmak isterdi. Adını koymadan sonsuzluğa tek bir anda sahip olmak.

Ama her sabah biter, her sabahın sonunda gündelik hayata karışmak, haklı veya haksız kendisi üzerinde beklentilere sahip insanların dünyasına karışmak, alışveriş yapmak, çalışmak, sunmak, konuşmak, eğlenmek, eğlendirmek, tepki vermek zorundaydı. Kendi içine bile sızan kalabalıklardan kaçışın olmadığını, her sabah odasından çıktığında anlıyordu.

Ne kadar kalabalık bir dünya!

Hiç yorum yok: