Sessiz, ışıltısız bir ayin başlatıyorum, kalemimle arınmaya çalışacağım. Ey Kelimelerin Tanrısı, yalnızlığımı affet, tüm suç benimdi ama cezama karar vermeden önce, sözlerimi bir dinle...
Hiç ummadığım zamanlarda çıkıverdi aşk karşıma, durmadan, ben duramadan... Hep aceleci davrandırdı, hep acele karar vermeliydim, ama bilirim ki, ben ne zaman acele etsem, bir şeyleri düşürür kırarım, hayatım hep eksilir, ufaktan ufağa...
Şimdi, bir gece vakti, karanlığı bozmamaya özen göstererek, eski bir aşkı canlandırmaya çalışıyorum, ne kadar acı verse de bana...
Işık, birden çekilivermişti, karanlığın içinde bir tek o aydınlıkta kaldı, zıtlığı çekiverdi beni içine, aydınlığını aldım, karanlığımı bıraktım ona ve gittim... Işığını soğurdum, ancak ben aydınlanabildim, onu bilemem, hiç bilemeyeceğim galiba...
Neyi geri getirebilirim ki şu anda? Kırık iki üç anı dökülecek torbadan, solmuş fotoğraflara bakacağım, beynime kazıdığım sözleri parmak uçlarım tanıyacak, sonra onları silemeyeceğimi fark edeceğim, bir kere daha... Yalnızlığımın çentikleri onların yanında duruyor, yalınlığımın kale kapısı üzerinde... Kendimi yaktığım anıtın üstünde...
Ey söz, gelip beni kurtaracak mısın, kurtarmaya yetebilecek misin? Kendime ördüğüm Nemrut dağından kalenin içinde, dumanımı uçurabilecek misin? İpek harflerle dokunmuş yazgıma çıkan yolu bulmama izin verecek misin? Yoksa umudun kalemi kırmasına vakit kalmadı mı? Bir çukurun içine gömülmem ve yaşam denilen denizden kaçmam mı gerekiyor?
Soru işareti, her bir insanın yüzünde gördüğüm soru işareti, alnımın yazgısı galiba. Gördükçe içim buruluyor, kadife kanlar döküyorum, ala çalıyorum, bordo çıkıyorum.
Büyük bir soru işaretinden kanımı içmek isterdim. İstenç, asla kurtuluşum olamayacak. İlenç, yapışıp kalmış üzerime. Buhur olup, geleceği okutmaya çalışıyor, iyiliksever ateş yalımları, ancak unutuluş girdabına kapıldığımdan beri, hiçbir canlıyla karşılaşamıyorum. Bırak yunusları görmeyi...
Sessiz bir yakarıştı üfürdüğüm. Dudaklarımın ısısı, kulaklara ulaşamayacak. Bile bile bir lades kemiği seçiyorum, başımda paralanacak kadar kocaman. Yazgımı koyuyorum gene ortaya, kaybetmeye olan yazgımı.
Acı bir şarap çekeceğim şimdi soğuk mahzenden. İçine aşkının zehrini kattığın kadehe koyacağım. Ve ılık ılık yuvarlayacağım boğazımdan aşağıya doğru, kalbime saplanacak krizantem okları yola çıkmış olacak böylece. Ne dirimin sana sevdasından haberin olacak, ne pişman yakarımdan, ne de susmuş aşkımdan... Bir karın ağrısı hızıyla eriyivereceğim gözlerinde, yansımamı gördüğüm yerde. Aydınlığını çaldığım yerden çıkıp gideceğim, geride uğultulu bir esinti küllerimi ayaklarına sürümekle görevli...
Geride Nemrut dağından yakılmış yalnız kalem...
29 Ekim 2000 - Ortaköy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder