Popüler... Kaygan... Hafif... Çalıntı... Çeviri... Tek kullanımlık... Yıka ve çık... Tembellll... Eğlenceli... Kontrolsüzz... Tabuyıkıcı... Arsızz... Çalkantılı... Kendiliğinden... Genç... Pervasız... Kabulsüz... Kendine itaatkâr... Renkli... Kopuk... Enerjikk... Kaba sığmayan... Uçucu...
Düzen: Hızla yetişilmesi gereken toplantılar, bitirilmesi gereken projeler, hak edilmesi yada çalınması gereken paralar, önce ben gideyim, herkes ardımdan gelsinler... Baştan ayağa bir hiyerarşi, belirlenmiş kurallar bütünü... Çizilmesi gereken çizgileri kimlerin çekeceğinin çoktan kararlaştırılmış olması... Yemek yenecek yerlerin ve sevişilecek yerlerin ve işenecek yerlerin ve soyulacak yerlerin keskin sınırlarla ayrılması; tersi durumunda fantezilere özgü düzen bozukluk gerçekleşmez mi?...
İçine ettiğimin yüksek sesli müziğiyle dans ediyorum deminden beri. Varoluşumun ne olduğunu ararken, kendimi içine soktuğum kategorilere toslayıp duruyordum; başım kanıyordu durmadan, içten içe... Gözlükler hep çerçevedir; çerçevesiz olanlar bile... Dünyaya gözlükle bakmayı öğrendiğimiz zamandan sonra, ki tüm sosyalleşme gözlük kazandırma çabası değil midir?, hangi gözlüğü takarsak takalım, hep belli sınırlar içerisinde dünyayı görmez miyiz?
Bir zaman sonra müziğin temposunu düşürüp arttıran bir faktörün farkına vardım: ruh halimizden mekana aktardığımız bir şey var, bir enerji ve o enerjinin farklı yoğunluklarından müzik kulağımıza gelene kadar değişiyor... Kulağımın tıkalı olduğu zamanlarda müziği daha farklı duyuyorum; hele kulağımın tıkalı olduğu müzikleri çok daha farklı...
Bedene ihanet etmemek gerek. Bedeni ve beyni aynı oranda hareketlendirmemiz gerek. Bedenin hareketinden beyin de etkileniyor, o da hızlanıyor, o da farklı yerlere kolayca gidip gelebiliyor. Hareket!!! Kalkın gidin bir yerlere, ey bu yazıyı okuyanlar, gecenin yarısında kapınızı çarpıp çıkın, tekin olmayan sokaklarda sizi bekleyen bir lanet bulursunuz ne de olsa... Gecenin adımlarınızla çınlaması gerek belki de... Tüm uyuşukluğunuzla ertesi sabaha enerjinizi sakladığınızı biliyorum, hafta sonu gideceğiniz kulübün kapısından girebilmeniz ve dans edebilip ötekileri tavlayabilmenize gereken parayı kazanmak için kentin damarlarında dolaşan arabalara girip iş yerlerinize gideceğinizi biliyorum, ne olacak peki? Masalara oturup bilgisayarları açacaksınız, gelen e-postalardaki çıplak insanlara bakacaksınız, hafta sonu gideceğiniz trekkingi ayarlayacaksınız ve de size patronluk taslayan kapalı kapı ardındaki insana yaranacaksınız, her ne kadar içinizden küfrediyor olsanız bile...
Benim de yapmak zorunda olduklarım var; yapmayı seçtiklerimin ve yapmamı seçtiklerinin üzerime yapıştırdıkları; onlardan kaçarak buraya geldiğimi de inkâr edemem, tüm zorunluluklardan, tüm kalıplardan, tüm önceden bulunan ve bana paket halinde sunulan yöntemlerden kaçıp geliyorum buralara... Tüm o kalıpların, paketlerin içindekileri benim keşfetmeme ve bana ait sözlerle söylememe izin vermedikleri için... Tüm dünyayı akılcı kategorilere böldükleri ve o kategorileri karıştırmama izin vermedikleri için... Ya da daha kötüsü; istediğim kategorileri gene kendilerinin benim istememi sağladıkları için... Karmaşmama bile izin vermedikleri için, kendi kelimelerimi bana öğrettikleri için.. Kendimi yaptıkları için...
Kendime yeni bir etiket yapıştırıyorum izninizle: ben sizin beni getirdiğiniz uygarlık noktasında şımarıklık yaparak, kendinizi sıkmanızdan dolayı kapattığınız kapıları açacak olan insanım. Ben, bana her yasakladığınız yolu, başka taraflardan dolaşarak size gösterecek olan insanım. Çıplak olmaktan utanmayan, ama yine de giyinen bir insanım; giyiniyorum ki elbisenin ne kadar anlamsız olduğunu anlayın, elbiselerin insanın çıplak ruhunu asla gizleyemeyecek olduğunu görün. Benim ruhum arsız, her susuşumda bu anlaşılıyor zaten. Ama benim şeytanla yakından uzaktan ilgim yok, kendi suçlarımı başkalarına yükleyemem, hele suçlarımın tanımlarını sizler yapıyorsanız.
Kıragan... Ele avuca sığmaz... Fırlama... ya da... Kırılgan... Avuçlara kapanmış... Oturtma... Anlamı ararken anlamın olmadığını bulan herkesin şerefine kadehimi kaldırıyorum; cinsault üzümünden yapılmış ve Fransız meşe fıçılarda 8 ay bekletilmiş olan şarabımı size adıyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder