17 Mart 2009 Salı

Bir Kahve Salonunda


Kimsenin ilgilenmeyeceğini bilerek geldim. Caz müziği, rahat koltuk ve kahve eşliğinde okuyup yazmak için. Şehrin sunduğu imkanlardan biri de bu tarz mekanlar. İnsanların gözü size dikilmeden istediğiniz kadar vakit geçirebilirsiniz.

Yayıldığı için şeytanlaştırma eğilimi gösteririz bu tarz yerlere... Kötü gözlerle bakanlar, bu mekânların varlığından hoşnut olmayanlar, bu tarz yerlerin kendi kültürlerine tehdit oluşturduğunu düşünenler az değildir. Peki tam olarak nedir şu anda bu mekânın oluşturduğu tehdit?

Konforlu bir mekânda, özellikle dikkat çekmeye çalışmayan bir müzik çalarken farklı tatlarda kahve ve diğer içecekleri tüketebilir, farklı yiyecekleri yiyebilirsiniz. Kimse sizi taciz etmez, rahat edersiniz. Gündelik hayatın farklı konularında ahkâmlarını size sunmaz, garsonlar, başınızda taciz yürüyüşleri yapmazlar. Yiyecekleri ve içecekleri standarttır, beğenir ya da beğenmezsiniz, ama sizi hayal kırıklığına uğratmazlar. Bir zincir mağazadır elbette, ama gerek diğer zincirler gerekse de lokal mekanlar aynı ya da benzer hizmeti sunabilir. Yerel mekânları ortadan kaldırmaları riski elbette vardır, ama insanlar yerel mekânları gerçekten severlerse zaten onları boşlamazlar ve onlar batmazlar. Bazı lokal işletmelerin kapanma sebebi hizmet atmosferinde yaşadıkları sorunlardır, yoksa daha güçlü ve daha çekici birinin mahalleye gelmesi değil.

[Yukarıda yazdıklarımı bir Starbucks'ta yazdım. Meselenin 'kapitalist' yanına girmedim, sadece orada bulunma anında edindiğim izlenimlerden hareket ettim. Bir deftere yazdım onları, şimdiyse yeniden yazıyorum bloga. Zihnimde sanırım geleneksel mekânlarla modern mekânlar arasındaki karşılaştırmalar, bir de yerel işletmeler ile küresel işletmeler arasındaki karşılaştırmalar dönüp dolaşıyor olmalı. Emek sömürüsü ya da çevre meseleleri açısından bakmadım, bakacak malzemem de yoktu elimde. Müşteri konumunda içeri girdiğinizde elbette size kahve tarlalarındaki koşulları ya da başka tatsız durumları anıştıracak herhangi bir görüntünün esamesini sunmazlar. Bunların varlığını da ya gidip görenlerden dinlersiniz ya da hikâye olarak yazanlardan, belki en fazla filmini izlersiniz. Ama şu kahve denen meretin, Sumatra'da, Kenya'da ya da Brezilya'da gerçekten hangi koşullarda üretildiğini hangimiz kendi gözlerimizle gördük? Eminim köşebaşındaki Kurukahveci Efendi'nin kahvesi de Starbucks'ın kahvesinin arkasında yatan sömürü koşullarına benzer koşullarda üretilmiştir. Bu hayatın acı gerçeklerinden biri, gündelik hayatta tükettiğimiz malların çok ama çok büyük bir bölümünün üretim koşullarına bakmaya dayanamazsınız, ama onları üreten birileri var, yoksa biz onları tüketemezdik. Yoksa siz kot giymiyor musunuz?]

Hiç yorum yok: