4 Ağustos 2019 Pazar

Sonbahar Müjdeleri: Yıllar Sonra Yeniden Harry Potter ve Arundhati Roy


Arundhati Roy

Sonbaharda okurlar için heyecanlı günler başlar: Yeni sezonun kitapları sökün etmektedir kitabevi vitrinlerine, fuarlara büyük bir hararetle kitaplar yetiştirilir, dünya çapında ödüller dağıtılır (kimi zaman Bob Dylan gibi tartışma yaratan isimlere mesela Nobel Edebiyat Ödülü verilebilir), okurun ufkuna yeni kitaplar ve yazarlar girer. Bir de eski gözağrılarının beklenmedik, tam da umutlar kesildiğinde ortaya koydukları, yepyeni projeleri gelir: J. K. Rowling, yanına aldığı iki yazarla birlikte, Harry Potter’ın tiyatro metni olarak hazırladığı yeni bir bölümüyle (Harry Potter ve Lanetli Çocuk), fantastiksever hayranlarına doğru çıkagelir mesela. Ya da 1997’de Booker Ödülünü alan, Türkçe'de de Can Yayınları’nda 13 baskı yapan ilk romanı Küçük Şeylerin Tanrısı’yla ortalığı tozu dumana katan Arundhati Roy’un, küresel çapta siyasi konularda yazdığı muhalif  kitaplarının ve televizyon için yaptığı senaryo çalışmalarının ardından, önümüzdeki Haziran ayında, yani tam yirmi yıl sonra ikinci romanı The Ministry of Utmost Happiness’ın yayımlanacağı açıklanır.

Ellilerinin tadını süren bu iki yazarın yapıtları, benim yaşımdaki okurların da artık orta yaşa geldiğine işaret edecektir: İlk defa 90’ların sonunda, Olimpos’ta tatil yaparken komşu çardakta oturan genç bir endüstriyel tasarımcının kıkır kıkır gülerek okuduğu zaman görmüştüm Harry Potter’ın ilk cildini, daha sonra fenomenleşen bir yapıt olacağını öngörebilmek mümkün değildi. Aynı dönemde, bu sefer çok sevdiğim bir arkadaşımın elinde görmüştüm Küçük Şeylerin Tanrısı’nı. 90’ların küreselleşen dünyasında yazılmış bu iki yapıt, İngiliz edebiyatı açısından iki farklı eğilimi de gösteriyordu bir bakıma: Harry Potter ve arkadaşlarının yedi cilde (ve bir o kadar da filme) yayılan masalsı, eğlenceli ve etkileyici büyüme öyküsü, gerçek dünyayı büyülü bir şekilde değiştirirken fantastik gençlik edebiyatının pek çok yapıtına da ilham vermişti. Britanya imparatorluğunun farklı yörelerinden dönerek kendi hikayelerini anlatmaya başlayan göçmenlerin yarattığı bir tür küresel İngiliz edebiyatı ise, Arundhati Roy gibi isimlerin öncülüğünde tsunami dalgası gibi okurları yapıtlara boğuyordu.

Demlenen yapıtlarıyla gıpta ettiğim Foer ve Auster

 
2000’lerin ilk yıllarında, üç yıl arayla yazdığı iki romanı Her Şey Aydınlandı ve Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın ile edebiyata sıkı bir giriş yapan yaşıtım Jonathan Safran Foer, her ne kadar Hayvan Yemek gibi kaydadeğer bir metin ortaya koysa da, on yıldır roman yazmıyordu. Çeşitli dizi senaryoları da yazan Foer, geçtiğimiz ay yeniden arzıendam etti: Here I Am adlı üçüncü romanıyla, Yahudi cemaati içinden yazdığı, New York’tan Ortadoğu coğrafyasına çektiği hatla, kendi deyişiyle son otobiyografik metnini biz okurlara ulaştırdı. Henüz ilk romanını yazamamış, ama hayatının geri kalanını bu romanı yazmaya adamış bir yazar adayı olarak, Foer’nin romanına bir tür gıptayla yönelirken, bir yazar açısından ve de bir okur açısından bu iki yapıtı arasında on yıl ya da yirmi yıl ara verenlerin mantığını anlamaya çalışmaya da niyetlendim. Ayrıca Arundhati Roy gibi, ya da ilk romanı Forrest Gump ile ikinci ve son romanı El Paso arasına yirmi yıl sokan Amerikalı yazar Winston Groom gibi bir örnek de var: Çeşitli biyografi yapıtlarından sonra, geçen ay yayımlanan El Paso’da bu sefer J. P. Morgan’ın akrabasıyla Pancho Villa arasında geçen bir olayı ele alan Groom, Forrest Gump’tan kazandığı telifler sayesinde ömrü boyunca ekonomik zorluk çekmeyecek bir seviyeye gelmiş olmasına rağmen, yeni bir roman yayımlatmak için acaba neden bunca yıl beklemiştir. Rowling de, Roy da, Foer de ekonomik sebepler için yazmak zorunda kalmayacak kadar popüler olmuş, yapıtları sinemaya aktarılmış ve kazanç sağlamış isimler ayrıca. Rowling’i kendi düşünme sürecime katmıyorum, ne de olsa Harry Potter sonrası, başka türlerde yapıtlar ortaya koymaya çalışmıştı. Ama neden Roy ve Groom yirmi, Foer on yıl boyunca yeni bir roman ortaya koymamışlar acaba?

Türkiye’de yayın piyasasından bildiğimiz bir döngü vardır: Fuar dönemlerinde örneğin, mühim yazarların yeni yapıtlarının lansmanları yapılır, tanıtım ve dağıtım çarkları bu mühim yazarların yapıtları için kullanılır. Yayıncıların sevdiği, kazanç sağladıkları operasyonlardır bunlar. Yazarların da, metinleri önemli olsun olmasın, bu çarkların rahat dönmesi için ellerinden geleni yaptıkları görülür. Büyük bir yapıtının arkasından hemen bir iki yıl içinde yeni bir yapıtının gelmesi için yayıncılar yazarlarını sıkıştırır, okurlar hayranlık duyduğu yazarın yapıtını arka arkaya okumak için bastırır, yazar da muhtemelen başarının ve kazancın verdiği rüzgarla yeni metin planlarının çok da ince eleyip sık dokumadan yine başarılı olacağına inanmaya başlar. Arka arkaya gelen metinlerle ticari anlamda başarı kazanan pek çok yazarın, aslında henüz olgunlaşmamış, demlenmemiş metinlerini ortaya koymasından dolayı bir süre sonra kalibre yitirdiğini fark etmek şaşırtıcı olmayacaktır. Yapıtları arasında yeterli zaman bırakanların, çok daha heyecan verici bir bekleyiş yarattığı ve kaç yıl sonra gelirse gelsin eski okurlarını da, yepyeni okur kuşaklarını da etkileyecekleri aslında daha rahat söylenebilir. Üretken ve kalemi gür yazarlar istisna olsa da, pek çok yazarın metnini oluştururken kendilerini nadasa bırakmalarının daha akıllıca olacağını düşünüyorum. Taze okurun iştahıyla oluşan baskıyı yayıncı kısa vadede “sömürmek” isteyecektir, ama yazar kendisini tutabilirse, yapıtlarını çok daha kapsamlı ve sağlaması yapılmış bir şekilde hazırlayabilir... Peki yirmi ya da on yıl bekleyip de hayal kırıklığına uğrama ihtimali yok mudur? Elbette vardır, ama bunca yılın hatrına daha şefkatli yaklaşacak kadar duygusallaşmış oluruz zaten.

Bu sonbahar için, aslında benim açımdan aldığım en önemli yeni kitap haberi, yedi yıllık bir aradan sonra yeni romanını Ocak'ta yayımlayacağı açıklanan Paul Auster cephesinden geldi: Şimdi oturduğum mahalleye ilk taşındığım günlerde, ya bir doğum günü ya da bir yılbaşı ertesinde, kitapçı vitrininde gördüğümüz Sunset Park’ı ağabeyim hediye etmişti, belki yeni yılda 4 3 2 1 adlı romanını da yine birisi hediye edebilir. Paul Auster kalibresinde, kalemi gür, arka arkaya roman yazabilen bir ismin yedi yıl ara vermesi bile, büyük bir yapıt beklentisi yaratıyor şimdiden.   

[Kasım 2016]

Hiç yorum yok: