Chimamanda Ngozi Adichie
Mayıs ayında dünyanın en popüler şarkıcılarından Beyoncé, son albümü Lemonade’i yayımladı; albüme eşlik eden bir saati aşkın bir filmle birlikte. Görsel-işitsel açıdan ortaya koyduğu etkileyici performans, pop müziğin birkaç adım ötesinde, kişisel ifadelerine siyasi-kültürel etkileyici bir katman eklenmiş olarak takipçilerini etkiledi. Amerikalı olmasına rağmen siyahi dünyanın bir insanı olarak Beyoncé, hem Amerika’daki “siyah güç” hareketini hem de Afrika’daki köklerini hatırlayıp gitgide artan yoğunlukta sanatına katıyor.
Lemonade albümünün hem kültürel hem de şiirsel altyapısında Kenya’da doğmuş Somali kökenli şair Warsan Shire’ın katkısı büyük; Afrikalı kadınların hayatından esinlenerek Afrika edebiyatının etkileyici şiirlerini yazmış, Teaching My Mother How To Give Birth adlı kitabıyla ün salmış Shire’ın bir yapıtı olarak da kabul edecekler çıkacaktır Lemonade’i. Mesela The Guardian gazetesinden Ainehi Edoro, aslında Beyoncé’nin imgesel ve şiirsel söyleminin Afrikalı yazarlar tarafından oluşturulduğunu, Beyoncé’yi Afrika’nın yarattığını ileri sürdü. Beyoncé’nin “Flawless” şarkısında Nijeryalı yazar Chimamanda Ngozi Adichie’nin, “Hepimiz feminist olmalıydık” konulu TED konuşmasından bir pasaj kullanmasıyla, yazarın kitaplarının satış patlaması yaptığını örnek veriyor Edoro. Halbuki daha ilk öykülerinden itibaren ödüller toplayan, bazıları dilimize de çevrilen romanları Orange ve Booker’a aday gösterilmiş, Commonwealth Yazar Ödülü’nü almış Purple Hibiscus, PEN Sınır Ötesi ve Orange ödüllerini kazanmış Yükselen Güneşin Ülkesinde (Nur Küçük çevirisiyle, İthaki) ve National Kitap Eleştirmenleri Ödülü’nü kazanan, Baileys Kadın Yazarlar Ödülü’ne ve Uluslararası IMPAC Dublin Edebiyat Ödülü’ne aday olan Amerikana (Zeynep Çiftçi Kanburoğlu çevirisiyle, Can) ile pek çok başarı kazanmış oldukça başarılı bir yazar Adichie. Yine de Beyoncé etkisiyle MTV Afrika Müzik Ödülleri’nde ve Grammy Ödülleri’nde adı geçen Adichie, Beyoncé’ye ilham veren TED konuşmasının kitabının yayımlanmasının ardından 2015’te Time dergisinin “En Etkili 100 Kişi” listesinde kendisine yer buluyor.
Kendi adıma, popüler kültürün ötesinde Afrika kültüründen ve edebiyatından ne bildiğimi düşünmeye koyuldum Beyoncé hakkındaki yazıyı okuduktan sonra. Adichie’nin kitaplarını bilmeme rağmen okumamış olduğumu fark ederek, Nijerya’da 1960’larda yaşanan darbe ve iç savaş yılları hakkındaki romanı Yükselen Güneşin Ülkesinde’yi okumaya başladım. Daha önce okuduğum bazı Afrikalı yazarların (Etiyopya kökenli Dinaw Mengestu, Nijerya kökenli Teju Cole ya da bizde Bora Korkmaz çevirisiyle Ayrıntı’dan kitapları yayımlanan Kenyalı Ngugi Wa Thiong’o) kitapları aklıma geldi. Ama koskoca bir kıtanın, müthiş zenginlikteki yerel kültürlerin emperyalizm, sömürgecilik ve sonrasındaki paylaşım savaşımları nedeniyle sıkıştırılmış bir yaşama ve edebiyata mahkum kılındığını düşündüm.
Kimi zaman Kuzey Afrika’dan, kimi zaman da Güney Afrika’dan ağırlıklı olarak Coetzee ya da Lessing gibi “beyaz” yazarların kitaplarını da okumuşluğum vardı, ama Sahra-altı olarak bilinen, o çok geniş ve dünyadaki yaşamın kökeni olduğu düşünülen coğrafya hakkında aslında ne kadar az şey biliyor, ne kadar az kişi tanıyordum. Hatta yıllardır çok istememe rağmen ne bir Nuruddin Farah ne de Chinua Achebe kitabı okuyabildim bugüne kadar. Aynı şekilde, son yıllarda çok sık karşıma çıkan Kongo kökenli Fransızca yazan Alain Mabanckou’nun kitaplarını da çok istememe rağmen okumadım henüz. Demek ki benim için de bakir bir edebiyat sayılan Afrika edebiyatına yönelmek gerekiyor ve bunun için Beyoncé’yi beklemiş olmak hafif bir utanç veriyor.
Africa39: Afrika’nın yeni sesleri
Afrika edebiyatına ulaşmak için bir kitabevine girdiğimde, dünya edebiyatına ayırdıkları bölümlerin daha çok dil bazlı olduğunu, yani İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça, İspanyolca dillerinden çevrilen kitaplara kendi kategorilerinin altından ulaşılabilirken, Afrika edebiyatından çevrilenlerle mesela Doğu Avrupa ya da Uzakdoğu ve hatta İskandinav edebiyatından çevrilenlerin aynı kategoride karmakarışık koyulduğunu gördüm. Gürcü bir yazarla Norveçli bir yazar, Mısırlı bir yazarla Güney Afrikalı bir yazar yan yana diziliyor, “ve diğerleri” kategorisi gibi sevimli bir kategoriyi oluşturuyor. Dolayısıyla tek tek bize ulaşmış yazarları aramaktan daha farklı bir yöntem bulmam gerekiyordu. Aklıma e-kitaplar arasında bakınmak geldi ve Africa39: New Writing from Africa South of the Sahara adlı derlemeyi buldum. Daha önceden Bogota39 ve Beirut39 versiyonları da yayımlanan bu derlemede, üç kişilik bir jüri tarafından seçilen, kırk yaşına ulaşmamış 39 Afrikalı yazarın metinleri yer alıyor. Editörlüğünü Ellah Allfrey üstlenmiş ve Nobel ödüllü Wole Soyinka da, “Afrika’yı anlamak için asla tek kişiyi dinlememeli, çok fazla tanıklığa ulaşmalı” mantığının altını çizdiği bir önsöz yazmış.
Derlemeye işleri seçilmiş yazarlar genç ve çok farklı ülkelerde doğmuş, bir kısmı da Batılı ülkelere göç etmiş Afrikalıların çocukları. Yoğun bir sömürgeleşme sürecinden geçip Batılılar tarafından etkilenmiş ülkelerde, farklı etnik kabilelere mensup insanların önce sömürge yönetimlerinden kurtulup sonrasında birbirleriyle kıyasıya iktidar mücadelelerine girmeleri, devrimlerle darbeleri, katliamlarla soykırımları getirmiş ve koca bir kıtanın halkları dünyaya adeta saçılmış. Adichie dahil Nijerya’dan on isim var, ardından Kenya yedi, Güney Afrika da altı isimle geliyor. Kongo, Uganda, Cape Verde, Ekvator Ginesi, Gana, Malavi, Fildişi Sahilleri, Etiyopya, Somali, Luanda, Zambiya, Zimbabve, Tanzanya yazarların doğduğu ya da kökenlendiği ülkeler; bazıları ABD, İsviçre, Büyük Britanya, Brezilya, İtalya ve hatta İrlanda vatandaşı. Benim şahsen adını duyduklarım Chimamanda Ngozi Adichie, Dinaw Mengestu ve Ghana Must Go ile popüler olan Taiye Selasi oldu. Paylaşılan metinlerde Afrika’nın sömürgeleştirilmesi ya da otoriter yönetimler ya da etnik çatışmalar arka planı oluştururken gündelik yaşam, küçük insanların kaderleri, Afrika’yı yeniden yapılandırmanın formülleri anlatılıyor. Bloomsbury tarafından yayımlanan kitapta, bambaşka bir coğrafyanın, kimi zaman büyülü kimi zaman şiddetli katmanlarla aktarılan edebiyatı, muhtemelen tarih ve güncel siyaset incelemelerinde göremeyeceğimiz detaylarıyla bizim pek tanımadığımız, ancak Kurtuluş’un sokaklarında, futbol sahalarında ya da uluslararası toplantılar öncesinde görebildiğimiz bu insanların kültürlerini bize yansıtıyor.
[Temmuz 2016]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder