3 Ağustos 2019 Cumartesi

Çevirdikçe Çevrilemez Hale Gelen Yapıtlar


Mark Z. Danielewski

Devasa ve kompleks yapıtlara karşı hastalıklı bir hayranlığım var sanırım. Mutlaka okuyup anlarım diye değil; içine tıpkı bir rüya ya da kabus gibi girip, görebildiğim kadarında dolandıktan sonra bulunduğum yerde kitabı kapattığımda öyle ya da böyle değişmiş olduğumu hissettiğimden... Bazen birkaç bölüm, bazen birkaç satır; garipliğe bakıp aşinaya olmaya çalışmanın zihnimi çalıştırdığını, ruhumu canlandırdığını hissederim. Hele ki bir kişi tarafından tasarlanıp yazılmış ise yapıt, bir insanın yazı ve yaratı kapasitesinin ne kadar geniş olduğunu, bazen kırk kişi bir araya gelsek aynı şeyi ortaya çıkartamayacağımızı sezerim. Gerçi artık biliyorum, bugünün yapıtı bir kişinin adını taşısa da, çok sayıda insanın desteğiyle üretiliyor; yazarın tasarladıklarını her dilde bambaşka kadrolar oluşturmaya, yeniden inşa etmeye çalışıyor. Coğrafyanın çeşitli yerlerine dağılmış doğanın harikalarıyla insanların yapıtlarını dolaşırcasına, kütüphanelerimizin raflarına yerleşmiş bu devasa eserlere bir seferliğine ve bir çırpıda nasıl ziyaret yapılamazsa, kimi zaman bir roman da tek seferinde bir başka dilde yeniden üretilemez diye düşündüğümden, bazı yapıtların hiç çevrilmemesini sineye çekiyorum; bazı yapıtların da birkaç kez çevrilmeye denenmesini zengin ama aslıyla okunmadığında nafile bir çaba olarak görüyorum. Memleketimizdeki Finnegans Wake/Finneganın Vahı / ? vakası bu konudaki içtihadi örneğimiz halinde şu anda. (Henüz ilk yarısı yayımlanan Umur Çelikyay çevirisinin tamamlanmasını, soru işaretini dolduracak Fuat Sevimay çevirisinin yayımlanmasını beklerken, tıpkı bir yanardağın lavlarını yüzeye çıkarmasından önce yaşanan tedirgin edici beklentiyi hissetmek bile yaşamak için güzel bir sebep verebiliyor bana; ne de olsa Joyce’un ana metnini de bu iki çeviriyle birlikte elime alıp Finnegan dağına oturduğum yerden belki de haftalarca tırmanmaya çalışacağımı gayet iyi biliyorum.) 

Tekinsiz bir yapıda kaybolmak


Bu aralar kendimi hep aynı yapıtın önünde buluyorum: Amerikalı Mark Z. Danielewski’nin House of Leaves (“Yapraklar Evi”) adlı –nasıl tarif edebileceğimi tam da bilemediğim– romanı. “Yapraklar Evi” ismi, kitabın yayın haklarını almış olan MonoKL Yayınları’nın tercihi, belki yayımlanırken modifikasyona uğrar. Yakın bir arkadaşım doktora tezinde W. G.  Sebald’ın Austerlitz’iyle Don DeLillo’dan bir yapıtın (Underworld olmasını isterdim, ama Beden Sanatçısı) yanı sıra Danielewski’nin bu yapıtını konu edinmiş; bir süreden beri tıkanıklıktan mustarip hallerinden bahsederken dikkatimi çekmeye başladı. Yazarın adını en son 27 cilt planladığı ve şu ana kadar üçünü yayımladığı The Familiar projesinde duymuştum. Kült kitap House of Leaves 2000’de yayımlanmış, arada bir roman ve bir novella daha yayımlatan Danielewski, The Familiar projesindeki yayınına geçen sene mayıs ayında başlamıştı. Geçen ay bu sayfalarda “çeviri-doğanlar” hakkında yazarken tekrar aklıma düştü yazarın yapıtları ve incelediğim kadarıyla “çevrilemez” hissettiğimden, üzerinde uğraşıldığını bilmeme rağmen çıkacak sonucun benim kriterlerime göre olsa olsa bir rehber, uzman birisinin deneyimlerini aktardığı bir versiyon olmanın ötesine gidemeyeceğini düşündüğümden, bu hisle kendim biraz yol almaya karar verdim. Arkadaşımdan tez için üzerinde çalıştığı kopyasını rica ettim, sağolsun, The Familiar’ın ilk cildini de verdi. Böylece iki devasa ve aşırı kompleks Danielewski yapıtıyla zaman geçirdim ve allak bullak olmuş bir halde, tedirgin bir biçimde kitapları biraz uzağa koyarak bu yazıyı yazıyorum.

Önce neden çevrilemez hissine kapıldığımı açıklayayım: Kitabı elinize alıp karıştırdığınızda önce font seçimiyle başlayan bir çeşitlilikle yazılmış bölümler görüyorsunuz ve sayfaları çocukluğumuzda kenarlarına karikatürler çizip ilk hareketli filmimizi yaptığımız zamanlarda olduğu gibi hızla açtığınızda, her türden tipografik oyunla çok çeşitli metinlerin sayfalara dağıldığını görüyorsunuz. Normal şartlarda roman olması gereken bu yapıt(lar) akademik yapıtları andıran bol dipnotlarıyla, farklı anlatıcıların kurgu içi kurgu metinleriyle, birden fazla renkte basılmış, birden fazla font kullanılmış, yer yer görsel serpiştirilmiş, kimi sayfaya üç dört karakter/kelime düşen, kimi sayfaya tıkabasa listelerin sıkıştırıldığı, metin yönünün sağa sola, yukarıya aşağıya döndüğü, bir tür burgaç ya da Escher’in tablolarını andıran bir kabus görünümü verdiği deneysel metinler olarak gözüküyor. İşin ilginç yanı, ilk sayfasından yapıta girince, her ne kadar dağılmayı sezseniz de, okurken hiç zorlanmıyor, illa da aklınızda oluşan soruların cevabını o an bulmak isteyenlerden değilseniz gayet rahatça burgacın derinliklerine doğru ilerliyorsunuz. Kapağından içeri girmeyip uzaktan bakarken rastladığım bu görsel, biçimsel ve dilsel oyunlar nedeniyle çevrilemez bulduğum yapıtın şimdiden Hollanda diline, Fransızcaya, Almancaya, Japoncaya, Rusçaya, İspanyolcaya ve hatta Sırpçaya çevrildiğini belirteyim. Yakında MonoKL’dan da geliverir yapıt ve o zaman iş biraz daha kolaylaşır belki.

Labirentte derinlere iniyoruz...


Okurlar tarafından korku romanı, yazarı tarafından bir aşk hikayesi olarak tanımlanan House of Leaves’in konusu da “tekinsiz/unheimlich/uncanny” zaten: Yirminci yüzyıl sonunda Los Angeles’ta yaşayan, bir dövmecide çalışıp her türlü çılgınca yaşam deneyiminden tadını alan Johnny Truant adında bir zatın ev ararken girdiği bir dairede Zampanò adındaki yeni ölmüş kör bir adamın Navidson Kaydı olarak bilinen bir kült film hakkında yazdığı akademik bir incelemenin taslağını alarak yayına hazırlamasından ibaret House of Leaves. Navidson Kaydı’nda Stephen King romanından çıkmışçasına sıradan, iki çocuklu Amerikalı bir ailenin yeni aldıkları evde yaptıkları video kayıtları yer alıyor ve bu kayıtların analizinden anladığımız kadarıyla mesele Ev’de, mekanda. (Kitabın farklı baskılarında farklı grafik oyunlar kullanılmış, Braille alfabesinin kullanıldığı çok renkli-baskısının olduğu da söyleniyor, benim okuduğum çift-renkli bir baskıydı ve Ev-House kelimesi hep mavi basılmıştı, arada kırmızı basılan kelimeler de vardı; bu türden baskı süsleri nedeniyle de yayıncılık açısından bir iddia taşıyor yapıt.) Kurgu içre kurgu, metin içre metin, yapı içre yapı şeklinde açılan yapıtta Homeros’tan Bachelard’a çok fazla edebi ve mimari oyuna/icada referans yapılıyor: Melville’in Moby Dick’i gibi sanki House of Leaves, ama Borges tarafından yazılmış; Nabokov’un Solgun Ateş'i gibi, ama Joyce tarafından yazılmış. Bir de en çok Edgar Allan Poe’yu andırıyor, ki kitabın boyutlarından dışarı taşan bir saçağında ilginç bir Poe referansı var: Mark’ın kardeşi Anne Danielewski, Poe adını kullanan bir pop-rock müzisyeni ve 2000 yılında Haunted adında tekinsiz öğeler taşıyan bir albüm yayımlıyor ve bu albümü kitabın müzik kaydı olarak kabul ediyor iki kardeş ve okurlar. Böylece yapı, kağıt üzerinden çok ama çok daha geniş bir uzama yayılıyor ve öğrenilen her detay, okunan her bölüm okuru daha fazla içine çekiyor. Kaybolmaya bir çağrı gibi labirentte derinlere iniyoruz... Bir anda, arkadaşımın tezini neden bitiremediğini anlayarak, yazıyı bitirebilmek adına kendimi çekip çıkarıyorum bu yapıttan!

[Eylül 2016]

Hiç yorum yok: