16 Ocak 2009 Cuma

Yılgınlık

Harflere bakıyorum bir süre. Hangilerine basıp, hangi kelimeleri oluşturacağımı, ne yazacağımı bulmaya çalışıyorum. Zihnimin boş olduğunu iddia edemem, ama karmançorman olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla. Her zaman böyle oluyor. Her uyandığımda yeniden harflerin yeri değişmiş sanki. Hani şu internet bankacılığında kullanılan güvenlik şifreleri vardır ya, rakamların yeri her basışta değişir. Sanki her gece uyurken zihnimdeki meseleler de böyle yer değiştiriyorlar.

Çoğu zaman kim olduğumu dahi bilmiyorum. Elbette temel bilgiler, durmadan tekrarlandıkları için, sabit kalıyor: Adımı biliyorum, bedenime bakıyorum ve onu da biliyorum (gerçi içini bilmiyorum, her gün nasıl bir arıza yaratabileceğini, rahatsızlık potansiyellerini, nasıl çürümekte olduğunu vs.), hafızamda birikmiş olan bazı ilişkileri, sözleri. Ama işte bugünün hangisi için önemli bir gün olduğunu bilemiyorum. Halbuki buna karar verip, o sözün peşinden gitmem gerekiyor. Ajandamda, gündemimde ne olmalıydı bugün?

Evimin kapısından çıktığımda sokaklarda görece huzurlu bir temponun olduğunu görüyorum. Arabalar akıyor sokaklarda, insanlar ellerinde torbalarla yürüyorlar, dükkânlar açılmış, güneş her ne kadar bulutlarla örtülmüş olsa da kış mevsimine oranla sıcak bir hava var, yine de kasvet havada asılı. Moda'da güzel bir gün diyebilirim, görebildiğim kadarıyla.

Ama kilometrelerce ötede, bir savaşın devam ettiğini de biliyorum. Ne yazık ki zihnim bunu unutamıyor, ayrıca medyadan süzülen bilgiler ve görüntüler de bu savaşı olanca sertliğiyle yansıtıyor bana. Düşünüyorum bir an, bu dünyanın savaşsız geçirdiği epitopu kaç gün olmuştur? Şu ya da bu nedenle savaş makinelerini insanların üzerine sürmedikleri kaç gün olmuştur? Silahların ateş almadığı, bombaların patlamadığı, mayınların döşenmediği? Yok etme mekanizmalarını inşa edenler ve ellerinde tutanlar, bir gün şu içinde yürüdüğüm sokakları da yok edebilir mi? Kilometrelerce ötedeki bir okulda bir füzeyle yıkıntının altında kalıp bedenleri parçalanan çocuklar, neden bu kasvetli ama güzel Moda gününde yürüyemiyorlar? Neden insanlar kendi çıkarları doğrultusunda, diğer insanların yaşamlarına hükmediyorlar? Bu sorulara cevap bulamayacağımı biliyorum, amadüşüşüşü bir yandan da her sabah uyandığımda zihnimde karmançorman hale gelmiş olan düşüncelerimin bu sorularla ilgisi olduğunu sanıyorum.

Bir yılgı geliyor üzerime, yığılmamak için evime geri dönüyorum, kendi kaosumun içine saklanıyorum. Belki oturup kıyameti beklemeliyim ben de, ne de olsa insanların büyük çoğunluğu bunu sağlamak için çabalıyor. Ya da üç vakte kadar silkinip kendime geleceğim, dağılan düzenimi yeniden sağlamaya koyulacağım. Muhtemelen yaşam dediğimiz şey de bu, her gün yenibaştan kim olduğumu bulmak, yaşantımı kurmak ve belki de sadece bir adım atmak ileriye doğru. Kıyameti oluşturanlardan olmamak, ölüm makinelerini işletmemek, yaşamın tohumlarını atmaya çalışmak.

Sonuçta, bu satırları dökerken klavyeden, nafile bir çalışma içine gireceğimi biliyorum. Orada, bir füzenin ateşlenmesi için düğmeye basanın, bir şehrin yıkımı için emir verenin, hangi bahaneye sığınırsa sığınsın bir savaşı başlatmak için karar verenin enerjisine karşı bir yaşam enerjisi yaratmak için elimden geleni yapmalıyım, bu elin neler getireceğini şu anda bilemesem de.

Meğer Moda'nın gökyüzüne asılan kasvet, Akdeniz'in sonunda bir kentin tozdumanından kaynaklanıyormuş. Meğer ruhumun bugünkü yılgınlığı insan elinden çıkma bir kıyametin alametiymiş. Lütfen bana Tanrılarınızdan bahsetmeyin artık, o tankların Tanrılarla bir ilişkisi yok.

Hiç yorum yok: