10 Ocak 2009 Cumartesi

Hayat

Boşluk diyelim mi? Bir an kendini içinde bulduğun zaman dilimi. Yıllar önce birisi, aslında boş olduğunu söylemişti, kendiliğinden bir değer taşımıyormuşsun. İlk duyduğunda çok alınmıştın, iddialaşmaya kalkışmıştın. Halbuki doğru bu, doğru olması da aslında senin değersizliğini göstermiyor. Sorun olan boşluğu kötü olarak görmen. Başlangıçta bir misyonun olması gerektiğini, ne yapacağını biliyor olman gerektiğini düşünmen, büyük bir yanılgı. Biz insanlar, tıpkı diğer şeyler gibi, başlangıçta varoluşumuzun getirdiği birtakım özellikler dışında, gerçekten boşuz. (Tabula Rasa olabilir mi?) Zaman içinde içimize aldıklarımız, yerleştirdiklerimizle kendi değerimizi kendimiz oluşturmaya çalışırız. İnandıklarımızla, karşılaştıklarımızla, yaşadıklarımızla. Aslında herkesin bildiği ve sezdiği durumlardan bahsediyorum.

Yine de sık sık boşluğun içinde bulunduğunu fark etmen, hele bunca sene sonra, yine de pek hayra alamet değil. Gizilgücünü koruduğunu düşünerek kendini rahatlatabilirsin. Ama şu anda, boşluğun içindesin ve boşluk senin içinde. Delik nerede ki bunca zaman boyunca girenler çıkıvermişler. Şu anda, şu noktada oturup yeni bir başlangıç hayal ediyorsun.

Her seferinde yeniden başlayan insanlardansın galiba. Her sabah uyandığında hayata sıfır noktasından başladığını hissediyorsun, bu nedenle güne karışmak güç geliyor. Halbuki bir yandan da boşluk sandığının içinde sana ait olan ve olmayan onlarca tortu var, başka uygarlıkların kalıntıları, başka insanların pislikleri. Boş sandığımızın da boş olmadığını fark etmeye başladığımız anda yaşadığımız panik! Her gün maruz kaldıklarından, etrafında olup bitenlerden üzerine yapışmış, çamurlaşmış izler var.

Ayrımcılıklar, ırkçılıklar, çıkarcılıklar, nefret sözleri ve davranışları, birbirlerini hiç tanımaya kalkışmadan birbirlerine saldıranlar, kapından içeri giremese bile medyandan içeri sızanlar...

Aslında yazacak hiçbir şey bulamamana rağmen yazmaya çabaladığın bir gün. Yıllar öncesinden bir Pearl Jam albümü eşlik ediyor, Vs. Her şey bir süre sonra yıllar öncesine dönüşüyor. 17 yaşında ya da 30 yaşında, daha sonra başka rakamlar da gelecek. Bir cumartesi günü, sakinleşmeye çalışırken, elinde kalan hatıralarla da oynuyorsun, ama hepsi birbirinin aynı, başlangıç adımları.

Boşluğu doldurmak için çaba göstermeye devam. Sigara dumanı, müzik notaları ya da kitap harfleri, belki... Kâğıdın üzerinde mürekkep, odanın akustiğinde eriyen sözler, tende kayıp giden parmaklar... Ve zaman hiç durmadan akarken, beden yaşlanıp ruh çürürken, doğumdan ölüme bir hayat boyu, beni aşıp herkes için bir katkı, bir inşa çabasına girişmediğin sürece, her yeni gün yepyeni bir boşlukmuş gibi gözükecek, yeni bir mücadeleye koyulacaksın... Öldürenler ve ölenler, yıkanlar ve yıkılanlar, toklar ve açlar, zenginler ve yoksullar, sahip olanlar ve olamayanlar, nobranlar ve masumlar... Tüm bu toplama da birileri hayat diyecek. İşte hayat, tatlı hayat...

Hiç yorum yok: