2 Kasım 2009 Pazartesi

İstanbul Kitap Fuarı

Hava kasvetli. Kış günlerinde havanın erkenden kararması bir bakıma koyu yağmur bulutlarının göze çarpmamasını sağladığından rahatlatıcı oluyor. Elbette karanlıkta yaşamak sinir bozucu da olabilir. Hoş bugün yapay aydınlatmalar altında kendimizi çoğu zaman evimizde hissediyoruz, elektriği kanıksadık. Yine de bir zamanlar gece kurda aitti.

İstanbul Kitap Fuarı umrumda değil açıkçası. Beylikdüzü'ne yolculuk yapmama değecek bir sebep bulamıyorum. Çok kişisel baktığım için böyle olmalı bu. Yoksa, hele de hem okur hem de yayınla uğraşan bir profesyonel olarak, bu hafta fuar alanından çıkmamam gerekirdi. Yayınevlerinin yeni yayın programlarını öğrenebilir, takip ettiğim yazarların gidişatlarını gözlemleyebilir, ülkenin kitap panoramasını çıkartabilirdim. Tabii eğer İstanbul Kitap Fuarı'nın bu işlere yaradığına kendimi ikna edebilseydim.

Elbette şehrin uzak bir semtine fuarın taşınmış olmasının benim bu kötümser bakış açımda büyük etkisi var. Tepebaşı'ndaki fuarlara, her gün olmasa bile, her sene bir sefer yapmaktan gocunmazdım. Dar bir mekandaki o curcunanın içinde standları dolaşıp kitapları karıştırmaktan keyif duyardım. Ama teknolojinin ve benim okurluğumun gelişmesiyle birlikte standlardaki kitaplarla ilgilenmekten keyif duymamaya, aksine alamadığım onlarca ve hatta yüzlerce kitaba öfkeyle bakmaya başladım. Satış odaklı bir fuarda has okurların ve iyi niyetli yazarların işlerinin olmayacağını düşünecek kadar sıyırmadım tabii, ama yine de bugün kitap fuarı dendiğinde boş boş bakmayı tercih ederim.

Takip ettiğim yazarlarla tanışmaktan haz duyduğumu söyleyemem. Onların konuşmaları, gündelik durumlardaki tepkileri, hatta varoluşları bile beni rahatsız edebilir. Zaten bir yazarın en iyi kendisini gösterdiği alan kendi metnidir, ve yüzlerce sayfalık kapsamlı romanları ya da hararetli denemeleri kurgulayan yazarların büyük çoğu da başka mecrada on iki yaşındaki hazırcevap bir yumurcaktan daha zekice davranamaz. Metinleriyle karşılaşmaya çalıştığım nice yazarın birtakım sembolik oturumlarda ahkam kesmeleri, hele de bunu fuarın konferans salonlarını doldurmak adına tasarlanmış gelişigüzel programlarda gerçekleşmesi, agorafobimi bile azdırabilir. Elbetteki yazarlarla artık karşılaşmaktan çekinmemde ego ile ilgili bir mesele de söz konusu olabilir, her gün sayfalarda biriktirdiklerimi neden bir türlü toplayamıyorum ve artık bir yazar olarak arz-ı endam etmiyorum diye tasalandığım bugünlerde, öyle ya da böyle kitaplarını yayınlatma kanallarını kurmuş, tezgahında her gün usul usul çalışarak ortaya çıkan metinlerini okurlarına buluşturan adamlarla kadınları görünce kaçacak delik aramam şaşırtıcı olmasa gerek. Bu nedenle fuarın okur-yazar ilişkilerine girmememi maruz görmeli.

Bir tek yayıncılarla, yazar ajanlarıyla, editörlerle, çevirmenlerle, yayınevi çalışanlarıyla, yani okur ve yazar dışında kalan işin tüm profesyonelleriyle hasbıhal edemediğim, iletişim kuramadığım, iş bağlayamadığım için hayıflanabilirim fuara bu kasvetli günlerde yolculuk etmediğim için. Herkesin öyle ya da böyle bir araya geldiği bu tarz sosyal durumların bir çok kısmet yarattığı, bir çok fırsatı ortaya koyduğu malum. O yüzden neden ekonomik davranıp fuara gitmiyorum ben? Burada da elbette kendimi savunacak birkaç cümle ederim, ama aptallık diyerek bu bahsi burada sonlandırmaya karar veriyorum.

Kelin merhemi, imamın yaptığı gibi bir çok farklı deyime gönderme yapmak mümkün bu yazıyı bitirirken. En iyisi: Siz, eğer ulaşımın üstesinden gelebilecekseniz, zaman ayırabilecekseniz, bu kasvetli günlerde Beylikdüzü'ndeki İstanbul Kitap Fuarı'na bir gidin, en kötüsünden diğer okur-yazarlarla karşılaşırsınız, aynaya bakmaya gerek kalmaz.

Hiç yorum yok: