*Sisifos Dergisi'nde Aralık 2015’te yayımlanmıştı bu yazım.
Zaman ve zemin... Yakın dönemde okuduğum bir kitapta karşıma çıkmış, bugüne kadar hiç rastlamadığım için şaşırdığım, muhtemelen eski dönemlerde olsaydı aşina olacağım bir çift... Zemin yerine mekân kullanımına alışmıştım. Bu tesadüf kayıplarıyla ve tuzaklarıyla bu kavram çiftinin birbirine ne kadar yakıştığını fark etmemi sağladı. Zaman ve zemin...
Bugünün dünyasında hem zaman hem de zemin parsellenmiş, en ufak birimine kadar bölünmüş, mikrometrik ölçümlerle, üstelik de bu dünyanın dışına yerleştirilmiş, uzaydaki enformasyon uydularının gelişmiş teknolojileri yardımıyla gözlenmekte ve hesaplanmaktadır. Elimize aldığımız sayısız enformasyon cihazındaki her geçen gün bir yenisi eklenen programcıklar sayesinde de, milyarlarca insan bu zamanı ve zemini doldurmak, değerlendirmek, kaymalarını önlemek için heba olmaktadır. Ama erozyon kaçınılmaz, zaman avcumuzun içinden, zemin ayağımızın altından kayıyor.
Enformasyon cihazlarından alışığız: Her uygulama işlem ve bellek hafızasından pay kapıyor, pek de akıllı olamadığını hissettiğimiz kapasitesi düşük cihazlarda çok fazla uygulamayı aynı anda çalıştıramadığımız, daha fazla müziği, metni, filmi hatırlatamadığımız için cihazı değiştirmek istiyoruz. Her sene sunulan yeni cihazları edinmek için elimize güçlükle geçen, Uruguay eski başkanı Mujica’nın şirin bir videosunda hatırlattığı gibi zaman ve emek karşılığında elde ettiğimiz parayı, gitgide artan miktarlarda harcıyoruz. Kapasitesi artan, zamana ve zemine daha fazla yayılmamızı, daha kontrollü hissetmemizi sağlayacak bu cihazlar, sanki bir çırpıda yetmemeye başlıyor, eskiyor, tıkanıyor ve kısa süreliğine bizi coşkunluğa ulaştıran teknolojinin nimetleri, bulutlara daha yakın bir noktada çöküntüye uğramamıza, türbülansa düşmemize sebep oluyor.
Gündelik hayatımızda seçtiğimiz iş, eş, uğraş, mahalle, vs. aynı bu uygulamalar gibi bizim işlem kapasitemizi ve belleğimizi kaplıyor, zamanımızı alıyor, zeminimizi dolduruyor. Tabii her kategoride öncelikle filizlenen hevesler, budanan dallar, çürüyen olasılıklar, ardından da eskilerinin gübrelerinden tekrar başlayan yaşam döngüleri bulunuyor. Ekseriyetle tek başımıza, tüm bu alanlarda önümüze çıkan sorunları çözmeye, işlemleri gerçekleştirmeye çalışıyoruz ve kimi zaman girdiğimiz çıkmazlara, yaşadığımız açmazlara rağmen yetmeye çalışıyoruz. Muhtemelen bugün, her zamankinden daha büyük oranda birbirlerinden kopuk, hatta birbirleriyle çelişik beklentiler içinde, değerler sunan, bırakalım tek bir insanı, pek çok klonumuz olsa bile yetişemeyeceğimiz, sapasağlam kalamayacağımız bir deneyim ve sorumluluk yoğunluğu içinde kendimizi çok daha kısa zamanda eskimiş enformasyon cihazları gibi hissediyoruz.
Zamanı ve zemini tamamen kaplayan, her yerde yoğun faaliyet gerektiren bugünün modern dünyasında, hele bir de geçmişten kalan kapalı veya açık sandıkların sayısı fazlaysa, iyice parça pinçik hayatlara sahip olan insanlar olarak, bizim Sisifos Kayamız parça sayısı muazzam boyutlara ulaşan bir yapbozdan ibaret. Belli aralıklarla soluklanıp, önümüzdeki yapboza eleştirel ya da çözümleyici türden bir göz atarak durum değerlendirmesi yapmamızı, okuduğumuz ya da yazdığımız metinler sağlıyor, bir nevi bizim programımızı yamıyor devşirdiğimiz yordamlar.
Mesela bu yazıyı yazmadan az önce okumayı tamamladığım Metis Yayınları’ndan Nedim Çatlı’nın çevirisiyle yayımlanmış olan Jonathan Crary’nin 7/24-Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu adlı çalışması, spesifik alıntılarla olmasa da yöntem olarak esinlendiğim bir çalışma oldu. Bu tarz kitapları okumayı, üniversite çağımdan beri, bugünün dünyasında yaşadıklarımı tanımlamak, doğru yaklaşımları saptamak için bol ilham ve söylem verdiğinden dolayı, hiç aksatmamaya çalışıyorum. Bir nevi yaşam kullanma kılavuzu (ah Perec!) olarak elimin altında bu tarz yapıtlardan oluşan bir koleksiyon barındırmaya çalışıyorum. Tükenen zamanda ve kayan zeminde üzerlerinde dengeyi bulamayacağımı bilmeme rağmen, hâlâ yenilen pehlivan hevesiyle okumaya, yazmaya ve yaşamaya devam ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder