18 Ocak 2019 Cuma

Kaybetmeye İddialaşmak



* Bu yazıyı bilgisayarımdaki dosyalar arasında buldum. YKY klasörünün içindeki Kitaplık klasörü içinde. Dosyanın oluşturma tarihi 6 Haziran 2002'ydi. Sanırım Paul Auster hakkında yazdığım ilk yazı bu. Hiç dokunmadan yayımlıyorum burada. O zaman Kitap-lık dergisinde yayımlanmış mıydı, hiç hatırlamıyorum. 


1969 yılı, Amerika Birleşik Devletleri’nin uzay yarışında Sovyetler Birliği’nin bir adım önüne geçtiği ve o adımla aya ayak bastığı yıl. Aynı anda, bütün bir Amerikan toplumunun hayal gücünde ve yaşamlarında önemli bir değişiklik olmuştur: televizyonlarından tarihi bir ana tanıklık eden milyonlarca insan, artık hayallerine ayın o boş yüzünü ve uzay yolculuklarını da ekleyeceklerdir.
Aynı yıl, neonlarla Ay Sarayı yazılı bir restoranın karşısındaki bir apartman dairesinde, anlatı tarihinin ilginç felsefi seçimlerinden biri gerçekleşir ve Columbia Üniversitesi’nde okuyan roman kahramanı, üniversiteyi bitirene kadar çalışmamayı seçip rahmetli amcasından kalan kolilerce kitabı okuyup satarak yaşamaya çalışır. Boş bir evdeki bütün mobilyalar bu kitap kolilerinden oluştuğundan, zaman ilerledikçe evi de boşalmaktadır. Paul Auster’ın kurguladığı bu roman kahramanının hayatla iddialaşması, Amerikan tarihi ve anlatısındaki pek çok iddialaşmadan biridir –Herman Merville’ın Amerikan yaşamının özü diye işaretlenen romanı Moby Dick’te Kaptan Ahab’ın iddialaşması kadar olmasa bile-. Bu iddia, Auster’ın pek çok romanında karşımıza çıkan bir iddiadır: Amerikan hayalinin zor ve acımasız yüzüne karşı, hayattaki her şeyi kaybedercesine, insanın kendisine gelmesini ve limitlerini bulmasını sağlayacak pek çok anlatı sunar Auster.
Kurmaca bile görünse, Son Şeyler Ülkesi içinde pek çok gerçek yan barındırmaktadır. İnsanların bir yıkım döneminde oldukları ve birbirleriyle mücadele ederek, sokaklardan önceki yaşamlarına ait nesneler toplayıp bunları yok pahasına satarak yaşamlarını sürdürebildikleri bu kurmaca ülkede yaşananlar, belli bir şiddet payının eksikliğine rağmen 20. yüzyılda pek çok coğrafyada yaşanmıştır: savaş ve afet dönemlerinde görülebildiği gibi, Amerikan tarihine damgasını vurmuş olan Büyük Buhran yıllarını da anlatıyor olabilir. Son Şeyler Ülkesinde adlı romanda anlatılanlarda topluca bir kaybetme öyküsü olarak okunabilir. –17 Ağustos depremine çok yakın bir zamanda bu romanı okumuştum ve inanın o sabah, gün doğumunda, gördüklerimle okuduklarım birbirine karışmış bir haldeydi. Bir yıkım ertesinde henüz kurulmamış düzenle insanların ne yapacaklarını şaşırmış bir halde çoğunlukla boşa gidecek çabalarla hareket ettiği o ilk saatlerde sanki biz de Son Şeyler Ülkesinde idik.– 
Auster, Brooklyn’den çıkan, Columbia Üniversitesi’nde eğitim görmüş, sadece roman yazmakla yetinmeyip filmler de çeken bir romancı. Ülkemizde de neredeyse bütün anlatıları yayınlandı, filmleri gösterildi. Şu aralar yeni romanı Yanılsamalar Kitabı’nı beklemekteyiz. Muhtemelen yine Amerikan Rüyası’nın yerine, ortalama bir Amerikalı’nın yaşam karşısındaki iddialaşmasını ve olasılıklar tahtıravallisinde kaybetme olasılığınını ağır basmasını anlatacak bize, çünkü neredeyse bütün romanlarında yaptığı bu: sıradan insanların hayat karşısında hırslarıyla değil, şanslarıyla da yaşadıklarını anlatmak.
Amerika’yı ve Amerikan insanının Auster’ın romanlarından okuduğumuzda, karşımıza hiç de öyle şaşaalı hayatlar, büyük başarı öyküleri, pırıltılı dünyalar çıkmıyor; tersine daha çok Amerikan mitlerine dönük, boş çöllerde kendisini arayan insanlar, orta sınıf aile yaşamları, ucuz polisiyelere benzer takipler ve mutlaka hayatla girişilen bir iddialaşma ve bu iddiaların sıklıkla kaybedilmesi. Son zamanlarda pek sevilmese bile söylemek durumundayız: Auster Kaybedenlerin, gönüllü olarak Kaybetmeyi seçenlerin romanlarını yazıyor. Koşullar karşısında rasyonel kararlar verip, hayata ne olursa olsun devam eden insanları anlatmıyor; hayatlarında başlarına gelmiş olayları, trajedileri, rastlantıları uzun uzun düşünüp, onlar sayesinde kendilerine yeni anlamlar veren Yeni Dünya’nın insanlarını anlatıyor. Gecenin bir yarısında çalan telefonların, 4 Temmuz’da yangın merdiveninden düşmenin, kumarda kaybedip varoluşsal bir duvar örmenin Auster romanlarında, çoğumuza kalsa önemsiz ya da göze çarpmayan olayların, sürükleyici bir iddialaşmaya ve yaşamı tekrar düşünüp yeni eylemler yapmaya sürükleyen anlatılara açılabilmesi mümkündür.
Amerikan Rüyası’nı içinden yaşayanlar, yüzyılllardır kendilerini gerçekleştirmek için bilinmeyen topraklara açılan insanların öykülerini çok daha iyi biliyor olmalılar. Bizim için, uzaklarda hem büyülü hem de lanetli bir cerahat gibi gözüken bu devlet, zenginliği ve savaşlarıyla öne çıksa da, bir zamanlar bilinmeyen bir yerdi. Eski Dünya’dan giden insanlar tarafından, sil baştan edilerek yeniden inşa edildi. Her bir yerleşimcinin kendisiyle, doğayla, önceki yerleşik düzenlerle mücadelesinin söz konusu olduğu öyküleri olmuştur. Amerikan romanı da çoğunlukla bu tekin olmayan öyküler üzerine kurulmuştur. Auster da, bu tekin olmayan öykülerden sıcak varoluşsal romanlar ortaya çıkarır; insanların hayatlarındaki olaylar karşısında kendilerini sorguladıkları ve kim olduklarını da kaybedercesine olayların peşinden koştukları, yerleşik yaşamlarını umursamadıkları bir dünyadan anlatılar sunar bize.
Şimdi, yeni bir kaybetme romanı bekliyoruz Auster’dan; bir uçak kazasında ailesini kaybeden bir yazarın, ortalardan kaybolmuş bir sessiz film oyuncusunun hayatını yazıp yayımlamasıyla başlayan bir anlatı içeren Le Livre de Illusions -Yanılsamalar Kitabı-, ilk olarak Actes-Sud yayınlarından Fransızca olarak yayımlandı. Timbuktu’dan sonra, kitapla ilgili ilk izlenimlere bakılırsa,  en başarılı romanlarından birini yazmış Auster. Amerikan yapımı bir sessiz film dünyasının da içine dalan bu anlatıyı beklemeye başladık şimdiden; belki bu roman da bizim hayatımızı değiştirip, varoluşumuzla yeni bir mücadeleye girmemize yol açacak roman olacaktır, bilinmez.

Hiç yorum yok: