Gecenin bir vakti, muhtemelen huzur dolu bir uyu sürerken, yer kıpırdanmaya başlar, gittikçe şiddetlenen sarsıntı uyandırır, güven yuvası evin üzerine yıkılmadığına dua edersin, eğer gerçekten şanslıysan. Daha önceden televizyonda başka şehirlerdeki yıkımını görmüşsündür, acırken bile kendine kondurmakta zorlanırsın. Ta ki, senin şehrini, kasabanı, köyünü de vurana kadar. Dünyanın kendi ritminde, insanları hiç kaale almadan yarattığı sarsıntılar, insanların binbir emekle kurdukları düzenleri paramparça edercesine etkiler; ta ki yeniden kurana kadar, belki de binlerce bina eksik, binlerce can kaybolmuş...
2009 Nisan ayında, eski kıta Avrupa'nın görece genç toprakları İtalya'da 6,3 şiddetindeki bir deprem, l'Aquila kasabası başta olmak üzere, binlerce binayı bir daha oturulamaz hale getirdi. İlk günün bilançosu, 150'nin üzerinde ölü, 1500'ün üzerinde yaralı, 50.000'in üzerinde evsiz. Henüz bu satırları yazdığımda artçı sarsıntılar devam ediyordu. İddia odur ki Etna Yanardağı'ndaki faaliyetler ile, bu depremlerin bir bağlantısı vardır. Aynı gün Endonezya'da bir uçak da düşünce, dünyanın hareketlerinin külliyen insanoğlunun hareketlerine müdahalesini daha iyi görebildik. Biz insanlar, sadece bu dünya üzerindeki varlıklardan biriyken, ne kadar da yanlış yere gurur yapmışız uygarlığımızdan, yine anladık.
Yine de umutsuzluğa kapılmaya hiç gerek yok. Hatta olup bitenleri değerlendirdiğimizde, insanoğlunun ölümlülüğüne rağmen kazançlarını görebiliriz: Enkaz altında kalanlara yardım eden ekiplerden, o güne kadar sahip olduklarını yitirenlere yardım edenlere; evleri yıkılmayanların duruşlarından, acı dolu insanların metanetine kadar insanın gücüyle ilgili pek çok fikir edinebiliriz İtalya'daki bu depremden. Benim ulaştığım en önemli yargı, depremin dünyanın sonu olmadığı ve insanların mümkün mertebe bu depremi olağan karşılamaları. Yoğun olarak etkilenmeyen pek çok insanın arka planda düzgün bir biçimde hayatlarına devam ettikleri görülüyor bu fotoğraflardan. Aynı şekilde yardım mekanizmalarının da hızla işletildiği anlaşılıyor. Kaos söz konusu değil, mümkün olduğunca düzenli bir şekilde sorunlarla başa çıkılıyor anlaşılan. Yıkım tahmin edilmeyen bir boyutta olabilir, ama metanetle yıkımın karşısına geçiliyor anlaşılan.
1999 Ağustos'unda Yalova'daydım, öncesinde ne Erzincan'daydım ne de Adana'da, sonra Düzce'de de değildim. Büyük bir depremin şokunu yaşadım, yıkımı gördüm, tepkiyi algılamaya çalıştım. O zaman profesyonellik yoktu ortada, kim elini atarsa o yardım ediyordu. İnsanlar büyük ölçüde panik yaşadı, yıkıma maruz kalanlar doğal olarak, ama yardım mekanizmalarının da iyi işletildiğini kimse iddia edemez. Sonrasında elbette AKUT ve benzeri mekanizmalar belli standartlar getirdi, ama ne kadar yeter hala tartışılır. Profesyonel yardımları, şahsen çok analiz edemem; ama sıradan insanın tepkilerini İtalya depremiyle karşılaştırdığımda, Türkiye'deki depremlerin sıradışılığının daha çok vurgulandığını görüyorum. İtalya'dan aldığım ders şu olacak: Eğer ben etkilenmediysem depremden ve profesyonel yardım mekanizmalarında yer almıyorsam, hayatımı normal olarak sürdürmeye gayret etmeliyim; bahane haline getirmemeli, dünyanın sonu geldi psikolojisine girmemeliyim. Doğanın ve dünyanın güçlerinin farkında olarak yaşamalıyım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder