28 Kasım 2008 Cuma

Mumbai - 26 Kasım 2008

26 Kasım 2008 tarihi küresel Tarihimizin önemli tarihlerinden biri olabilir, birkaç muhtemel sebeple:

Tac Mahal Oteli en önemli saldırının yapıldığı bina

1. Terör tarihi açısından: Hindistan'ın Mumbai metropolünde (eski Bombay) gerçekleştirilen ve henüz üzerinden iki gün geçmesine rağmen sonuçlanmayan terör saldırıları, çapı, organizasyonu, süresi ve iletişimi açısından bugüne kadar gerçekleştirilen en etkili saldırılardan biri olarak kabul edilebilir. Başlangıçta 10 farklı noktada başlatılan bombalama ve tarama eylemleri, teröristlerin belli noktalarda sıkışmasıyla üç-dört binada iki gündür sürmekte. Mumbai'nin turistik merkezinde, en gösterişli iki otelini kapsayarak gerçekleştirilen bu terör saldırısına katılanlar hem gidecekleri yerleri iyi analiz etmiş, gerektiğinde planları elde ederek derslerini çalışmış, hem de uydu telefonları vasıtasıyla birbirleriyle ve üstleriyle sağlıklı iletişim kurmuşlar. Amerikan filmlerinin bile belki de hayal edemeyeceği bir senaryo ortaya çıkmış oldu sonucunda. Şu anda 143 ölü, 300'ün üstünde yaralı var. 9 terörist öldürülmüş, 1'i yakalanmış ve olayların üzerinden 42 saat geçmiş olmasına rağmen hala Nariman Binası ve Tac Oteli'nde teröristler bulunuyor.

Saldırıların yoğunlaştığı Nariman Bölgesi.

2. İletişim tarihi açısından:
Terör saldırılarının, hele örgütlü olanlarının, en önemli özelliklerinden biri medya tarafından iyi yansıtılabilmeleri için prime-time'dan biraz önce gerçekleştirilmeleridir. Böylece mesajlarını daha iyi verebilmek için daha iyi raiting alırlar terör örgütleri: Tüm televizyon kanalları özel haberler geçer, ertesi günkü gazetelere yetişebilirler. Mumbai saldırıları terör saldırısının medya yayını açısından özel bir durum yarattı: Internet yayıncılığı ve blog siteleri mainstream medyanın, büyük kanalların ve deneyimli gazetecilerin yapamadığı bir düzeyde haberalmayı sağladı. Twitter adlı sitede her dakika onlarca girdi gerçekleştirilerek konuyla ilgili her bilgi sitenin takipçilerine ulaştırıldı, kimi zaman olayların bulunduğu yerlerdeki insanlardan geliyordu bu bilgiler. İnternette bulunan tüm bilgilerin linkleri veriliyor, yaralı ve ölülerin listelerinin dosyaları sunuluyor, hastanelerde ortaya çıkan acil kan ihtiyaçları duyuruluyordu. Flickr fotoğraf sitesinde olayla ilgili çekilen fotoğraflar hemen dolaşıma sokuluyor ve insanların olayın farklı boyutlarını anlaması sağlanıyordu. Google Map'te düzenlenen bir haritayla olayların nerede geçtiğini öğrenmek, wikipedia sayfasında da neler olduğunu anlamak mümkündü. İnternette sürgiden bu tempo CNN, BBC, Time gibi küresel medya devlerinin bile haber yapmaktan kaçınamadığı bir olguydu. Üzerinde çok tartışılacak bu olgu, Irak Savaşı'ndaki embedded medyadan çok daha demokratik bir medyanın ortaya çıkabileceğini gösterdi: Citizen Media.

Makineli tüfeklerle taranan halkın geride bıraktıkları

3. Dünya tarihi açısından:
Olayın ayrıntılarını bilmiyoruz, bu nedenle nerelere açılacağını ancak tahmin edebiliriz. Hindistan-Pakistan arasında yıllardır yaşanan gerginliklere yeni bir halka ekleyecekse, korkutucu olan her iki ülkenin de nükleer güç olması ve savaşmaktan kaçınmaması. Eğer İslami terör ama El Kaide mantığında ise, küresel güvenlik yine delinmiş olacak ve buradan anlayacağız ki her an herhangi bir metropolde böylesi bir saldırıyla karşılaşmak mümkün olacak, 1984 distopyasında olduğu gibi. Hangi senaryo gerçek olursa olsun, İsrail, Amerikan ve İngiliz binaları ve vatandaşlarına saldırıymış gibi gösterilen Mumbai olayları, dünya tarihinde önemli bir etki bırakacaktır. Savaş olasılığını düşünmek istemeyiz, ama kim kime yapmış olursa olsun, misillime gerçekleşeceği için muhtemelen Pakistan daha da karışacaktır. Şu aralar yapılan bir açıklamaya göre Pakistan güvenlik güçlerinden de yardım istenmiş, dolayısıyla işbirliği yaratma olasılığı da var.

Saldırılardan biri de Mumbai'nin en gözde kafesi Leopold Cafe'ye yapıldı.

4. Türkiye açısından: Aynı tas aynı hamam. Televizyon yayınlarını izlemiyorum, ama bu sabah uyanınca gazetelerin internet sayfalarına baktım. Milliyet ve Hürriyet sadece Türk rehine avukat hanımın akıbetiyle ilgilenen birer haber bırakırken ana sayfalarına, Radikal ve Zaman biraz daha ayrıntılı ama ilk beşe bile girmeyen haberler hazırlamış. Belki dünkü yayınları daha iyidir, ya da birazdan gidip alacağım basılı nüshaları daha doyurucudur, ama sanmıyorum. Dünyaya bakışı çarpık, aşırı milliyetçi olan gazeteci zihniyeti haberi ve bilgiyi böyle öldürür işte: Olayda Türk varsa önemlidir, ama yoksa boşver, birkaç satır yeter. Nükleer bir savaş söz konusu olursa bir gün, Türkler yapmayacak o savaşı muhtemelen, ama inanın bu ülke tamamen etkilenecektir. Küresel bir algılamaya ulaşmayacaksa bugünün gazeteleri, gazetecileri tabii ki hâlâ aynı ülke koşullarında yaşamaya devam ederiz. Siz hâlâ Sertab Hanım'ın kalınbağırsağıyla uğraşın Aysun Hanım.

26 Kasım 2008 Çarşamba

Chinese Democracy

Ben dağıldı diye kabul ediyordum. Hele diğer elemanlar Contraband'ı kurduklarında, artık anılarda albümler nostaljisinden başka bir beklentim kalmamıştı. Derken konsere geldi Axl ve saz arkadaşları, ilk seferinde ıskaladığımı arkadaşlarım sağolsun ıskalatmadılar, izlerken keyif aldım Kuruçeşme'de. Müzikal değerinin ötesinde, hakikaten gençliğimi hatırlatan nostalji o geceki deneyimime vurgusunu yapmıştı. Bir zamanlar tutkulu bir şekilde Apetite for Destruction, GNR Lies ve Use Your Illusion albümlerinin kasetlerini kapağı kırık bir walkmende günlerce dinlediğimi hatırlıyorum da, 1991 yılında, müziğin bence en yakışıklı yılında dinlemeye başladığım grupların arasında özel bir yeri vardı Guns'N'Roses'in. Sweet Child O' Mine parçasını her duyduğumda ezberden eşlik ettim yıllarca. Yanlış hatırlamıyorsam İzmit'te konuk olduğum ilk radyo programında Guns'N'Roses'in hikâyesini anlatarak ilk medya tecrübelerimden birini yaşamıştım (Mecmua-i Çığlık yılları, bir gün anlatırım bilmeyenlere).

Şimdi yeniden bir GNR albümüyle kulak kulağayayız. Önce Death Magnetic ile Metallica 1991'e geri dönüyoruz izlenimi vermişti, Chinese Democracy bu izlenimi vurgulamış oldu. Dün akşam dostum Okay'ın mp3çalarından bilgisayarıma akan dosyaları dinliyorum hâlâ. İlk gaz geçtikten sonra, bu aralar sıklıkla denileceği gibi, ne eski GNR ile karşılaştırarak dinlenmeli bu albüm, ne de geçen 15 seneye ve harcanan milyonlarca dolara değmez diye düşünmeli. Olması hiç olmamasından daha iyidir, beklentiler ne kadar büyük olursa olsun, kulaklarımızda Chinese Democracy.



15 sene boyunca bu albüm üzerinde çalışan her müzisyenin ve teknisyenin adları zikrediliyor albüm kitapçığında. Yer yer altı-yedi gitariste çıkıyor parçalarda çalanlar. Pek çok parça çok uzun zamandır internet sızıntıları ve konser dinletilerinden biliniyordu zaten. Brian May, Izzy Stradlin, Sebastian Bach gibi Axl evreninin kanıksanmış konukları da parçalarda yer alıyor. İki sene önce Kuruçeşme Arena'da yaşadığım nostaljik heyecanı bu albümü dinlerken de yaşıyorum, ama farkındayım ki bu parçalar başka, Axl aynı.

Belki ileride daha detaylı bir analizini yazarım Chinese Democracy'nin. İlk heyecan sadece varlığıyla ilgiliydi. Yeniden 1991'e döndüysek, Life on Mars hesabı, o zaman üç sene sonra yeniden Mecmua-i Çığlık'la geri geleceğim demektir...

25 Kasım 2008 Salı

Kum Koleksiyonu

Masanın üzerinde duruyor kitap. Italo Calvino yazmış, Kemal Atakay çevirmiş, YKY yayımlamış. Yazarının dilinde adı Collezione di Sabbia imiş. Hemen başlarındaki bir nota göre, "Kum Koleksiyonu'nun ilk basımı (Ekim 1984)" tarihliymiş, bu baskı 2002 tarihli bir baskıdan çevrilmiş. Yayımlanma yılı 2008. Ne şanslıyız ki YKY'nin Calvino basma serüveni külliyata doğru. Bir yayınevinin bir yazarın külliyatını basma çabası belki de bir yayınevinin yapabileceği en doğru işlerden biridir.

Didem Nur Güngören'in blogunun adı da Kum Koleksiyonu imiş. Önce kendisinden öğrendim, sonra gittim baktım, gözlerimden de öğrendim. Calvino bağlantısını saklamıyor, ilk satırlarda deşifre ediyor. Hem niye saklasın ki? Sevdiğimiz insanlardan esinlenmek ya da (ç)almak, aslında gurur vericidir, utanç değil. Blogu detaylı inceleme, yazılarını okuma fırsatı bulamadan, hemen kendi bloguma kaçtım. Kaçmadan önce son baktığım Apartman Yazıları'ydı. Bir zamanlar birlikte, üç-beş kişi, çıkarmaya çabaladığımız, sonra da canımız çıkınca vazgeçtiğimiz bir dergi projesine katkılarını bu başlığın altında etiketlemiş Didem. Günün birinde ben de bu başlığı burada açabilirim belki. Yazdıklarımın nerelere savrulduğunu bir bilsem, gider kulaklarından tutarak getirirdim buraya.

Ama önce buranın ne olduğunu, benim apartman dairem olup olamayacağını anlamam gerek. Yerleştikten sonra karar verenlerdenim ben, keşke öncekilerden olsaydım.

22 Kasım 2008 Cumartesi

Lodos Fırtınası

Yok aslında aklımda somut bir mesele yazmak için. Bir oyuncağı deneyen çocuk gibiyim şu anda. Ahkâmımı sunabilmek için, kendi kendime oynadığım oyuna başkalarını da davet edebilmek için, sanırım prova alıyorum. Bir süre böyle gider bu. Eğer gerekli çabayı gösterirsem.

Denemelerle geçecek bir ömür. Sınavlar gerçek değil. Boşa atılan kulaçlar... Boşlukta atılan... Doğrudur, bazıları ömrünü yok yere laboratuvar faresi biçiminde yaşıyor. Ben hangi bazılarına dahil olduğumu bilmiyorum. Soruları çıkartabilirim ama cevaplarını hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğimi biliyorum. Emin olmanın gafletine düşmekten korkuyorum.

Okumanın hayatın amacı olması mümkün mü? Ben seçersem olur. Seçtiğimi niye seçtiğimi açıklamak zorunda değilim. Seçtiğimi seçmek zorunda değildim, ama seçtim işte. Bir başkası, seçtiğimin yanlış olduğunu iddia edebilir, ama bu, ancak, onun kendi bulunduğu yerden görebildiği kadarıyla yaptığı bir ahkâmdır. Ne o haklıdır, ne de ben; ama ben kendim için seçtiğimi kimseye karşı savunmak zorunda değilim. Dolayısıyla okumayı seçmişsem, hayatın amacı olarak, o hayatın amacıdır, diğer kişilerin amaçları o kişilerin amaçlarıdır.

Yine de, seçmiş olsam bile, derim ki hayat benim istediğimin ötesindedir. Ben ne kadar kendi isteklerim doğrultusunda ilerlemeye çalışırsam çalışayım, bir de başkalarının tek tek ve toplam olarak oluşturduğu bir kısmı daha var hayatın ve o kısımdır işte benim istediğimin ötesinde olan. Eğer hayat ben olsaydım sadece, işte o zaman hayatın amacı okumak olabilirdi, ama ben değilim sadece hayat. Yine de benim hayatımın amacı okumak olabilir. Benim amacım kimseyi ilgilendirmez, benden başka.

Yerden, gelişine... Zihnin içinde ifade ararken, lodos fırtınasında bunlar uçuştu, denerken. Denemeye devam etmeli, belki de deneme yoğunluğunu artırmalı. Cümlelerin içinde bulunduğu saklambaç halleri yorucu olabiliyor. Bu cümlelerden okuduğunuzu anlamayın lütfen. Yanlış oldu, bu cümlelere illa ki bir anlam çıkarmak için yaklaşmayın lütfen. Elzem değil okumak bunları, size pratikte katacağı şey de, muhtemelen hiçbir şey. Bu nedenle, bırakın rüzgâr geçip gitsin üzerinizden, daha şiddetlenmiş değilken.