William Styron
Amerikan edebiyatının 20. yüzyıla damgasını vurmuş en önemli isimlerinden biri olmasına rağmen dilimizde çok az yapıtı, o da yarım yamalak yayımlanmıştı William Styron'un: Tomris Uyar çevirisiyle depresyon güncesi Karanlık Gözükünce sahaflarda bulunabilir, zamanında öz-sansür işlemleriyle kuşa döndürülmüş Suveren kardeşler tarafından çevrilen ilk Sophie'nin Seçimi versiyonuna, şimdi Kerem Sanatel tarafından gerçekleştirilen gayet başarılı ve cüretkâr çevirisi Doğan Kitap’tan yayımlandığından, hiç bakmamalı bile.
Amerikan edebiyatı açısından Norman Mailer, Philip Roth, Saul Bellow, Bernard Malamud gibi isimlerle birlikte anılan, 20. yüzyılın ikinci yarısının erkeksi, dilini sansürlemeyen, tartışmalı konulara girmekten ve pot kırmaktan çekinmeden kallavi romanlar yazanlarından biri William Styron. Yazarın gem vurulamayan diline ve hassas insanları tedirgin edecek cüretkârlığına Sophie’nin Seçimi iyi bir örnek; ama daha tartışmalı bir romanı Amerikan köleliğini işlediği The Confessions of Nat Turner, hâlâ çevrilmeyi bekliyor: Siyahların yurttaşlık hakları mücadelesinin en civcivli olduğu dönemde, 1967’de yayımlanan bu roman ilk köle isyanlarından birinin öyküsü; her ne kadar James Baldwin ve Ralph Ellison gibi siyahi yazarların desteğini alsa da, hem beyazlar hem de siyahlar tarafından tepkilerle karşılanmıştı.
Sophie’nin Seçimi Styron’un ustalık yapıtı ve yazdığı son roman, ABD’de 1979’da yayımlanır. Romanda Styron, romanın anlatıcısı Stingo lakaplı genç yazar adayı karakterinde bir bakıma kendisini ele almış ve Stingo hakkında yazdığı her şey doğrudan Styron’un hayatını anımsatır, Nat Turner referansları dahil. II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında, 1947’de yaşanır olaylar ama roman 1979’a doğru kaleme alındığından pek çok detayı tarihsel değişikliklerle bize aktaran bir bilinç de söz konusudur. Bir zamanlar neler yaşandığını ve düşünüldüğünü hatırlarken anlatıcı açıklamalar da yapar, düzeltmeler de getirir. On altı bölümlük romanın pek çok bölümü bağımsız roman olabilecek boyutta ve adeta William Styron’un Amerikan edebiyatındaki komşularına nazire olarak yazılmış. Parodisini yaptığı ya da göndermede bulunduğu yazarlardan benim yakalayabildiklerim arasında Truman Capote, Philip Roth, Thomas Wolfe, James Baldwin gibileri bulunuyor. Ayrıca Freud’dan başlayan ve bir romanda görmeye pek alışık olmadığımız çok kapsamlı bir psikanaliz dökümü de mevcut.
Romanın en başında New York’ta bir yayınevindeki çalışma hayatının bağnazlığına ve sıkıcılığına uyamaması nedeniyle kovulan güneyli Stingo’nun Manhattan’dan çoğunlukla Yahudilerin yaşadığı Brooklyn’e geçerek ilk romanını yazmak için yalnız insanların kaldığı bir pansiyona yerleşmesini okuruz. Yazar adayı genç adam tüm roman boyunca bir benzerinin, dengesiz de olsa yüksek enerjili Yahudi dehası Nathan’ın, pansiyondaki komşusu güzeller güzeli Polonyalı Sophie’yle tutkulu ve fırtınalı bir ilişki sürdüren o cazip adamın yerine geçmeye çalışır ama talih bu iki adamı farklı yönlere götürecek, Stingo hayatı yaşamak yerine daha çok hayatı iyisiyle ve kötüsüyle yaşayanların anlattıklarının kaydını tutan biri olabilecektir.
Ama bu hayat ne hayattır: Sophie Avrupa’yı kasıp kavuran Nazi çılgınlığına kapılmış, soykırım kapsamında insanların imhasının sistematik olarak gerçekleştirildiği kamplarda –üstelik Yahudi değil yüksek Alman kültürü almış bir Katolik olmasına rağmen– mahkûm olmuş, tüm ailesini kaybetmiş güzel bir kadın olarak, hayatını artık Amerikan hafifliğinde yaşamak isterken bir anda dünyanın en cazip âşığıyla en sert sorgucusu arasında gidip gelen, ruh hali durmadan değişen bir adam olan Nathan’a tutulmuştur. Stingo için yazılacak romanlar ve sevilecek kadınlar vardır ama sadece arkadaşlarının, çılgınlığın pençesindeki Nathan’ın ve Avrupa’nın yıkımında bambaşka bir hayatı geride bırakan Sophie’nin marazî ilişkisinin tanıklığını yapacaktır.
Styron’un yazdığı bir New York romanıdır ama aynı zamanda bir soykırım romanıdır da. Bir yazarın yazma mücadelesini de barındırır, bir yeniyetmenin fantezilerle dolu aşk arayışını da. Amerika’nın damarlarındaki ırk ilişkilerini de irdeler, Avrupa’nın bağrında ortaya çıkmış Nazi canavarlığını da. Avrupa’da olanların Amerika’da da olabileceğini gösterir sanki. Siyahlar, Güneyliler, Yahudiler, Kadınlar, Katolikler, Naziler hakkındaki tüm önyargılar, nefretler, küçümsemeler karakterlerin farklı ruh halleriyle dile getirdikleri bölümlerde büyük bir iştahla canlanır ama kısa sürede yazarın maharetiyle okurun dimağında eriyip gider. Styron’un romanı kolay lokma değildir, her okurun midesi kaldırmayabilir. Ahlakçı tüm yaklaşımları tepetaklak eder, basit bir drama şeklinde insanlık suçlarını vermek yerine dobra diliyle karakterlerinin bilinçlerinin neredeyse psikanalizini yapar, tüm karmaşık yapısıyla ortaya koymaya çalışır. Üstelik her yeni bölümle bambaşka hakikatleri ortaya çıkararak okurun o ana kadar düşündüğü her şeyi buruşturup çöpe atmasını sağlar: Okurun gözünde sadece bu açıdan bile yazdığı roman çok büyük bir yapıt, kendisi de çok mahir bir yazar olacaktır. Sophie’nin seçimi literatürde çok basit bir ikileme indirgenir ama bana kalırsa mesele sadece Sophie’nin seçimi değildir, insanın kurban kılındığında bile yaşayıp yaşayamayacağıdır: Felaketten sonra yaşanabilir mi?
[Ağustos 2019]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder