Son yıllarda üzüntülü ve telaşlı zamanlarda bile çalışmaya devam ettim. Çok değişik konulardaki kitapları arka arkaya ya da aynı anda yayına hazırlamak durumunda kaldım. Çeşitli yazılar veya söyleşiler için değişik ve zorlu kitapları okumaya çalıştım. Gündelik hayatımı ve ailemle, eşimle ilişkilerimi ihmal etmeden, yetebildiklerime yetmeye uğraştım. Uzun süre boyunca bu ve benzeri mecralarda eskisi kadar ses çıkartamaz olmam, tüm bunlara zar zor yetebilmemden kaynaklanıyordu. Babamın vefatını, dünyanın hastalığını, çevre felaketlerini, beklenmedik afetleri, idarenin saçmalıklarını, ekonominin zorluklarını, bildiğimiz dünyanın külliyen değersizleşmesini yaşarken aynı zamanda onlarca farklı konuda, farklı orijinal dilden çevrilmiş, farklı yazarın kitabını yayına hazırlamaya devam ettim. Durmaksızın ağır konular veya ağır üsluplarla boğuşmak durumunda kaldığım söylenebilir: Franz Kafka'dan Hermann Broch'a, Virginia Woolf'tan John Berger'a, Joseph O'Connor'dan Colm Tóibin'e, Fernando Aramburu'dan Pascal Mercier'e, Alessandro Baricco'dan Tahar Ben Jelloun'a bir sürü çağdaş edebiyatçının metnini yayına hazırlama hedefiyle okudum son iki yılda, Bilim Kurgu ve İntihar'dan Zulmün Tarihi'ne çok iç açıcı olmayan konulardaki zorlayıcı metinler de cabası. Tüm bunları zaman zaman psikolojik patlamalar eşliğinde katettim, diyebilirim. Hem gündelik hayatın hem de önümdeki metinlerin yoğunluklarına dayanmakta sık sık zorlandım ama bir biçimde her seferinde ucuna dokunabilmişimdir, birkaç istisna hariç. Her şeye rağmen hiçbir zaman metin okumakta ve anlamakta pek zorlanmadığımı, en buhranlı zamanlarımda bile bir süre zihnimi boşaltınca, keyfimi toplayınca metinlerle uğraşabildiğimi gördüm.
İşte covidin son deliği burada ortaya çıktı. İki yıl boyunca bir biçimde uzak durmuşken Mart sonu, Nisan başı resmi olarak yakalandım ben de. Bedensel olarak, mahut çarpıntı krizlerimden birine biraz uzun süreyle maruz kalmamdan dolayı acile gitmem haricinde, çok da mühim bir sıkıntı çekmedim. Ama zihinsel olarak, belki de ilk defa, o dönemde okuduğum metinleri anlamlandırma konusunda müthiş zorlandım. Tam o dönemde yayına hazırlamakla yükümlü olduğum Hermann Broch projesinden ayrılmıştım ve ölümle çok ilgili bir John Banville romanı yayına hazırlıyordum. Tesadüfen Ionesco'nun Yalnız Adam'ı ve Barış Bıçakçı'nın sürekli anlatı odağının değiştiği ilk romanı Herkes Herkesle Dostmuş Gibi'yi okuyordum kişisel tercihlerim kapsamında. Muhtemelen zihnimin aşırı yorgunluğu ve covidin ateşli etkisinin de katkısıyla Banville'e, Ionesco'ya, Bıçakçı'ya öfkelendim: Neden basit yazmıyorlar, neden durmadan bilinç akışları, depresif felsefi cümleler, durmadan değişen karakterler ve olaylar yazıyorlar diye. Son aylarda, özellikle savaş da başlayınca, bir-iki kere aşırı üzüntülü haberleri duymama isteğinden kaynaklanan sinirsel patlamalar da yaşamıştım. Ama zihnimin kapasitesini yitirdiğini, bırakın karmaşık metinleri okumayı basit metinleri okumak isteğimin bile kalmadığını sanırım ilk defa yaşadım. Sanırım biraz da korktum bu durumdan.
Sonra geçti. Ama son yılların koşturmacasını, durmaksızın yayına hazırladıklarımı, yazmak isteyip sadece karalamakta, defterlerimi ve kâğıtlarımı şişirmekte kaldığımı uzun uzadıya düşünmeme sebep oldu. Hayatın kısalığını ve aniden kapasitemizin kaybolacağını çok daha iyi anladım. Dolayısıyla anahtarı çevirdim ve editörlük motorunu şimdilik kapattım. Asıl hedefim olan yazmaya odaklanmaya niyetliyim yine. Bunun için de blogu tekrar canlandırmaya karar verdim. Yazmak iyi gelecektir umarım. Tekrar melekelerimin sağlamlığına itimat ettiğimde editörlüğe de dönerim herhalde. Ama şimdilik sadece kendim için okumak ve yazmak istiyorum.
Hamiş: Bazen kendime söz veriyorum, artık kırtasiye malzemesi almama ihtiyacım yok, çok fazla defterim, kâğıdım, mürekkebim, kalemim var diyorum, üç gün geçmeden yeni bir defter ve mürekkep alıp getirmiş buluyorum kendimi; dolayısıyla benim açımdan bu tarz tövbe sözlerini tutmak zor olabilir, ama bu sefer direnmek, kendimi tam anlamıyla bir yazara dönüştürmek istiyorum.