İsteksizlik Vakfı... Bu zamanda pek çoğumuzun üyesi olacağını düşündüğüm bir sivilce toplum kuruluşu... Dil oyunlarına dayanan edebiyatın kaçış edebiyatı olduğu görüşünü iddia eden bir yazının başlığının gözüme yakın zamanda iliştiğini hatırlıyorum. Peki kaçmayıp ne yapacağız? Kara kodların dosyamıza işlenmesini, teşkilat robotlarının peşimize düşmesini, olmadı dünyanın başımıza yıkılması oyununda işbirliği yapan örgütlerin çukurlarında, bodrumlarında kıstırılmayı mı tercih edeceğiz?
Buhranın zebanileri olarak ortada dolaşanlara denk geldiğimde içimdeki nefesin zehirlendiğini hissediyorum. Ağır ağır deliriyorum diyemeyeceğim, Foucault'dan beri delirmek yok. Pek çok delilik hali yerini ruhsal acılara ve akıl hastalıklarına bıraktı. Hastalara sempati yok artık. Bu yolda hastalanan haindir.
Her köşeden bir hain kafasını çıkartıyor. Komşu ülkede dört-beş senedir savaşanların amacı bu ülkeyi bölmek hep. Biz bilmiyoruz sanmasınlar. Bu ülkeden o ülkeye gönderilenler işte bu ülkeyi savunmak için. O ülkenin o hain yönetimi yönetim değil, gitmeli o yönetim. Benim yönetimimin gitmesi teklif dahi edilemez. O yönetim gitsin, orayı da ben yönetirim. Orası da bölünmesin diye ötesindeki ülkeye musallat olurum böylece. Peki ben kimim? Bir oyuncu muyum sahnede, bir ittifak mıyım?
Kan duyurusu. Bir operasyon anında takviye kana mı ihtiyaç var? Bir kaza mı oldu? Periyodik kan (ya da trombosit veya kanda yer alan, adı başka başka olan şeyler) değişimi mi gerekiyor? Belki de popüler kültür figürü (meczupumsu) bir mafya babasının kan banyosu fantezileri için verilmiştir duyuru: AB rh+ hain aydın kanı aranıyor. İki yüz hain akademisyenden kaç ünite kan çıkar, bu kanlarla kaç kişi banyo yapar, bir havuz kaç zamanda dolar, havuzdan başka kimler nemalanır?
Pek alışık olmadığım bir madde çıkıyor içimden yazdıkça. Kötülük plazması kara mizah biçiminde kâğıtlara akıyor. Bu kötülük plazmasını yayınlarıyla bünyeme aktaran mekanizmaları hayatımdan, yaşam alanımdan uzaklaştırmam gerekir belki de. Zehirli toplum iflah olmaz. Kaçış edebiyatında nereye kaçıyoruz? Devekuşu kaçışı eninde sonunda.
Melun enformasyon cihazı iplerimi çekiyor durmadan. Sinyal gönderiyor: Oyununu oynamayı unutma. Oyununda yapman gereken hamleler var. Durmadan oyun oyna sen. Bu oyun yetmez bak bir de o oyun var. Oyunlarla boğulanlardan biri olacaksın bu gidişle. Bu kitabı da oku, bu kahveyi de iç, bu ödemeyi de yap. Herkes herkesi utanmazca, arlanmazca kendisine çağırıyor. Reklamlar'da inecek var. Reklamlar Deliler'den sonra geliyor.
Delilik sertifikası için başvurdum, sosyo-ekonomik durumum müsait değil diye başvurumu kabul etmediler. Hem 22. Madde'ye de bakmışlar, ancak başkasının başvurusuyla delilik sertifikasını bana verebilirlermiş, benim kendim için başvuru hakkım yokmuş.
Kara günlerin mizahını twitter'a mı saklasam facebook'a mı? Ekşi sözlük eskisi gibi değil, bloglar da uzun hikâye...
Gün boyu plaja inmeyip otel odasında sıcaktan pişerken kendi kendime sosyal medyacılık oynuyorum. Aklımın tahtaları kahveden nemlenmiş, çürümüş, kimisi kopup gitmiş. Şimdi aklımı yeniden yapılandırmak istesem müteahhit tahta döşemek yerine beton dökecektir.
Koyu kahveye eşlik eden kara mizah yazılarını aslında silah zoruyla yazıyorum. Çevredeki savaşlarda kullanılan silahların zoruyla deli taklidi yapıyorum. Bir gün gelecek mi silahlılar bu otel odasına, merak ediyorum. Yoksa silsile halinde terörünü oradan buraya, buradan oraya aktarmanın yolunu buldular mı? Terör akımı artık temassız oluyor. Çok yaşa Tesla. Artık orduya ihtiyaç yok yıkımı bir yere ulaştırmak için. Ordusuz yıkım yöntemini ancak bir Sırp bulabilirdi zaten, değil mi Franz Ferdinand? Tesla'ya Sırp demek için gereken bin şahidi toplamak adına Partizan maçına gitmem gerekir.